Uzun zamandır kuralık sorunu yaşanan Yanıklar kasabasına yeni bir savcının atanmasıyla hikayeye dâhil oluyoruz. Tolstoy’un da söylediği gibi: ”tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar. Ya bir insan yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir. 'Tepenin Ardı', 'Abluka' ve 'Kız…devamıUzun zamandır kuralık sorunu yaşanan Yanıklar kasabasına yeni bir savcının atanmasıyla hikayeye dâhil oluyoruz. Tolstoy’un da söylediği gibi: ”tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar. Ya bir insan yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir. 'Tepenin Ardı', 'Abluka' ve 'Kız kardeşler' filmlerinden tanıdığımız yönetmen Emin Alper’in son filmi Kurak Günler filmini iki yıl sonra izleme şansı buldum.
Filmde, çiçeği burnunda bir savcı olan Emre’nin tayini yanıklar kasabasına çıkar. İşini büyük bir ciddiyetle yapmaya çalışan Emre, belediye başkanı Selim bey ve kasaba halkı tarafından saygıyla karşılanır. Yer altı suyunun kullanılması çevre kurulları ve mahkemelerce yasaklanması kasabada ciddi bir sorun yaratır. Selim bey de büyük borularla yer altı sularını kasabaya bağlayacak olan büyük projesini hayata geçirmeye çalışır. Ancak Selim Bey, yerel bir gazete sahibi olan Murat başta olmak üzere ciddi bir muhalefetle karşı karşıya kalır. Murat, Emre’yi belediye başkanına karşı kışkırtmaya çalışsa da Emre olaylara temkinli yaklaşır. Kısa bir süre sonra yapılacak olan yerel seçimlerde taraf olmaktan kaçınmaya çalışan savcı, ona karşı yükselen sesler sonucu kendisini zor bir durumun içinde bulur. Çok geçmeden Emre, bir kısır döngü içine hapsolur.
Emin Alper’in saatlerce zevkle tartışılan filmler yapması, izlerken ve sonrasında ufku açması, ince detayları insanlara hatırlatması onu çok büyük bir yönetmen yapıyor. Kurak Günler filminde, Alper öncelikle Anadolu perspektifinde, tüm dünyada yaşanan çoğunluğun azınlık üzerindeki baskısı beyaz perdeye net ve başarılı bir şekilde aktarmayı başarmış. Bir yerde kökleşmiş bir kültür, düzen, ahlaki bir norm var ise oraya uyum sağlamayanlar aforoz edilir.
Bu durumları resmedilmesi ise yeni atanan genç savcı Emre'nin üzerinden gerçekleşiyor. İlk aşamada, savcımız bugüne kadar onlarca masum insanın ölümüne ve yaralanmasına neden olan eğlence amaçlı, kontrolsüz silah kullanımına karşı çıkıyor. Ama silah ve devamında gelen kontrolsüz bu kullanımın, taşranın alenen desteklediği bir gelenek olduğunu fark ediyor. Çünkü silah taşrada gücün simgesi.. Savcı Emre bu noktada taşradaki iktidarın parçası olmayı reddediyor fakat aynı zamanda güç tarafından tüm bu durumları idare etmesi isteniyor. Ülkemizdeki etliye sütlüye karışmama, böyle gelmiş böyle gider sorunsallarına ayak uydurması istenmekte kısaca. Bir diğer taraftan posterde de görüldüğü üzere kasaba kuraklık ve susuzluk söz konusudur. Belediye başkanının seçim öncesi sunduğu plan kasabanın tek seçeneği olarak gösteriliyor; genç savcımızın yerel basında çıkan yolsuzluk iddialarına kulak tıkaması gerekliliği de atlanmamış.
Tanık olduğu olaylar karşısında yardım etmek isteyen savcımız; yapılan haksızlıkların, ayrımcılıkların çoğunun çoğunluğun vazgeçemediği gelenekler olduğunu anlıyor. Genç savcı buna rağmen idealistliğinden şaşmıyor hukuku üstün tutmaya çalışsa da karşında kaos ve linç kültüründen beslenen bir sokak gücünün karşında durmaya çalıştığının farkına varıyor. Aynı zamanda homofobinin de altına çizen filmde; savcı, gazeteci (Ekin Koç) ile kurduğu bağ nedeniyle eşcinsel olduğu söylenerek özel hayatıyla da hedef gösteriliyor.
Filmin sonundaki sebep oldukları obruklardan birine kendilerinden birisini kaptırdıklarındaki yüz ifadeleri yok muydu ava giderken avlananların düştükleri, takdire şayandı doğrusu final sahnesi.