Spoiler içeriyor
"Batması mümkün değil. Tanrı bile bu gemiyi batıramaz." Bir şeyleri erteleme huyum sağ olsun, 1-2 gün dediğim halde yaklaşık 10 güne uzayan Titanic yorumumla sizlerleyim. Gerçekten merak edip de paylaşımı bekleyen olduysa kusura bakmasın lütfen. Şimdi tam olarak yoruma geçmeden…devamı"Batması mümkün değil. Tanrı bile bu gemiyi batıramaz."
Bir şeyleri erteleme huyum sağ olsun, 1-2 gün dediğim halde yaklaşık 10 güne uzayan Titanic yorumumla sizlerleyim. Gerçekten merak edip de paylaşımı bekleyen olduysa kusura bakmasın lütfen.
Şimdi tam olarak yoruma geçmeden önce bir şey söyleyeyim. Bana göre bu filmin tam olarak etkisine girebilmek için duygusal olarak da belli bir şeyiniz olması gerekiyor. Hikayeye, karakterlere ısınıp olayları ona göre yorumlamak gerekiyor ki benim çoğu zaman yapabildiğim bir şey değil bu :)
Ayrıca bu tarz aşk hikâyelerindense kendi bakış acıma göre daha olanaklı ve realistik aşk hikayelerini daha çok sevdiğimi belirteyim.
Uzun zaman boyunca filmde beni rahatsız eden şeyin ne olduğunu aslında anlamadım. Ta ki bugüne kadar... Bugün izleyince kafama dank etti ki benim sevmediğim şey aslında tam olarak hikayesi değil. Titanic bana her zaman modern zamanın Romeo ve Juliet'ini anımsatır ki onu neden sevmediğimi açıkladığım bir yorumum var. Kısmen bunun için de geçerli aslında.
Rose ve Jack. İki ayrı dünyaların insanları...
Peki bir soru sormak istiyorum. Jack, Rose' un hayatını kurtarmasaydı Rose Jack' e aşık olur muydu? Aşık olmayı geçin Jack, Rose' un hayatının kenarından geçebilir miydi?
Ki, bana göre cevap hayır. Filmin başında da gördüğümüz gibi Rose aslında üst tabaka insanlarının özelliklerini birebir taşıyan bir insan. Aslında Jack de bunun farkında ki bu hoş bir detay.
Jack' in Rose'u ilk gördüğü sahneye gidelim. Rose, Jack' e öylesine bakıp geçmiş, onun kendisine dikkatle baktığını görünce ikinciye dönmüştü ki bu bakışların ikisi de uzun süreli değildi ve etkilenmeye dair bir iz taşımıyordu. Bu yukarıdaki soruya kısmen bir cevap aslında.
Rose o iskeleye çıktığı zaman ise ciddi ciddi atlamayacaktı bence. Jack gelse de gelmese de vazgeçeceğini düşünüyorum ben. Aslında yaşadığı tüm bunalımların, baskıların arasında kendisine uzanacak bir el arıyordu. Biri kendisini oradan çekip çıkarsın istiyordu. Ki, bu el hikayeye göre Jack. Rose, uzun süre karanlıkta kaldıktan sonra gördüğü ışıkmışçasına Jack'e sarıldı.
Bence Rose, Jack'in kendisine hissettirdiği özgürlük ve heyecanı seviyordu.
Rose'un nişanlı olduğunu bile bile ve yanlış anlaşılacağını da göze alarak Jack ile bu kadar yakınlaşmasını sevemedim ki aslında Rose' a olan tüm antipatimin başladığı yer burası. Rose, para ve şöhreti Jack'e tercih etmiş birisi. Sonunda her ne kadar yine Jack'e dönse bile ne önemi var? Bu kadar seviyorsa eğer başından beri onu seçmez miydi?
Sonra başka bir sevmediğim hareketi, Jack' in hırsızlık yapmadığına inanmamasıydı. Bende orası tamamen Rose' a karşı bir cephe oluşturdu açıkçası.
Ve son olarak, Titanic battıktan sonra Jack ona veda etmeden veda ederken bir kere olsun Jack ile ilgili sitemde bulunmamasıydı. Sanki onun öleceğini çoktan kabullenmiş gibi, sanki onu kurtarmaya değmezmiş gibi. O tahtanın ikisini birden almayacağını biliyorum, ikisinden biri illaki ölecekti ancak Rose' un öylece kabullenip "Beni bırakma." bile dememesi çok sinirimi bozdu. Rose hakkında daha konuşsam konuşurum ama birkaç kelime de Jack hakkında konuşup bitirmek istiyorum.
Jack, filmde gerçekten sevdiğim bir karakter. Başından beri kim olduğunu bilen, olmadığı biri gibi davranmayan birisi. Rose'a hiçbir zaman yapamayacağı bir şey söylememiş, kendisinin nasıl biri olduğunu açıkça söylemiştir. Ölmesine cidden üzüldüm.En azından Rose' un, Jack' in soyadını alması güzel bir hareketti.
Aslında söyleceğim birkaç şey daha vardı ama unuttum, neyse burada bırakayım. Belki ileride bir gün, filmi yeterince hissedebileceğim bir gün tekrar izlerim ve daha çok severim :)