Spoiler içeriyor
- 15.01.2025 - 22.01.2025 - Bu zamana kadar okumadığım için kendimi suçlu hissettiğim ama an itibariyle okumuş birisi olarak iyi ki de bu zamana kadar beklemişim dedim. Çünkü daha erken bir yaşta okusaydım muhtemelen romanın derinlemesine işlediği temaları anlamayabilirdim. Bu…devamı- 15.01.2025 - 22.01.2025 -
Bu zamana kadar okumadığım için kendimi suçlu hissettiğim ama an itibariyle okumuş birisi olarak iyi ki de bu zamana kadar beklemişim dedim. Çünkü daha erken bir yaşta okusaydım muhtemelen romanın derinlemesine işlediği temaları anlamayabilirdim. Bu kitap, Dostoyevski’nin kalemiyle tanıştığım ilk kitap oldu. Daha önce Yeraltından Notlar’ı biraz okumuştum ama bitirmemiştim, o yüzden diline çok aşina değildim.
Öncelikle biraz Dostoyevski’den bahsetmek istiyorum. Kendisi Dünya edebiyatına oldukça büyük ses getirmiş Rus yazar ve mühendistir. İlk kitabı olan İnsancıklar 1846 yılında yayımlanmıştır. Hayatının bir döneminde siyasi sebeplerden ötürü tutuklanmış hatta kurşuna dizilmek üzereyken affedilmiş, cezası kürek cezasına dönüştürülmüş. Burada çektiği cezalardan ve acılardan sonra Suç ve Ceza’yı yazmış. Dostoyevski’nin karakteri hakkında çok derin bir araştırma yapmadım ama öğrendiğim kadarıyla çok iyilik sahibi biri olduğunu söyleyemeyiz. Kendisi kumarbaz öyle ki eşinin eşyalarını satıp kumara yatırdığı gibi söylentiler de var ve bu bilgi bana Suç ve Ceza kitabındaki Marmeladov karakterini hatırlattı. Ayrıyetten kendisi inanılmaz bir seviyede milliyetçi bir insanmış. Karakterini tam olarak bilemeyiz ama yazım dili ve edebiyata katkıları açısından çok yetenekli bir insan olduğuna hemfikir olduğumuzu düşünüyorum.
Suç ve Ceza kitabına gelirsek, hiç de korkulacak bir kitap değilmiş. Daha doğrusu kitabın kalınlığından değil içerisindeki melankolik havadan korkmak lazımmış. Dili oldukça akıcıydı, benim açımdan tek sıkıntı olan Rus isimlerin çok kafa karıştırıcı olması ve hitabetlerin sürekli değişmesiydi. Hitabetler değiştiği için yer yer internetten açıp kim olduklarına bakmak zorunda kaldım. Mesela baş karakterimizin adı Raskolnikov ama bir anda Rodya denildiği oluyordu. Bunun haricinde 687 sayfa olan kitap akıp gidiyor.
Suç ve Ceza hakkında konuşabilecek kadar yetkin miyim diye düşünüyorum bunları yazarken. İnsanların içsel çatışmalarını, ideolojik zehirlenmelerini, akıl ve vicdan ile olan kavgalarını çok iyi inceleyen bir romandı. Öyle ki bir noktadan sonra içsel buhranı kendi içinizde hissediyorsunuz resmen. Mesela Duneçka ile Svidrigaylov’un baş başa kaldığı sahnede, kadına rızası dışında bir şey yapacak diye nefesimi tutarak okudum. Lujin’e ise çok sinir oldum, her şeyi parayla çözebileceğini zanneden yalakanın tekiydi kendisi. Kitapta kendime en yakın hissettiğim karakter hep Razumihin oldu, tüm her şeye rağmen çok güzel bir dostluk sergiledi Raskolnikov’a karşı. Kitap suç nedir, suçlu kimdir, ceza nedir, insan nedir gibi soruları oldukça sorgulatan bir derinlikte. Ben ne olursa olsun hiçbir kanın dökülmemesi gerektiğine inanan biri olarak ve vahşete, savaşa tamamen karşı biri olarak, Raskolnikov’a karşı empati yapmaktan da kaçınamadım mesela. Ki bence onun cezası, Sibiryadaki kürek cezası değildi, suçunu itiraf edene kadar olan o vicdanının sesiydi. Bir ara polis memuru Petroviç’i ve Svidrigaylov’u da öldüreceğinden endişelendim, akıl dünyası o kadar karmaşıklaşmıştı ki kitabın içinde Raskolnikov’un zihin düşüncelerini okumamıza rağmen sanki hepsini okuyamıyormuşuz da kendimiz tamamlamamız gerekiyormuşuz gibi hissettim. Kitap boyunca Sonya’ya üzüldüm, yaşadıklarının hiçbirini haketmeyen bir kızdı, ona bu kadar saf bir kişilik çizilmesini istemezdim aslında ama hikaye için gerekli olan buydu.
