Her zaman beni ağlatacak filmlerden kaçmış biri olarak şu an yatağımda oturmuş zırıl zırıl ağlıyorum. Filmlerin bize bir şey öğretmeyeceğine inananlar, lütfen bu filmi izleyin. Kendinizden kaçtığınız detaylar gözlerinizin önüne serilecek, görmezden gelemeyeceksiniz. Carpe diem, hayatımın her yerinde karşıma çıkan…devamıHer zaman beni ağlatacak filmlerden kaçmış biri olarak şu an yatağımda oturmuş zırıl zırıl ağlıyorum. Filmlerin bize bir şey öğretmeyeceğine inananlar, lütfen bu filmi izleyin. Kendinizden kaçtığınız detaylar gözlerinizin önüne serilecek, görmezden gelemeyeceksiniz.
Carpe diem, hayatımın her yerinde karşıma çıkan ama anlamından derinlere inip felsefesine dikkat etmediğim bir cümle. Anı yaşa, anı başar. Yaşamak ile başarmak benim için neredeyse aynı, o yüzden böyle söylüyorum. Bir şeyi almak ya da alamamak vardır, iki olasılık. Fakat bu olasılığı yaşamak için önce elini uzatmalısın. İşte o zaman başarmak ya da başarmamak senin için %50 orandadır. Hiçbir zaman elini uzatmazsan, işte o zaman 0'dır, koskoca bir 0. Başaramamak bile bundan daha yüksek bir orandayken neden bir şeyi yaşarken çuvallamaktan korkuyoruz? Neden olasılıklardan korkuyoruz?
Knox'tan başlamak istiyorum. Anı yaşamak ona dövülmeyi, reddedilmeyi getirdi. Olasılıklar içinde yüzüyordu, kaç kez dibe çekilmesine rağmen batmadı. Başarısızlıkları ve rezillikleriyle beraber bir bütündü o, yaşamıştı.
Daha trajik bir örnek, Neil. Bu konuya birçok yönden bakılabilir, benim baktığım yön ise kendi hayatımı da kapsıyor. Hiçbir zaman hayatımı sevmediğim bir şeyi yaparak geçirmek istemedim, istemiyorum da. Çünkü ikinci bir şansınız yok, aynı hayatın olasılıklarla dolu olması gibi. Bu bence çok büyük bir tezat, hayatın sana aldım verdim yapması gibi bir şey. Sana istediğin şeyi vermiyorum, ama umudunu yitirme belki bir gün verebilirim. Adil değil, hiç olmadı. Neil bütün bunları kaldıramadı, kalbim gerçekten paramparça oldu bu yüzden. Tüm bu curcunada harcanan o olmamalıydı, filme en kırgın olduğum nokta belki budur. Çok fazla kırgınlığım var, anlatamıyorum ama bu en kötüsüydü.
Gözlerimde yaşlar tükenmişken söylemek isterim ki, yapılan alıntı ve söylenen sözleri, okunan şiirleri anlayarak izlerseniz sizde çok şey çağrıştırıyor. Mesela beni Charlie'nin klarneti ile okuduğu şiirdeki "Gotta do more, gotta be more." dizesi çok etkiledi. Üzerinde düşündüğünüz zaman, her cümle aslında size çok şey anlatıyor ve filmi özetliyor.
Fakat filmde olmasını istediğim birkaç şeyden biri ilk ölü ozanlar derneğinden bize birkaç kesit izletilmesiydi. Merakla onu bekledim çünkü, o zamanki gençlerle şimdikiler arasında bi bağlantı kurulsun istedim. Çünkü bana kalırsa çok kopuk kaldı, daha güzel işlenebilirdi. Nasıl kurulduğundan, mağarada olmasına nasıl karar verildiğinden ya da nasıl dağıldığından bahsedilmeliydi. Belki de o zaman film bizi çok daha farklı yerlere götürebilirdi.
Oyunculuklar sevimli, film genel olarak saf bir senaryodaydı. Tertemiz bir film izlemiş olduk, tabii sonu benim için çok temiz olmadı. Kesinlikle tavsiye ediyorum efendim, 8/10.