Spoiler içeriyor
tamamen sıradan insanların tamamen sıradan hayatları... belki de her şeyin tamamen sıradan olması bu diziyi özel yapıyor. incelemelerin birinde birisi dizi için her şey "toz pembe" yazmış ama bu dizi tamamen gerçek hayatı yansıtıyordu, entrika ve dramlara, aksiyonlara aç insanlar…devamıtamamen sıradan insanların tamamen sıradan hayatları... belki de her şeyin tamamen sıradan olması bu diziyi özel yapıyor.
incelemelerin birinde birisi dizi için her şey "toz pembe" yazmış ama bu dizi tamamen gerçek hayatı yansıtıyordu, entrika ve dramlara, aksiyonlara aç insanlar bu diziye "toz pembe" diyebilirler. hayat jung-hwan'ın karşısına 2. bir şans çıkarmasına rağmen onun bunu da tepmesi ve arkadaşlığını sevdiği kızı tercih edip aşkını gömmesi pek de "toz pembe" değil. taek'in çok küçük yaşta annesini kaybetmesi, sun-woo'nun yakın zamanda babasını kaybedip anne ve kız kardeşine karşı sorumluluk hissetmesi, bo-ra'nın ailesinin durumu yok diye hukuk bölümünü yapmayıp bursla öğretmenlik bölümünü mecburen tercih etmesi de hiç "toz pembe" değil. hem ölüm hem de yaşamın iç içe olması, dong-ryong'un ailesinin çok çalışmaktan ona vakit bulamamaları da. her şeyin maddiyat olmadığını da çok güzel açıklıyor.
daha önce hiçbir dizide bu kadar tüm karakterleri kendi mahallemden, ailemden insanlar olarak görüp sahiplenmemiştim. bu dizide her bir karakter sanki yıllardır tanıdığım insanlarmış gibi...
Bo-ra ve babasının tüm sahnelerinde çok duygulandım, evin en büyük kızı olmanın neye benzediğini o kadar güzel işlemişlerdi ki. fark eden oldu mu bilmiyorum ama babasının borçları bitip rahata çıktıklarında hem deok-seon hem de erkek kardeşi dershaneye gitmek istiyorlardı, bo-ra burada konuşulanları duyup duygulanıyor çünkü onun zamanında, paraları yokken, kız kendi başına hazırlanıp hukuk kazanacak kadar puan yapmıştı. en büyük çocuk olmak gerçekten fedakarlık istiyor.
ayrıca babası ve bo-ra'nın mektup sahnesinin hala etkisinden çıkamıyorum. jung-hwan'ın annesinde kendi annemi, deok-seon'un babasında kendi babamı gördüm. bütün aileler acısıyla tatlısıyla, iyi günde kötü günde birbirlerine destek olmaya çalışıp bir şekilde hayatlarını sürdürdüler.
zaman gerçekten çok acımasız. çocuklar bir anda büyüyüp evlenmeye başladıklarında bunu bir kez daha görmüş olduk.
en çok unutulan, underrated karakterlerden birisi de jung-beong, kesinlikle birisinin sahip olabileceği en iyi abilerden biri.(sun woo'dan sonra) jung-beong karakteri karşımıza 6 yıldır üniversite sınavına hazırlanan en büyük oğul olarak çıkıyor. hayatta her şeyin ders çalışmak olmadığını, başka alanlarda da kendimizi geliştirip başarılı olabileceğimizi gösteriyor bize. bu yüzden incelememde mahallenin Wikipedia'sı jung-beong'u atlamak istemedim.
herkesin tartıştığı ana konuya gelirsek şimdi: jung-hwan mı yoksa taek mi?
bu konunun çok net bir cevabı var. taek ne kadar utangaç ve sessiz birisi olarak karşımıza çıksa da sevdiğini saklamıyor. babasını sevdiğini de bu kadar rahat söylemişti. jung-hwan ise soğuk, tersleyen ve sevdiğini tam zıttı kelimelerle söylemeyi tercih eden, sözden çok hareketleriyle bunu belli eden birisi. eğer taek olmasaydı bir şansı olabilirdi ama bu şans ona zaten verilmişti. deok-seon sun-woo'dan hoşlanıyor ve sun-woo da kızdan hoşlanıyor sanıp kendini geri çektiği ilk sefer aslında hayat ona bir şans vermişti. sun-woo'nun deok-seon'dsn hoşlanmadığını öğrenince yine kendi içinde sevinmek dışı hiçbir şey yapmadı. taek ise daha ilk seferde arkadaslarına durumu itiraf etmişti, dalga geçmeleri umrunda bile olmamıştı.
yine de bu 2 salak diğeri hoşlanıyor diye 6 yıl kızdan uzak durdular ya bisi demiyorum artık. iki salak. hikayenin sonunda arkadaşlık kazandı ve jung-hwan ilk aşkını kalbine gömmeye karar verdi.
güzel bir diziydi. o yıllarda gençlik yaşamasam da böyle arkadaşlarım olmasa da yine de herkesi ve her şeyi sahiplendim. benim için hafızamdan silinene kadar en iyi kore dizisi olarak kalacak.