"Geriye sadece günahlarım kaldı." *Spoiler* Outlander'ın ikinci sezonunu bitirdim. Yeni sezona geçmeden önce de buraya bir uğrayayım dedim. Sezonun ilk bölümünü ve son bölümünü izlediğim zamanlar arasında çok fazla vakit var o yüzden aklımda kalanları yazıyorum. Öncelikle sezon bir anda…devamı"Geriye sadece günahlarım kaldı."
*Spoiler*
Outlander'ın ikinci sezonunu bitirdim. Yeni sezona geçmeden önce de buraya bir uğrayayım dedim. Sezonun ilk bölümünü ve son bölümünü izlediğim zamanlar arasında çok fazla vakit var o yüzden aklımda kalanları yazıyorum.
Öncelikle sezon bir anda Claire'in kendi zamanına 1940'lı yıllara geri dönmesi ile başlıyor. İlk bölüm burada başından geçenleri işliyor. Yakınlarına kendini anlatmaya ve onları hikayesine ikna etmeye çalışıyor. Bu arada Claire geçmiş dönemdeyken de üç yıl geçmiş. Burada kocası Frank ile de iletişime geçmekte zorlanıyor. Çünkü onu Jack ile özdeşlestirmiş durumda. İşin aslı ben de biraz tedirgin olarak izlediğimi söylemek istiyorum. Tobias Menzies'e de hayran kaldığımı söylemek istiyorum. Birbirine taban tabana zıt olan iki kişiyi çok ikna edici bir şekilde canlandırmış. Claire tabii Jamie'yi çok özlüyor ve ondan bir iz arıyor ama bulamıyor. Bir de Claire hamileymiş. Frank ile Claire'in geçmişe ve yaşadıklarına takılı kalmaması konusunda anlaşıyorlar. Böylece evliliklerini sürdürmeye ve Claire ile Jamie'nin çocuğunu büyütmeye karar veriyorlar. Birlikte Amerika'ya taşınıyorlar. Ardından sezonun hikayesine ve bu noktaya nasıl geldiğimize geçiyoruz.
Sezon ise iki kısma bölünmüş. Ana olay 1745 yılında İskoç dağlı klanlarının Stuart hanedanını yeniden İngiliz tahtına geçirmek istemesi ile başlayan bir isyanı önlemek. Bunun için ve biraz da canlarını kurtarmak için Claire, Jamie ve Murtagh Paris'e yola çıkıyorlar. Sezonun ilk kısmı Paris'te geçiyor. Bu isyan sebebiyle İskoçya'da uzun süre dağlı yaşamı son bulmuş ve bir çok İskoç klanı yok olmuş, bir sürü insan ölmüş. Niyetleri buna engel olmak. Bunun için Stuart Prensi Charles ile tanışıp, yakınlık kurup onu bir şekilde bu isyanın gerçekleşmemesi gerektiğine ikna etmek. Burada başlarına bir sürü olay da geliyor tabii. St. Germain (?) isimli bir düşman elde ediyorlar. Burada en sevdiğim karakter de bitki türevi şeyler satan yaşlı adamdı. Bence Claire'in bulunduğu zamandan olmadığını anlamıştı ve hikayesinin bitmediğini düşünüyorum. İlk başta bu Paris kısmı hoşuma gidiyor gibiydi. Tarihi olay ve kişiler, 1740 civarlarında Paris, Rahibe kadını da çok sevmiştim. Hatta çok hoş bir Bach atıftı da vardı. Fakat zaman geçtikçe bu bahsettiğim bir iki kişi dışında Paris'teki herkesten, oradaki yaşam stilinden nefret ettim. İlk sezonda Claire ve Jamie arasındaki evliliği çok beğeniyordum ama burada onlar da tuhaflaştı. Birbirini anlayan, dinleyen çift birbirini dinlemeyen, anlamayan hatta çok anlayışsız bir çifte dönüştüler. İskoçya'da biraz daha toparlandılar orası ayrı. Burada geçen Faith bölümü ise beni perişan etti. Claire bebeğini kaybetti. Dizinin müziklerini zaten seviyordum ama bu bölümde çalan Faith şu ana dek favorim oldu. İlk andan itibaren çok beğendim içim bir tuhaf oldu. Bölümü de ağlayarak izledim. En sonunda yaptıklarının sonuçsuz kaldığını anladılar ve burada da başlarını bir sürü belaya soktukları için yeniden İskoçya'ya dönmek zorunda kaldılar. Zaten zaman yolculuğu temalı yapılarının altın kuralıdır bu. Geçmişi değiştirmeye çalışma, sonuçsuz kalır kendi ellerinle sonunu getirsin.
İskoçya'da da tam olarak bu oldu. Patlayacak büyük savaşı durduramayacaklarını anlayınca kazanmak amacıyla hareket etmeye çalıştılar ama yine nafile bu çabaları da sonuçsuz kaldı. Ve en sonunda Claire taşlardan geçerek kendi zamanında dönmek zorunda kaldı.
Dolu dolu bir sezondu yani. İki sezon gibi geçti. Beni üzen çok çok kısım oldu. Angus öldü ki onu çok çok seviyordum. Başta ne kadar sevmesem de. Rupert bu durumdan çok çok etkilendi ve ona da çok üzüldüm. Bir yanlış anlaşılma yüzünden de Doughal öldü. Tuhaf bir adam olduğundan onu pek sevdiğimi söyleyemem ama yine de buna da üzüldüm. Hele de ölüm şekli o kargaşa anı, onu Claire ve Jamie'nin öldürmüş olması. Üzücüydü.
Bir de tüm bu bir sürü olayın yanı sıra 1960'lı yıllara gittik. Frank ölmüş, Claire ise bir cerrah olmuş. Kızı Brianna büyümüş. Bir cenaze sebebiyle yıllar sonra İskoçya'ya döndüler. Brianna burada babasının gerçekte kim olduğunu ve babasının kim olduğunu öğrendi. Tabii ortalık birbirine girdi ama sonunda annesine inandı.
Sezonun en çok hoşuma giden iki yanı ise birincisi o Jack pisliğini Jamie'nin öldürmesi oldu. İkinci olarak ise Geillis'i (adı 1960'lı yıllarda başkaydı fakat şu an unuttum) görmek oldu. İlk gördüğümde büyük bir şok yaşadım. Ama sonrasında çok mutlu oldum. İlk sezondaki hallerinden hiç bir şey kaybetmemişti. Aynı çılgınlık (kocasını kurban etti sırf zaman yolculuğu için) ve aynı İskoçya sevdası (sırf isyanı ileri taşımak için geçmişe gitti) devam ediyordu.
Sezonun beni rahatsız eden kısmı bir çok şeyin işlenmiş olmasıydı. Uzun bir yazı yazdım ama bir bu kadar da yazmadığım kısım var. Yine de hiç bir şey atlanmış değildi.
Genel olarak sezona puanım 10 üzerinden 8 oldu. İki sezon da geriye doğru bakınca çok güzeldi. İlki çok taze ve yeni bir hikayeydi. Bu sezonun konusu, işlenişi, diyalogları çok güzeldi. İki sezonda da beni etkilemeyi başardı. Umarım tüm sezonlar bu şekilde ilerler.