"society is to blame. the world is so unfair. i have to die." en çok sevdiğimiz filmler genelde kendimizle bağdaştırdığımız filmlerdir. bu nedenle bu süreçten geçmiş biri olarak filmin beni duygusal anlamda oldukça etkilediğini söyleyebilirim. ben bunu yine de iyileşme…devamı"society is to blame. the world is so unfair. i have to die."
en çok sevdiğimiz filmler genelde kendimizle bağdaştırdığımız filmlerdir. bu nedenle bu süreçten geçmiş biri olarak filmin beni duygusal anlamda oldukça etkilediğini söyleyebilirim. ben bunu yine de iyileşme sürecine bir adım olarak görüyorum sonuçta bu tür rahatsızlıklarda en önemli olan şey durumu kabullenip farkında olmak.
filmde en çok beğendiğim şey bunun sadece fiziksel değil aynı zamanda zihinsel ve psikolojiyi de etkileyen bir şey olduğunu yansıtmasıydı.
anoreksiya ve benzeri hastalıkların gittikçe arttığını görmek oldukça üzücü çünkü sadece fiziki olarak değil psikolojik ve zihinsel olarak da zarar veriyor. bu durumun erkeklerden kıyasla kadınlarda daha çok rastladığı da ne yazık ki ortada.
buna neden olduğunu düşündüğüm başlıca şeyler; erkeklerin zayıf veya kilolu olduğunda kadınlar kadar baskı görmemeleri, aynı zamanda kadınların tarih boyunca yalnızca fiziksel açıdan değerlendirilmeleri, sosyal medya gibi birçok alanda zayıf kadın bedeninin "ideal" olarak sunulması gibi. bunlar da stres, depresyon, kaygı bozukluğu gibi sonuçlar doğurduğundan kıyaslama ve kısıtlamaya neden olabiliyor.
bazen çok normal olan seyler bile kilo alındığına veya kilolu olunduğunu gösterebiliyor filmde de olan kazağın koldaki durusu bile. kendi surecimde hatırladığım şeylerden biri de karnımdaki gurultu sesini saymaktı. ne kadar çok gelirse o kadar iyi olduğunu düşündürüyordu. trajikomik. ama bunu şuan düşününce o kadar aptalca geliyor ancak o zamanlar önemli olan şey buymuş gibi hissediyordum. ve de önemli olan tek sey her tartıya baktığımda sayıların eksilmesiydi.
filme döneceksek psikolojik anlamda kendimi bulduğum bir filmdi ancak farkındalık yaratmak adına beni zorlayan, tetikleyen sahneler olduğunu da belirtmek istiyorum. zayıflığın daha doğrusu sağlıksız derecede zayıf olmanın romantize edilmesi oldukça rahatsız edici. bu gibi sahnelerin beni ciddi derecede tetiklediğini söyleyebilirim. asıl odak noktası hastalığın gerçekçi yönleri, iyileşme süreci olmalıydı. kesinlikle en büyük eksiklik buydu.
filmde benim için en etkili kişi konuşmalarıyla, davranışlarıyla doktor beckham'dı. anlayışlı ama aynı zamanda sert tavırları, kullandığı terapi yöntemleri onu diğer doktorlardan ayırıyordu. sadece ellan'a değil tüm seyirciye derin bir bakış açısı sunuyordu.
"hayat sadece hayatta kalmaktan ibaret değil, gerçekten yaşamaya başlaman gerekiyor." diyaloğu sadece anoreksik kişilere değil tüm insanlar içindi.
bazen hepimiz sadece var olma çabası içine giriyoruz ve bunu yaparken hayatın tadını çıkarmayı unutuyoruz.
kendisinin göstermeye çalıştığı şeylerden biri de iyileşme süreci; sadece yemek yemekle ilgili değil iç dünyamızda olan savaşlarımızı, travmalarımızı da iyileştirmemiz gerektiği.