Bazı tespitlerim var, paylaşmak isterim: Öncelikle bu kesinlikle bir korku filmi değildir, aslında tam olarak bir zombi filmi de değildir. Bu bir kapalı mekan, hafif gerilimli •psikolojik• dram filmidir. Aksini iddia edenin daha önce hayatında hiç ana akım zombi filmi…devamıBazı tespitlerim var, paylaşmak isterim:
Öncelikle bu kesinlikle bir korku filmi değildir, aslında tam olarak bir zombi filmi de değildir.
Bu bir kapalı mekan, hafif gerilimli •psikolojik• dram filmidir. Aksini iddia edenin daha önce hayatında hiç ana akım zombi filmi izlememiş olması gerekir.
Bu, 'kendi iradesi olmayan insanların sanat planına yansıdığı', durumun kesinlikle temel etkeni olduğu ama merkezinde olmadığı bir yalnızlık kapanıdır.
Bu kapan, yol açtığı eylemlerle o kadar güzel yansıtılmıştır ki, insanın ara ara birbiri ardına gelen bu fotoğraf karelerini dondurup hüzünlü bir tablo gibi izleyesi gelir.
Tespitlerim burada bitiyor, gelelim yorumlarıma:
Favori dizilerinden biri The Walking Dead olan birinin filmi izlerken, TWD evreninde Paris'te yaşayan, sosyal yeteneği ortalamanın biraz altında, bahtı kara Sam'in psikolojik süreci olarak izlemesi muhtemel ve böylesi gerçekten çok ilgi çekici.
Sam'in kendisinin de dediği gibi, hayatta kalmasını sağlayan şey, aynı zamanda onu normalin dışında tutandı. Peki o ne yaptı, belki ara ara gelen pes edip çoğunluğa katılma deliliği dışında? Gerçi delilik zaten vardı, olmalıydı ve yadırganamazdı. Deliliğe tutunmak elinde kalan yegane şey olmalıydı. Ve yaptığı her şey bana o kadar doğal ve anlaşılır geldi ki, aynı durumda olsam aynı delilikleri yapardım. Bir sahne var ki, ne güzel delirdin biraz da şurada delir, dedim. Göndermesi de ayrı hoştu; konserlerde sahnedeki sanatçı ve sahnenin aşağısındaki çılgın dinleyiciler...
Yani insan yürüyen ölüleri izlemeyi sevse bile böyle bir şeyi ne kadar ve neden sevebilir ve bir zombili film, içinde ne kadar 'ruh' barındırabilir sorularının cevabı; Gece Dünyayı Yuttuğunda.
Oyunculara bakarsak, Anders Danielsen Lie, Denis Lavant ve Gülşifte Ferahani ile Norveç, Fransa ve İran'dan öne çıkan isimlerle güzel bir sentez yakalamışlar. Anders'ı daha önce Oslo filminde izlemiştim. Ferahani Hollywood yapımlarıyla yükselişte. Denis Lavant'ı Holy Motors'dan tanırsınız ve listemde izlemek için sabırsızlandığım Köprü Üstü Aşıkları gibi birkaç filmin daha kaçık başrol oyuncusu.
Filmin sonu hakkında kararsızlığa düştüm. Sade, filmin temposuna ve yapısına uygun bir son oluşturulmaya çalışılmış. Hikaye bir yer harici genel olarak iletişim aletlerinden de yoksun olduğundan ve bu durum merkezdeki kocaman yalnızlığı beslediğinden, örneğin yarım saat daha devam etseydi temadan uzaklaşır mıydı, belki evet. Biraz daha devam etmesini ister miydim, ona da evet. Fakat yönetmenimiz ilk uzun metraj filmine son olarak bunu uygun görmüş, bana da saygı duymak düşer.
Gönderinin sonunda ise sırada, her gün yeni 1 bilgi köşemiz var:
Zombi mitinin Haiti kültürü ve voodoo kaynaklı olduğunu ve ağırlıklı olarak Amerikan sinemasındaki yerinin maalesef kölelik ve sömürgecilikle yaşanan kültürel aktarım kaynaklı oluştuğunu biliyor muydunuz?
Bu konu ve genel olarak zombi filmleriyle ilgili okuduğum birkaç kaynağı meraklıları için paylaşıyorum. Şu şekilde aratıp bulabilirsiniz:
•Haiti Kültürü ve Zombiler (Levent Ertürk)
•Zombi Filmleri ve Ölümcül Deney Serisinin Analizi (Barış Tolga Ekinci)
•Batı Kökenli Popüler Korku Filmlerindeki Fantastik Korku İkonları (Bilgehan Ece Şakrak)