Filme ismini veren platform, dikey biçimde inşa edilen, her katında iki mahkûmun yer aldığı ve ortasında kare şeklinde bir boşluğun olduğu bir hapishanedeki yemek servisi için kullanılıyor. Bu platform sıfır noktasında, yani en üst katta en lüks, en şatafatlı yemeklerle…devamıFilme ismini veren platform, dikey biçimde inşa edilen, her katında iki mahkûmun yer aldığı ve ortasında kare şeklinde bir boşluğun olduğu bir hapishanedeki yemek servisi için kullanılıyor. Bu platform sıfır noktasında, yani en üst katta en lüks, en şatafatlı yemeklerle doldurulan bir davet masası olarak yola çıkıyor, ancak yüzlerce kattan oluşan hapishaneyi dolaşırken her katta iki dakika boyunca durduğu için en dibe inene kadar mahkûmlarca talan ediliyor. Oyunun kuralıysa basit, en üst kattakiler en iyi beslenenler oluyor alttakilere onların artıkları kalıyor. Sözde, sıfırıncı katta hapishanedeki herkese yetecek kadar yemeğin olduğu bir masa hazırlandığı iddia ediliyor hikâye dâhilinde. En alt kata gelene kadar yemeğin yetmemesinin sebebiyse mahkûmların aç gözlülüğü ve ihtiyacı olandan fazlasını yemeleri oluyor. Mahkûmların hücreleriyse rastgele bir şekilde her ay değiştiriliyor, böylece bir mahkûm hayatı boyunca zincirin en üstünde yer alıp semiremiyor.
Bu konseptteki hapishanede gözlerini açan Goreng adlı bir karakterle tanışıyoruz filmde. Goreng’in bu hapishaneye geliş sebebinin işlediği bir suç mu, kendi tercihimi mi olduğunu bir süre anlamıyoruz. Goreng safiyane biçimde burayı altı ay boyunca Don Kişot okuyup zihnini dinlendirebileceği bir yer olarak görüyor ki; bu hapishaneyi bir kendini iyileştirme yeri olarak gören çok. Lakin kendisinden epeyce yaşlı ve tecrübeli hücre arkadaşı, kazara bir göçmeni öldürdüğü için hapse atılan Trimagasi sayesinde bu hapishanede işlerin çok garip işlediğini öğreniyor. Film ilerledikçe Goreng başlardaki safiyane tutumunu ve masumiyetini yitiriyor; kendisini, yemek bulamadığı için birbirini yiyen mahkûmlarla kıyasıya mücadele ettiği, aklın sınırlarını zorlayan, böylesi bir durumun içindeyken bile ırkçılık, aç gözlülük, bencillik gibi insana özgü akıl hastalıklarının yol açtığı kan revan, pislik içinde bir kâbusun içinde buluyor. Tamamı yukarıda tarif ettiğimiz konseptteki hapishanenin içinde geçen, yer yer Goreng’in hapishaneye kabul ediliş görüşmelerinin de yer aldığı sahnelerde dahi dış dünyayı görmediğimiz, epey karanlık, gore sahnelerin de eksik olmadığı epey zorlayıcı bir görsel yapısı var The Platform’un. Film, başlangıcından itibaren hapishaneyle ve platformun işleyişiyle ilgili diyaloglara sırtını yaslayan bir anlatıyı tercih ediyor. Düşünsel olaraksa filmin altını adeta oyarcasına çizdiği şey, bir insanın başına gelebilecek en kötü şeyin yine başka bir insan olması. Zira filme göre sistem insanlara söz konusu yemeği, altındaki sayısız kattaki insanla bölüşmeye dair “eğitici” bir deney fırsatı sunuyor, ancak insanlar buna dair “iyileştirici” en ufak bir çaba bile sarf etmiyor.