En yönetmen seviyelerinde olmasa da bazı yönetmenler, çektiği her filmde yakaladığı başarı, sinema dünyasının gizli kahramanlarından biri yapar. Bu yönetmenlerden belki de en önemli temsilcilerinden biri olan Paul Thomas Anderson, Punch-Drunk Love ile sinemanın en gürültülü ve en zihin yoran…devamıEn yönetmen seviyelerinde olmasa da bazı yönetmenler, çektiği her filmde yakaladığı başarı, sinema dünyasının gizli kahramanlarından biri yapar. Bu yönetmenlerden belki de en önemli temsilcilerinden biri olan Paul Thomas Anderson, Punch-Drunk Love ile sinemanın en gürültülü ve en zihin yoran filmlerinden biri olmayı başarıyor.
Film belki bir There Will Be Blood ya da Phantom Thread kadar sükse yapmasa da, kendi muadilleri içinde inanılmaz bir dinamiğe sahip olması ve kendisinden sonra çekilen bazı filmlere "deniz feneri" görevi görmesi, filmin ne kadar olmuş sorusunun cevabıdır.
Punch-Drunk Love bir aşkın öyküsü desek yalan olmaz. Hayatı kız kardeşleri arasında geçen ve hayatın ritmine ayak uyduramayan Barry Egan'in gözünden aşık olma ile hayatı yoluna koyma paradoksu üzerinde ilerleyen film, senaryosal anlamda oldukça tatmin edici bir yapıda seyrediyor. Kendisi ile neredeyse aynı türde olan Uncut Gems'e gore senaryonun bilinçli bir şekilde, bulandirilmasi belki de onu türünün en iyi filmlerinden biri yapmasını sağlıyor. Tabi ki daha önce de dediğimiz gibi bunda Paul Thomas'in mükemmeliyetçi yapısının yani sıra, çizgisinden ayrılmamaya özen gösteren biri olması, filmin güçlü olmasını sağlayan faktörlerden sayılabilir.
Filmin oyuncu kadrosu ise tam bir Adam Sandler showu karşılıyor. Yıllardır çok yanlış filmlerde oynayan Sandler, belki de sinemanin en bahtsız kişilerinden biri yapıyor. Kişisel görüşüme göre, önüne gelen fırsatları iyi değerlendiren Sandler, belki de buradaki harika performansı ona Uncut Gems'in yolunu açıyor. Bunun haricinde Emily Watson, Mary Lynn Rajskub'un Adam Sandler'e uyum sağlaması filmin bir ahenk içinde yürümesine neden oluyor.
Filmin görüntü yönetmenliğini yapan Robert Elswit, Paul Thomas'i belki de Paul Thomas yapan etkilerden en önemlisi. There Will Be Blood kullandığı sabit kameranin aksine, filmde sürekli hareketli kameralar kullanması ve filme sürekli bir koşuşturmaca havası katması filmin genel havasına uyan en önemli etkenlerden biri oluyor. Bu etken, film boyunca izleyeni yorsa da bu yorgunluğa değer bir film yapıyor.
Filmde kullanılan müzikler, filmin sarhoşluk yapısına oldukça uygun bir kıvamda desek yalan olmaz. Arka planda sürekli kendini tekrar ederek akan müzik, beyinlerde küçük bir şok etkisi yaratsa da, muadili Uncut'daki gibi yormamasi ve filmin önüne 'gürültü' açısından kesmemesi filmin müzikal anlamda da olmuş olmasını sağlıyor.
Genel olarak Paul Thomas, benim gözümde hakkı yenen yönetmenlerden biridir. Ödülsel anlamda girdiği her yarıştan ödülsuz ayrılmayan yönetmen, Punch-Drunk Love gibi yorucu ve oradan oraya savrulan filmde bile Cannes'a gitmeyi ve eli boş dönmemeyi başarıyor.
Kısacası, izlenmesi zor olsa da kendi türünün en nadide eserlerinden biri olan bu film...
Benim için;
9/10