Klişe bir senaryo, nasıl sıradıșı bir filme dönüşür hikayesidir, There Will Be Blood. Paul Thomas Anderson'un bir açıdan büyük risk alıp çektiği film, son 20 yılın en iyi filmlerinden birine dönüşmesine neden olmuştur. Filmin senaryosu tam bir klişe aslında. Klasik…devamıKlişe bir senaryo, nasıl sıradıșı bir filme dönüşür hikayesidir, There Will Be Blood. Paul Thomas Anderson'un bir açıdan büyük risk alıp çektiği film, son 20 yılın en iyi filmlerinden birine dönüşmesine neden olmuştur.
Filmin senaryosu tam bir klişe aslında. Klasik bir Western filmi görüntüsü veren film, derinlerinde Amerikan Liberalizmin doğuşunu, Para-Ahlak sarmalını, Baba-Oğul ilişkisini, Din-Toplum ilişkisini çok güzel vermektedir. Film boyunca bu bahsettiğim ilişkide, birbirine girmeden teker teker verip, filmin en sonunda bir paket halde izleyiciye sunması, senaryo bazında harika bir işe imza atılmasına neden oluyor. Özellikle ana karakterin 0'dan en tepeye çıkması ve bu çıkış esnasında "feda" ettiği şeyleri, o kadar kafa karıştırmadan yapıyor ki "senaryo matematiği" dediğimiz o sarmal yapı, birbirine hiç karışmıyor. Ki en başta da dediğim gibi filmi klişeden kurtaran, bir parça zor olan bir olay bu.
Filmin görüntüsü ise buram buram Western. Alabildiğine çöl, alabildiğine Amerika insan portresi. Özellikle kameranin yer yer alttan çekimler yapması, olayları etkileyici yapmakta. Bunun haricinde, Western filmi çektik bir uzun çekim yakışmaz mı klişesine hiç girmemesi Robert Elswit'in Oscar'da görüntü dalında Roger Deakins'in elinden çekip almasına sebep oluyor. (bilmeyenler için; Roger Deakins dediğimiz abi 1917'nin meşhur tek planci görüntü yönetmeni. Ayrıca The Shawshank Redemption, Blade Runner 2049'un da görüntü yönetmenidir kendileri.)
Filmin oyuncu açısından ise tam bir Daniel Plainview (Daniel Day-Lewis) show var. 3 kere en iyi erkek Oscar'ını alıp bu alanda rekoru elinde bulunduran Day-Lewis, kelimenin tam anlamı ile filmde döktürüyor. Mimikleri ile, hareketleri ile role öylesine adapte bir görüntü çiziyor ki filmi tek başına alıp götüren bir imaja giriyor. 12 Yıllık Esarette nefretimi kazanmayı başarmış Paul Dano bu filmde de ilginç bir şekilde nefretimi kazanmayı başardı. Yani, adam o kadar rol adamı ki dışarıda görsem var olan nefretim azaltmaksizin devam edebilir. Diğer yan oyunculuklarin da sırıtmadan Day-Lewis'e eşlik etmesi, filmin kurgusal açıdan muazzama kavuşmasını sağlıyor.
Daha önce İnception için dediğim bir şey bu filmde de kendini gösteriyor. Filmin müzikleri gerçekten muazzam. Yani, müzikleri filmden çıkarsak gerçekten klişe oğlu klişeye dönebilir duruma gelebilecekken, doğru zamanda - doğru müzikler ile gerçekten gerilim temposuna girmemizi sağlıyor. Normalden bir tık daha uzun olan film, belki de müzikleri sayesinde su gibi akan filmler listesine giriyor.
Genel olarak film olmuştur. Oscar'da No Country For Old Men'e kaybetmiş olsa da, bu film tamamen Paul Thomas Anderson kokan film olmuştur. Klişeye saplanıp kalmayan, üstüne daima bir şeyler ekleyerek ilerleyen, sonlarında bir küçük "Aaa" çektiren bu film, film gibi filmdir.
10/10