Çölden geçmek Leyla'ya ermek içindir.. Sezai Karakoç böyle diyor. Filmin replikleri ve "gönül çukuru" bahsi aklıma bu dizeyi getirdi. Çünkü Kont Almàsy Leyla'sına ermek için Afrika'nın ve kalbinin en kızgın çöllerini geçmişti. İyi bir film izlediğimde sevinmekten çok ekseriyetle acaba…devamıÇölden geçmek Leyla'ya ermek içindir.. Sezai Karakoç böyle diyor. Filmin replikleri ve "gönül çukuru" bahsi aklıma bu dizeyi getirdi. Çünkü Kont Almàsy Leyla'sına ermek için Afrika'nın ve kalbinin en kızgın çöllerini geçmişti.
İyi bir film izlediğimde sevinmekten çok ekseriyetle acaba tekrar aynı duygulara gark olacağım bir film izler miyim acaba diyerek üzülürüm. Bu filmde onlardan biri. Bir daha böylesi bir film izler miyim bilemiyorum.
9 dalda Oscar sahibi olan film Michael Ondaatje'nin 1992 yılında yayımlanmış aynı isimli romanından beyazperdeye uyarlanmış. Kont Almàsy gerçek hayatta yaşamış aslen Macar bir aileye mensup Habsburg Hanedanlığı zamanında dünyaya gelmiş bir asilzade. Romanda ve senaryoda gerçek hayat hikâyesi değiştirilerek anlatılsa da esasında da bir maceraperest.
Ralph Fiennes, Kristin Scott Thomas, Willem Dafoe, Juliette Binoche, Colin Firth ve Naveen Andrews gibi arka arkaya isimlerini okuyunca saygı duruşuna geçilecek isimleri buluşturan ve hatta bir aralık Das Boot efsanesiyle unutulmazlar arasına girmiş Jürgen Prochnow'u da göreceğiniz bir kadro. Okurken bile hayalinize sığdıramayacağız kadroyu izlerken neler hissedeceğinizi varın siz düşünün.
Filmde Kont Almásy (Ralph Fiennes) başta Mısır olmak üzere Kuzey Afrika'yı ve Sahra Çölü'nü haritalandırmak üzere çalışan çöle kendini adamış biridir. Katharine Clifton'da (Kristin Scott Thomas) aynı iş için orada bulunan ve fotoğraflama yapan kocasıyla birlikte Mısır'dadır. Sene 1939 ve dünya pür dikkat kıyametin kanlı gürültüsünü bekler halde. İkinci Dünya Savaşı'nın en zorlu geçtiği yerlerden biri de Kuzey Afrika Cephesi. İtalyanların Trablusgarp emelleri, Kuzey Afrika'nın santim santim bölüşülmesi, El Alamein'de yaşanan savaş, Erwin Rommel'e "Çöl Tilkisi" lakabını kazandıran olayların sadece kısa bir özeti. Kont Almásy ve Katharine Clifton'ın aşkı böylesi sarı bir çölde ihanetle yeşerdi.
Film bir uçak kazasıyla başlıyor. Kazadan Almásy derisi büsbütün yanmış şekilde çıkarılıyor. Sonrasında kazanın olduğu yerde bir yerlinin bulduğu "yüksüğün" hikayesini müttefik ordusuyla birlikte götüldüğü İtalya'da "İngiliz Hasta" olarak anılmaya başlamasıyla dinliyoruz. Kim olduğuna, yaşadıklarına dair bir fikri olmayan Almásy'e sevdiklerini savaşta bir bir kurban vermiş bu yüzden kendisini lanetli olarak gören Hana refakat etmeye başlar. Hana savaşa hemşire olarak katılmış bir Kanadalı'dır. Artık taşınmaktan bitap düşmüş Almàsy'i bir İtalyan manastırına nakledip orada bakmaya başlar. Tüm hikaye burada Almàsy'nin Heredot Tarihi kitabıyla çözülür. Yasak bir aşk, savaşta sevdiklerini kaybetmiş bir hemşire ve sonradan hikayeye dahil olan Caravaggio. Caravaggio (Willem Dafoe) savaş esnasında Almanların eline düşmüş casuslukla suçlanmış biri. Bunun bedelini ağır bir şekilde ödemiş olan Caravaggio bundan Almàsy'i sorumlu tutar ve öldürmek için peşine düşer. Almàsy'i bulduğunda ise öldürülemeyecek kadar kötü hâlde bulur. Belki de geçmişini hatırlatarak ona bir kurşun yarasından daha fazla zarar vermiştir. Bir İtalyan manastırı, kalbi kırık ancak işini yapmaya çalışan bir hemşirenin de hayatını değiştirmiştir. İngiliz ordusundaki Sih askerlerden biri olan mayın imha uzmanı Kip'le kendi lanetinin üstesinden gelmeyi umar.
Anlatınca çok karışık gibi görünüyor aslında lakin hikâye birbirinden farklı 4 insanın hayatanı bir İngiliz hastayla birleştiriyor. Bize şunu soruyor bir savaş mı daha yıkıcı yoksa yasak bir aşk mı? O kadar dolu dolu bir filmdi ki.. her şeyiyle.. müziğiyle, oyunculuğuyla, senaryosuyla her şeyiyle kusursuz. Filmin daha girişinde sizi karşılayan Macar ezgisi neyle karşılacağınıza dair bir ipucu veriyor. Film bittikten sonra düşündüğüm tek şey artık izlemek ya da dinlemek değil bu duyguyu yaşamak istediğimdi. İnsan hayatında bir kez olsun böyle bir aşk, sevgi ya da tutku ne derseniz tatmalı belki de.
Kristin Scott Thomas ve Juliette Binoche o kadar güzel ki diğer aktörlerin tüm karizmasını boşa çıkarıyorlardı sanki. Willem Dafeo ve Colin Firth gibi isimleri de aynı filmde izlemek görsel şölenden farksız. Üstüne daha ne denebilir bilemiyorum ben izlemekle yetinmeyip birde kitabını sipariş ettim bence daha fazla söze gerek yok, izlenmeli.