Bir kitap üzerine birden fazla gönderi paylaşamamak çok kötü. Neyse, bu gece Donna Tartt'ın Gizli Tarih'i içerisinde de oldukça önemli bir yer teşkil eden "metahemeralizm"den bahsetmek istiyorum. "Güzellik dehşetin ta kendisidir. Güzel bulduğumuz şeyin önünde tir tir titreriz." Metahemeralizm ile…devamıBir kitap üzerine birden fazla gönderi paylaşamamak çok kötü. Neyse, bu gece Donna Tartt'ın Gizli Tarih'i içerisinde de oldukça önemli bir yer teşkil eden "metahemeralizm"den bahsetmek istiyorum.
"Güzellik dehşetin ta kendisidir. Güzel bulduğumuz şeyin önünde tir tir titreriz."
Metahemeralizm ile ilk defa karşılaşan herkes, başlarda yüzeysel (hatta belki uydurma) olduğunu düşünür bu kavramın fakat baktıkça içine doğru çeken felsefi bir kuyu gibidir. Dibine inildikçe güzelliği, geçiciliği ve var olmanın dayanılmaz ağırlığını birbirine bağlayan karmaşık bir dokuyu ortaya çıkarır.
Metahemeralizm, özünde geçici olanı, gelip geçeni ve yakalanması zor olanı ifade eder. Anın felsefesidir; değer verdiğimiz, nefret ettiğimiz ya da umursamadığımız her şeyin eninde sonunda yok olup gideceğinin bilincine varmaktır. Ancak aynı zamanda geçiciliğin bir kutlamasıdır da. Varoluşun gelip geçici doğasına ağıt yakmaz; aksine, onu yüceltir. Sonuçta, bir şeyi güzel yapan nedir ki? Günün birinde yok olacağı bilincinin acımasız kesinliği değil midir?
Bu ve bu tarz paradokslar beni her zaman için büyülemiştir. Klasikleri çalışan, inceleyen herkes bir bakıma kalıcı olanın peşinden gider. Homer, Platon ve Sophokles’in eserleri bin yıllar boyunca korunmuştur fakat buna karşın, kadim insanlar ve eski Yunanlılar bile geçiciliğin güzelliğini anlamışlardı. Dionysos'un kendisi bunun güçlü bir kanıtıdır. Şarap ve coşkunun tanrısıdır; yalnızca zevkin değil, kaçınılmaz yıkımın da temsilcisidir. Coşku o kadar derin, o kadar tüketici bir histir ki, sonsuza dek sürmesi imkânsızdır ve tam da bu yüzden, bu uğurda çabalamaya değer bir olgudur.
Metahemeralizm, bu Dionysosçu dünya görüşüyle örtüşür. Kalıcı olanın peşinde koşmanın mantığa yatkın olmayan bir iş olduğunu kavrayanların felsefesidir. Hiçbir şey kalıcı değildir: Ne güzellik, ne aşk, ne güç, ne de hayatın kendisi. Yine Yunanlılar'a döneceğim fakat esasen onlar bu gerçeği en iyi bilenlerdi. En büyük kahramanları Akhilleus, ihtişamı uzun bir ömre tercih ettiği anda kaderini mühürlemişti ve yine de o kısa ve parlak hayatı, güvenliği ve sıradanlığı seçenlerin yıllar boyu süren hayatlarından çok daha fazla kutlanmıştır. Metahemeralizm, bu gerçeği kucaklar: Kısa, ışıl ışıl bir varoluş, uzun ve sıkıcı bir hayattan sonsuz derecede daha fazla arzu edilir.
Fakat metahemeralizmi gerçekten kavramak için karanlık tarafını da oldukça iyi anlamak gerekir. Bu felsefe, yalnızca güzelliğin geçici doğası ya da insan hayatının fani olması gerçeği ile ilgili değildir. Anlam arayışı eyleminin kendisinin bile nafile bir çaba olduğunu kabul etmektir. Kimileri bunun nihilist bir bakış açısı olduğunu iddia edebilir, ancak ben bunun daha ziyade gerçekçi bir perspektif olduğunu düşünüyorum. Ölümün ve çürümenin kaçınılmazlığını inkâr etmek, yanılsama içinde yaşamaktır. Metahemeralizm ise bizi bu gerçeği doğrudan kabullenmeye ve anlamı, kalıcı olamayan şeylerde bulmaya davet eder.
