Spoiler içeriyor
İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda sıcak çatışmanın bittiği ancak korkusunun devam ettiği Soğuk Savaş Dönemi’nin belki de en büyük etkisi savaş sonunda Berlin bir diğer adıyla Utanç Duvarı’yla ikiye ayrılan Almanya hissetmişti. Almanya’nın Batı’sı ABD, Fransa ve İngiltere güdümünde kalırken Doğu…devamıİkinci Dünya Savaşı’nın sonunda sıcak çatışmanın bittiği ancak korkusunun devam ettiği Soğuk Savaş Dönemi’nin belki de en büyük etkisi savaş sonunda Berlin bir diğer adıyla Utanç Duvarı’yla ikiye ayrılan Almanya hissetmişti. Almanya’nın Batı’sı ABD, Fransa ve İngiltere güdümünde kalırken Doğu kısmı SSCB’nin mandası altına girmişti. Sanırım net olarak görülüyor ki Batı tarafında “kapitalizm” Doğu tarafında ise “komünizm” hüküm sürüyordu.
Doğu Almanya artık bir “demir perde ülkesi” gibi işliyordu. Yasaklar, baskılar, fişlemeler, kara listelerle insanlar bir mengene içinde kıstırıldığından yoğun olarak Batı tarafına yani özgürlüğe doğru göç veriyordu. Hatta Hans Konrad Schumann gibi Batı’ya kaçan bazı kimseler simge olmaya başlamıştı. Bu dönemde baskıyı ve gücü devlet elinde tutan “Stasi” yani Doğu Almanya Devlet Güvenlik Bakanlığı insanların attığı her adımın takibini yapıyordu. Burada kesinlikle bir abartı olduğunu kimse düşünmesin öyle ki eşler bile birbirlerini ihbar eder hale gelmişti. Bu filmin başrol oyuncusu Ulrich Mühe bile karısı tarafından jurnallendiğini iddia etmişti.
Uzun bir giriş oldu fakat durumu özetlemeden filmden bahsetmem imkansızdı. Film Never Look Away gibi son dönemlerin en iyi filmine imza atmış Donnersmarck'ın elinden çıkma. Stasi’de görev alan Yüzbaşı Gerd Wiesler kurumun en iyi çalışanıdır öyle ki okul hayatından bu yana kendisini tamamen “partinin kılıcı ve kalkanı” olmaya kanalize etmiş bir sorgu memurudur. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar detaylandırmasını bir ders esnasında anlattıklarıyla bizi hayrete düşürerek gösteriyor. Wiesler Kültür Bakanı’nın kişisel husumeti yüzünden oyun yazarı sanatçı Georg Dreyman’ı takiple görevlendirilir. Georg Dreyman’ın burnunun dibine yuvalanan Stasi ekibi artık onun her anını kayıt altına almaya başlamıştır. Bu takip esnasında Wiesler müthiş bir dönüşüm geçirir. Onun bu yaşadığı şeyi gözlerinin içinde görmem bana kendimi hatırlattı. İdealleri olan ve hayatını buna adamış bir adamın yaslandığı duvarın nasıl çöktüğüne şahit oluyoruz birden bire. İnandığı her şeyin birer düzmece olduğunu fark ediyor Wiesler. Başkalarının hayatına vakıf olurken kendi hayatını yaşamadığını fark ediyor ve bunu yalnızca gözlerinden süzülen tek bir damla yaşla anlatıyor. Koca bir hayat. Gerd Wiesler olarak değil "HGW XX/7" olarak sürülmüş koca bir hayat. İnandığı şeyi yitiren bir insandan daha kötü ne olabilir bu koca dünyada.
Geard Wiesler’e hayat veren Ulrich Mühe hayat verdiği role hazırlanmasını sadece “hatırladım” diye izah etmiş. Empati yapmadan, yürekten anlamadan bu rolü böylesi oynamak mümkün değildi. Kendisi mide kanseri yüzünden genç yaşında aramızdan ayrılmış ancak geriye müthiş bir destan bırakmış.
Filme dair aslında anlatacak çok şeyim var. Doğu Almanya'nın var olan yönetimi, demir perde ülkelerindeki sıkıyönetim hâli ve insanların zaman içinde güvensizleşmesi. Bunun sonucunda başta Macaristan olmak üzere intihar oranlarının gittikçe yükselmesi gibi bir dizi problem. Gelin görün ki yönetimin bunu intihar değil kendini öldürmeyle bir cinayet sayıp oranları yasaklaması.. göz alabildiğine bir dikta. Film için başka ne diyebilirim, bu hisleri nasıl kelimeye dökebilirim bilemiyorum o yüzden “izlemelisiniz” demekten gayrı elimden bir şey gelmiyor. Bende Wiesler’e kendi hayatının kapısını aralayan Alman şair Brecht’ten bir şiir bırakarak yazımı sonlandırıyorum.
“-Karanlık dönemlerde peki,
Şarkı da söylenecek mi?
-Elbette şarkılar da söylenecek
Belgileyen karanlık dönemleri.”