Devlet yönetimi, bir toplumun huzurunu ve bütünlüğünü sağlamakla yükümlüdür. Ancak bugün sahip olduğumuz hükümet bunun tam tersini, hatta ve hatta üst düzey iç karışıklıkların çıkmasını istiyor. Daha düne kadar "kardeş" bildiğimiz insanlarla bugün karşı karşıya gelmiş, kutuplaşmanın, etnik ve dini…devamıDevlet yönetimi, bir toplumun huzurunu ve bütünlüğünü sağlamakla yükümlüdür. Ancak bugün sahip olduğumuz hükümet bunun tam tersini, hatta ve hatta üst düzey iç karışıklıkların çıkmasını istiyor. Daha düne kadar "kardeş" bildiğimiz insanlarla bugün karşı karşıya gelmiş, kutuplaşmanın, etnik ve dini ayrımcılığın içine çekilmiş durumdayız. Kariyer politikacıları, ellerindeki tüm propaganda araçlarıyla bu ayrışmayı körüklüyor, kitleleri yönlendirmek üzere medyanın her türlüsünü kullanarak gerilim ve terör ateşliyorlar. Hepimiz bu oyunun farkındayız, o yüzden bildiklerimizi tekrar etmek yerine, asıl sorulması gereken soruya odaklanalım. Köprüden önceki son çıkıştayız. Bundan sonra ne olacak?
Tarih, benzer süreçlerden geçen toplumların nasıl bir sona sürüklendiğini hepimize defalarca gösterdi. Osmanlı’nın son dönemlerinde içeride yaratılan ayrışmalar, dış müdahalelere zemin hazırlamış ve imparatorluğun çöküşünü hızlandırmıştı. 20. yüzyılda Yugoslavya, ayrılıkçı politikaların sonucu olarak kanlı iç savaşlarla parçalanmıştı. Günümüzde de aynı senaryonun farklı bir biçimde sahneye konduğunu görmek hiç de zor değil.
Bugün kendi topraklarımızdaki direnişin içinde terör örgütü sloganları yükselmiyorsa, bu, yarının daha büyük bir kaos getirmeyeceğini garanti etmez. Yanlış anlaşılmasın, burada "hainler aramızda olsun" gibi bir söylemden bahsetmiyorum. Tam tersine, şu an içinde bulunduğumuz süreç, bizi çok daha tehlikeli bir noktaya doğru götürüyor. Öyle ki, yakın zamanda çıkacak olan muhtemel af ile birlikte Öcalan gibi isimlerin serbest kalması söz konusu. Üstelik yalnızca bu değil; içerideki çatışmaları büyütüp, binlerce yabancı unsuru direnişin içine salarak olayların seyrini değiştirmeyi hedefliyorlar. Amaçları bu ülkeyi bölmekse, bizim hedefimiz de Türkiye Cumhuriyeti’ni laik, demokratik bir hukuk devleti olarak ayakta tutmak ve adaleti yeniden sağlamaktır. Biz parti başkanı, milletvekili, başbakan ya da birtakım makam sahibi kişiler değiliz, biz Cumhuriyet ve Atatürk ilkelerinin koruyucusuyuz, biz Ata'mızın bu şanlı ülkeyi emanet ettiği gençleriz, biz halkız.
Dolayısıyla, hedefinden şaşanı doğru yola yönlendirmeliyiz. Medya terörünü nasıl kullandıklarını hepimiz biliyoruz; biz de aynı kararlılıkla yazmalı, anlatmalı, çizmeli, her fırsatta gerçeği duyurmalıyız. Kendi safımızı korumalı, terör örgütü sloganlarını ve "marjinalleşmeyi" içimize sokmamalıyız. Önümüzdeki süreç kritik; bu noktada bilinçli olmak, aklıselimi kaybetmemek ve kalabalıklara karışınca bilincimizi yitirmemek zorundayız.
Tarihten alınacak dersler açıktır: Bir devletin ve milletin bekası, yalnızca güçlü bir ordu ya da ekonomik refahla değil, toplumsal bütünlük ve bilinçle de sağlanır. "Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe, ilini ve töreni kim bozabilir?" Milletimiz, hiç değilse şimdi kendi benliği ve değerlerine sahip çıkmak zorundadır. Unutmamak gerekir ki, törenin bozulması için göğün çökmesi gerekmez, içten içe çürütülmek yeterlidir. "Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Esen kalın.