Bu bir paradoks felsefesidir; önemsizlikte anlam, anlamsızlıkta amaç buldurur. Dolu dolu yaşamak, var olan tüm "şey"lerin gelip geçici doğasını benimsemek, yaşadığımız güzellik ve neşe anlarının, bir daha asla geri gelmeyecek olması nedeniyle daha da değerli olduğunu kavramaktır. "Meta" kelimesinin tanımına uygun olarak, gelip geçici olanın ötesine bakıp içindeki hakikati görmemizi ister. En büyük trajedisi ve aynı zamanda zaferi şudur: Bizi ölümlülüğümüzle yüzleşmeye, evrende geçici birer zerre olduğumuzu anlamaya zorlar o. Fakat bu önemsizlikten (geçici bile olsa) bir süreliğine üstün gelmemizi sağlar. Varoluşun geçici doğasını kucaklamamızı, her anı dolu dolu yaşamamızı ve o anların geçiciliğinde bir güzellik bulmamızı ister.
Bence eserdeki bakkha ayininin asıl dersi de budur. Bu ayin, sadece aşırılığın ya da sefahatin bir kutlaması değildir. Ölüm karşısında hayatın bir tür onaylanışıdır; anın geçici coşkusunun sahip olduğumuz tek şey olduğunu, başka türlü yaşamanın ise varoluşun özüne ihanet etmek olduğunu kavramaktır.
Metahemeralizm bir umutsuzluk felsefesi değil, derin ve sarsıcı bir bilgelik felsefesidir. Bizi gelip geçici olanın içinde neşe bulmaya, tüm şeylerin geçiciliğini kabul etmeye ve tam da bu geçicilikte güzellik ve anlam bulmaya davet eder. Aksi halde yaşamak, sadece kaçınılmaz olandan korkarak nefes almak demektir; ve bana kalırsa bu en büyük trajedidir. Zira hepimizin de bildiği üzere, güzellik dehşettir ve hem bu kadar korkunç hem de bu kadar güzel olan, hayatın gelip geçiciliğinden başka ne olabilir ki?
Sorgulamaları bitirdiğimize göre şimdi de metahemeralizm temasının eserdeki işleniş biçimine bir göz atalım.
Az önce de konuştuğumuz üzere, metahemeralizm, antik Yunan ve Roma medeniyetlerinin bilgeliğine derin bir saygı duyar. Bu felsefe, Homeros'un destanlarında, Sofokles'in tragedyalarında ve Platon'un diyaloglarında gizlenmiş olan evrensel hakikatleri açığa çıkarmayı amaçlar. Klasik dillerin melodileri, Latinceʼnin ağır ritmi ve Eski Yunancaʼnın zarif tınısı, metahemeralistler için sadece dilbilimsel araçlar değil, ruhsal bir yükseliş adına birer merdivendir de.
Bu bakış açısıyla, bir metahemeralist için Parthenonʼun sütunları arasında dolaşmak, basit bir turistik geziden çok daha fazlası, zamanın ötesine geçen bir bağlantı, kadim bilgelikle doğrudan bir temas olarak görülür. Roman boyunca, karakterlerin Yunanca derslerinde ve klasik metinleri okurken yaşadıkları yoğun deneyimler bu temayı oldukça açık bir şekilde yansıtır. Özellikle Henry'nin Yunan tragedyalarına olan tutkusu ve grubun çeşitli ritüelleri canlandırma çabaları, klasik dünyaya duyulan özlemi yansıtır.
Metahemeralizmin kalbinde, sıradan gerçekliğin ötesine geçme arzusu yatar. Bu felsefe, Longinus'un "Yüce Üzerine" adlı eserindeki fikirleri anımsatırcasına, insanı derinden sarsan, ruhu yükselten deneyimlerin peşindedir. Bu anlayışa göre gerçek bilgelik kitapların sayfalarında değil, aşkın deneyimlerin içinde gizlidir. Grubun Dionysos ayinini gerçekleştirme kararı, bu sıradan gerçekliğin ötesine geçme arzusunun en belirgin örneğidir. Ayin sırasında yaşadıkları trans hali ise metahemeralizmin aradığı türden aşkın bir deneyimi temsil eder.
Fakat metahemeralizm anlayışı bu yüce arayışın tehlikelerinin de farkındadır. Tıpkı İkaros'un güneşe fazla yaklaşıp düşmesi gibi, aşırı hırslı bir metahemeralist de kendi tutkusunun kurbanı olabilir. Bu felsefe, yücelik arayışının kolayca takıntıya dönüşebileceğini ve bu takıntının insanı toplumdan, ahlaktan ve hatta kendi insanlığından uzaklaştırabileceğini kabul eder.
