“İnsan, hem melek hem şeytan olabilen tek varlıktır.” John Steinbeck’in Cennetin Doğusu, elinize aldığınızda “Epey kalın bir kitap, acaba okuyabilecek miyim?” dedirten ama birkaç sayfa sonra sizi “Bu karakterler benim akrabam mı?” diye sorgulatan bir başyapıt. 1952’de yayımlanan bu eser,…devamı“İnsan, hem melek hem şeytan olabilen tek varlıktır.”
John Steinbeck’in Cennetin Doğusu, elinize aldığınızda “Epey kalın bir kitap, acaba okuyabilecek miyim?” dedirten ama birkaç sayfa sonra sizi “Bu karakterler benim akrabam mı?” diye sorgulatan bir başyapıt. 1952’de yayımlanan bu eser, sadece bir aile destanı değil; insanlığın iyilikle kötülük arasındaki bitmeyen dansını anlatan, adeta bir ayna. Salinas Vadisi’nin bereketli topraklarında geçen hikâye, sizi hem büyülüyor hem de “Acaba ben olsam ne yapardım?” diye düşündürüyor.
İlk durak, Adam Trask. Bu adam, saf iyiliğin timsali gibi başlıyor; ama hayat ona pek nazik davranmıyor. Babasından miras kalan servetiyle California’ya gelip bir çiftlik kuruyor, hayallerinin peşinde koşuyor. Ama sonra Cathy giriyor sahneye – ki ona “eş” demektense “başa bela” desek daha yerinde olur. Cathy’nin doğumda ikizleri (Cal ve Aron) bırakıp kaçması, Adam’ı tek başına bir baba olarak bırakıyor. “Bazılarının çocukları, bazılarınınsa yükleri olur” der Steinbeck; Adam için ikizler hem bir nimet hem bir sınav. Onun hikâyesi, saf bir kalbin kötülükle karşılaştığında nasıl kırıldığını ama yine de ayakta kalmaya çalıştığını gösteriyor.
Steinbeck, Cathy’yi basit bir “kötü kadın” olarak bırakmıyor; onun içindeki boşluğu, sevgisizliği ve insanlıktan uzaklaşmasını öyle bir anlatıyor ki, ona kızarken bir yandan acıyorsunuz. “İnsanın içindeki karanlık, bazen en parlak ışığı bile söndürür” sözü tam da Cathy için yazılmış gibi. O, özgür iradesini günaha teslim eden bir karakter – ama bu seçimi gerçekten özgür mü, yoksa bir lanet mi?
Cal Trask, hikâyenin en karmaşık ruhu. İkiz kardeşi Aron’un aksine, Cal kendini hep “kötü tohum” gibi hissediyor. Babasının sevgisini kazanmak için çırpınıyor, ama ne yapsa Aron’un gölgesinden kurtulamıyor. Bir sahnede Cal, parasını babasına sunuyor ama Adam bunu reddediyor – işte o an, Cal’in içindeki öfke patlıyor. Yine de Steinbeck bize şunu gösteriyor: Cal, kötülüğe meyilli olsa da, bunu aşma gücüne sahip. Onun hikâyesi, “Ben böyle mi doğdum, yoksa böyle mi oldum?” sorusunun cevabını arıyor.
Aron Trask ise saflığın ve masumiyetin temsilcisi. O, Cathy’nin karanlığını değil, Adam’ın iyiliğini almış gibi görünüyor. Ama bu saflık, onu gerçek dünyadan koparıyor. Sevgilisi Abra’yla kurduğu hayaller ve dinî bir hayat sürme arzusu, Aron’u adeta bir rüya balonunda yaşatıyor. Ta ki Cal, ona annelerinin gerçeğini – yani Kate’in kim olduğunu – gösterene kadar. “Gerçek, bazen en güzel rüyaları bile paramparça eder” der Steinbeck; Aron için bu gerçek, orduya katılıp kendini feda etmeye kadar gidiyor. Onun sonu, masumiyetin sert bir dünyadaki kırılganlığını anlatıyor.
Ve gelelim “timshel”e – kitaptaki en güçlü kelime. İbranice bir terim, İncil’den geliyor ve “hükmedebilirsin” anlamına işaret ediyor. Steinbeck, bunu Lee karakteri üzerinden öyle bir işliyor ki, adeta kitabın ruhu oluyor. Lee, Adam ve Cal ile yaptığı sohbette şunu söylüyor: “Günahla karşılaşacaksın, ama ona boyun eğmek zorunda değilsin; ona hükmedebilirsin.” Bu, özgür iradenin zaferi demek. Cathy günaha teslim olmayı seçerken, Cal bu kelimeyle bir umut buluyor. “Timshel”, bize şunu fısıldıyor: Kötülük içimizde olabilir, ama son sözü söylemek bizim elimizde. Steinbeck, bu kavramla hem karakterlerine hem bize bir ayna tutuyor: “Seçim senin, peki neyi seçeceksin?”
Cennetin Doğusu, sadece bir roman değil; insan olmanın ne anlama geldiğini sorgulatan bir destan. Evet, bazen “Bu kadar dramayı bir aile nasıl çeker?” diye gülümseyerek soruyorsunuz, ama Steinbeck’in kalemi o kadar güçlü ki, her satırda kendinizden bir parça buluyorsunuz. “İnsan kendi öyküsünü yazmazsa, başkaları onun yerine yazar” alıntısı, kitabın özünü özetliyor. Eğer aile bağlarını, iyilikle kötülüğün savaşını ve özgür iradenin gücünü keşfetmek istiyorsanız, bu kitap tam bir hazine.
Bitirmeden şunu sorayım: Siz “timshel”le karşılaştığınızda neyi seçerdiniz? Cal gibi savaşır mıydınız, yoksa Cathy gibi teslim mi olurdunuz? Cevabı bulmak için Salinas Vadisi’nin tozlu yollarına bir bilet alın – ama uyarayım, bu yolculuktan dönmek istemeyebilirsiniz!