Ben kitaptaki soruya cevaben, hastalıklı zihnin suçu, suçun da hastalıklı zihni doğuracağına inanıyorum. Bence ikisi de birbirinden besleniyor. İyilik niyetiyle bile olsa bir canlı yaşamını sona erdirmek, onun en temel hakkı olan yaşama hakkını elinden almak, kötülüğün en saf hallerindendir. İnsani içgüdülerimiz olarak ilkel çağdan beri avlama ve yakalama mekanizmalarına sahibiz. Hangi sebeple olursa olsun, ellerini, daha doğrusu kalbini kana bulamış bir insanın zihninin hastalanmayacağını zannetmiyorum. Peki bizler bir bit miyiz? Bence bit olmak istemediğimiz sürece bit değiliz. Yeter ki kendimiz olmaktan, özgürlüğümüzü savunmaktan vazgeçmeyelim. Bana kalırsa kötülüğü ortadan kaldırmak için kötü insanları ortadan kaldırmak değil, o zihniyetin temel inşasını durdurmak gerekir. Pan’ın Labirenti kitabında da dendiği gibi, kötülük suret değiştirir. Herkese kötülükten uzak, iyilikle dolu bir hayat diliyorum.
“İnsanların bedenlerinde yeni birtakım kurtçuklar, gözle görülmeyen yaratıklar türüyordu. Ama akıl ve iradesi olan yaratıklardı bunlar. Bunları bedenlerine alanlar cin tutmuşa dönüyor, deliriyordu. Öte yandan, insanlar kendilerini hiç ama hiçbir zaman, bu yaratıkların pençesine düşenler denli akıllı, gerçeği bulduklarından emin hissetmemişlerdi. Verdikleri kararları, yaptıkları bilimsel araştırmaların sonuçlarını, ahlaki ve dini inançlarını hiçbir zaman böylesine şaşmaz doğrulukta bulmamışlardı. Bütün köyler, bütün kentler, tüm dünya, tüm insanlar bu hastalığın pençesindeydi, herkes deliriyordu. Kimse kimseyi anlamıyor, herkes telaş içinde koşturuyordu. Herkes gerçeği kendisinin bildiğini düşünüyor, karşısındakilerin bunu anlamıyor olmasından acı çekiyor, göğsünü yumrukluyor, ağlıyor, kıvranıyor, ellerini ovuşturuyordu. Kimi yargılayacaklarını, nasıl yargılayacaklarını bilmiyorlar; neyin iyi, neyin kötü olduğunda anlaşamıyorlardı. Kim suçlanacak, kim aklanacak, kimsenin bildiği yoktu. İnsanlar anlamsız bir hınç ve öfkeyle birbirlerini öldürüyorlardı.”
“Hem her şey insanın kendi elinde, hem de insan yalnızca korkaklığı yüzünden ne fırsatlar kaçırıyor… Bu artık yadsınamaz bir gerçek, bir belit. İlginç bir şey, acaba insanlar en çok neden korkarlar? Atacakları yeni bir adımdan, kendi söyleyecekleri yeni bir sözden herhalde…”
“İnsanoğlu denen aşağılık yaratığın alışamayacağı hiçbir şey yok galiba!…”
“Ben de herkes gibi bir bit miydim, yoksa bir insan mı? Önüme çıkan engeli aşabilir miydim, aşamaz mıydım? Eğilip iktidarı yerden almaya cesaret edebilecek miydim, edemeyecek miydim! Titreyen bir yaratık mıydım, yoksa hakları olan biri mi?..”
“Ben senin önünde değil, insanlığın çektiği acıların önünde eğildim.”
“Bana bir yalan söyle, ama bu yalan senin olsun, senin uydurduğun bir şey olsun, alnından öpeyim! Kendine ait bir yalan, başkalarına ait gerçekleri tekrarlamaktan belki de daha iyidir. Birincisinde sen bir insansın, ikincisinde ise bir papağan! Biz şimdi neyiz? Biz şimdi, ayrıcalıksız hepimiz, bilimde, gelişmede, düşüncede, buluşta, ülküde, istekte, liberalizmde, akılda, tecrübede, her şeyde, her şeyde, her şeyde daha kolej hazırlık sınıfındayız! Başkalarının aklıyla yetinmek hoşlarına gidiyor, alışmışlar bir kez!”
“Hastalık mı suçu doğuruyordu, yoksa suç mu kendi yapısına uygun, hastalığa benzer bir şeyleri geliştiriyordu?”
Puanım: 10/10