Bir metahemeralist için en büyük mücadele, belki de bu ince çizgide yürümektir: Bir yandan sıradanlığın ötesine geçmeye çalışırken, diğer yandan insani değerleri ve toplumsal bağları korumak... Bunny'nin ölümüyle sonuçlanan olaylar zinciri, yücelik arayışının ne derecede kontrolden çıkabileceğini net bir şekilde gösterir. Karakterlerin, özellikle de Henry'nin, ideallerine ulaşmak için her şeyi göze alması, bu takıntının karanlık yönünü en iyi yansıtan örnek olacaktır.
Metahemeralizm, insan doğasının iki temel gücü arasındaki gerilimi inceler: soğuk, analitik akıl ve ateşli, kontrolsüz bir tutku. Bu felsefe, Apollon ve Dionysos'un mitolojik ikiliğini anımsatır şekilde, bu iki gücün dengesini bulmaya çalışır.
Bir metahemeralist için ideal, ne tamamıyla mantığın hükümranlığına teslim olmak, ne de salt duygusal dürtülere kapılmaktır. Grubun, Julian'ın derslerindeki klasik metinlerin hem entelektüel hem de duygusal boyutlarını keşfetmeleri, akıl ve tutku arasındaki dengeyi arama çabasını temsil eder.
Metahemeralizm için güzellik, yalnızca yüzeysel bir hoşnutluk değil, derin bir hakikatin tezahürüdür. Bu anlayış, Keats'in "Güzellik hakikattir, hakikat güzellik" dizesini anımsatır. Bir metahemeralist, bir Yunan heykelinin kusursuz oranlarında, bir Bach füğünün matematiksel kesinliğinde veya bir Van Gogh tablosunun canlı renklerinde hem estetik bir zevk, hem de evrenin temel yasalarının bir yansımasını görür.
Bu felsefeye göre estetik mükemmelliğe olan takdir, esasen varoluşun özüne dair bir anlayış geliştirmenin yalnızca bir yoludur. Güzelliği takdir etmek, bir metahemeralist için adeta bir meditasyon pratiğidir: Dikkati toplayarak, duyuları keskinleştirerek ve zihnin en derin katmanlarına inerek gerçekleştirilen bir tür ritüeldir. Romanın estetik açıdan zengin betimlemeleri (kampüsün güzelliği, klasik eserlerin zarif dili, karakterlerin giyim ve yaşam tarzlarındaki incelik) güzelliğin daha derin bir hakikate işaret ettiği fikrini destekler. Özellikle Henry'nin estetik mükemmelliğe duyduğu tutku, bu tema için ziyadesiyle iyi bir örnektir.
Metahemeralizmin belki de en zorlu sorularından biri, bireysel aydınlanma arayışı ile toplumsal sorumluluklar arasındaki dengeyi nasıl kuracağı düşüncesidir. Bir yanda kişisel dönüşüm ve yüce deneyimler peşinde koşma arzusu; diğer yanda toplumun refahına katkıda bulunma ve etik değerlere bağlı kalma zorunluluğu bulunur. Bu gerilim, metahemeralist düşünürleri derin etik sorgulamalara iter: Kişisel aydınlanma uğruna toplumsal normları çiğnemek ne kadar kabul edilebilir? Bireysel trans deneyimi, kolektif iyiliğe tercih edilebilir mi? Ya da belki de gerçek aydınlanma, bu ikisinin bir sentezinde mi yatar? Grubun, Bunny'nin ölümünü örtbas etmek için aldığı kararlar ve bunun sonuçları, bireysel arzular ile toplumsal sorumluluklar arasındaki gerilimi yansıtır. Karakterlerin kendi aydınlanma ve özgürlük arayışları uğruna toplumsal normları ve ahlaki değerleri çiğnemeleri hususu, bu çatışmanın merkezinde yer alır.
Nihayetinde metahemeralizm, Sokrates'in "sorgulanmamış bir hayat yaşamaya değmez" sözünü modern çağa taşıyan, insanı sürekli olarak daha derine, daha yükseğe ve daha öteye gitmeye teşvik eden bir düşünce akımıdır.
Konu üzerine fikirlerinizi paylaşır ve tartışmak isterseniz çok memnun olurum.