Öyle aşklar var ki zaman ve mekan üstü boyutlarda yaşanıyor. Modern zaman masalı gibi bir film diyebilirim. Naif, dinlendiren, huzur veren atmosferiyle size iyi gelecek bir film. Sırf köprü sahnesi için bile izlenir 😊
"Eğer toprak sahibi toprak sahibiyle, zengin zenginle, cahil cahille evlenirse, hiçbir işe yaramayacağını düşünüyorum. Eğer okuyanlar cahillerle, zenginler fakirlerle, evsizler toprak sahipleriyle evlenirse çok daha iyi olur. Böylece herkes birbirine yardım etmiş olur. Bence en iyisi bu."
Yitiklere ve unutulmuşlara... İpin ucundaki bir adam, karşı dairede yaşayan kadında yaşamaya değer bir şeye rastlar. Bu sebeple hayatın her yönüyle kendisine s...tir çektiği hikayesinin kahramanı olmaya cüret eder. Figuranlıktan kahramanlığa giden yolda herşeyi göze aldıran aşkın gücü, bir kadının…devamıYitiklere ve unutulmuşlara...
İpin ucundaki bir adam, karşı dairede yaşayan kadında yaşamaya değer bir şeye rastlar. Bu sebeple hayatın her yönüyle kendisine s...tir çektiği hikayesinin kahramanı olmaya cüret eder. Figuranlıktan kahramanlığa giden yolda herşeyi göze aldıran aşkın gücü, bir kadının öpücüğü ile adam öldürme cesareti veren aşkın gücü tam da üçüncü sayfalık. Duvarda asılı film afişleri özetler tüm olan biteni. -Dört yanım cehennem, -Ağlıyorum kahrımdan, -Küskünüm.... Hayatta ne kadar çok gerçek İsa ve ne kadar çok sahte, yalancı Meryem var dedirten film, yitiklere ve unutulmuşlara ithaf edilir.
Filmde, yetimhaneden alınıp birbirlerinden ayrı bırakılan iki kardeşin dramatik hikayesi anlatılıyor. Erkek kardeş Ali tamirci çırağı olarak bekar evlerinde hayat mücadelesi verirken, kız kardeş Zuhal evlatlık verildiği ailenin babası tarafından kuma olarak düşünülüp eve kapatılmış halde kaderini beklemektedir. Kardeşinin böyle…devamıFilmde, yetimhaneden alınıp birbirlerinden ayrı bırakılan iki kardeşin dramatik hikayesi anlatılıyor. Erkek kardeş Ali tamirci çırağı olarak bekar evlerinde hayat mücadelesi verirken, kız kardeş Zuhal evlatlık verildiği ailenin babası tarafından kuma olarak düşünülüp eve kapatılmış halde kaderini beklemektedir. Kardeşinin böyle bir duruma düşmesine razı olmayan Ali, kardeşini alıkoyan aile bireylerini bıçaklayarak o evden kardeşini kurtarır. İşlediği suçun bedelini ödememe ve kardeşini koruma içgüdüsüyle birlikte motosiklete atlayıp İstanbul u terk ederek şehirden uzakta bir ormana sığınırlar. Bu ormanda başlarını sokacakları derme çatma bir ''yuva'' kurarlar. Ali her gün yakındaki kasabaya çalışmaya giderken, Zuhal ormanda doğanın kollarında akşama kadar Ali nin gelmesini bekleyerek günlerini geçirir. İki kardeşin ormanda, insan için en ilkel şartlara karşı verdikleri mücadeleye hayranlıkla şahit oluyoruz. İzlediğimiz şey sadece bedensel olarak yaşam mücadelesi değil tabi ki. Aynı zamanda insanın ruhsal dünyasındaki değişken ve tehlikeli olabilecek duygu durumları ile buna karşı vereceği mücadelenin de ne kadar zor olabileceğini izliyoruz. İki kardeşin ergenlikten yetişkinliğe geçişini, bu geçiş sürecinin sancılarına da şahit oluyoruz. Doğanın koynunda yaşadıkları ruhsal ve bedensel dönüşümün sonunda, kozadan kelebeğe bir dönüşüm beklerken, anne ve babaya olan ihtiyacın yüzümüze tokat gibi vurulduğu bir son ile bitiyor film. Doğa bir süre onları koynuna alıp besleyip, onlara sığınak olsa da ruhlarının açlığını tatmin edemiyor. Doğa, yuvanın ve ailenin yerini alamıyor. Diğer filmlerinde de olduğu gibi bu filmde de Reha Erdem insanın iç dünyasına yönelik bir mercek tutuyor. Bu dünyanın yakın plan detaylarını bize sunuyor. Yalnızlık, sevgisizlik, bir yere ait olamama, erişkin olma, kıskanmak, sevmek, sahiplenmek gibi bir çok imgenin işlendiği filmde aynı zamanda bir çok metafor kullanılıyor. Örneğin ormanda gördükleri keçiye baba diye seslenmelerini anlamlandıramamıştım. Bir arkadaşım keçi figürü için aslında doğa tanrısı Pan olabileceği yorumu yapmıştı. Benzer ufuk açıcı yorumlar ile filmin farklı okuma ve anlamlandırmalara yönelik kapılar açtığını söyleyebilirim. Filmin görsel şöleni eminim tüm izleyenleri büyüleyecektir. Türkiye de böyle mekan var mı diye sorduran orman sahneleri İğneada Longoz Ormanlarında çekilmiş. Bir çok festivalden ödülle dönen filmi sinema severlere tavsiye diyorum. İyi seyirler
Koreli göçmen bir ailenin 1980'lerde Amerika kırsalına yerleşip hayata tutunma mücadelesini anlatan bir film. Bir yanda çifftçilik yapmaya karar veren babayı bekleyen zorlukları, diğer yanda anne, cocuklar ve anneanne arasındaki masum, saf, neşeli ve bazen hüzünlü ilişkileri anlatan bir film.…devamıKoreli göçmen bir ailenin 1980'lerde Amerika kırsalına yerleşip hayata tutunma mücadelesini anlatan bir film. Bir yanda çifftçilik yapmaya karar veren babayı bekleyen zorlukları, diğer yanda anne, cocuklar ve anneanne arasındaki masum, saf, neşeli ve bazen hüzünlü ilişkileri anlatan bir film. Özünde iyi bir ruha sahip, ağzı bozuk, süper komik anneanne ile torunu David arasındaki ilişki beni tekrar çocukluğuma götürdü. Bence filmi izleyen herkes onların ilişkilerinde kendilerinden birşeyler mutlaka bulacaktır. Özellikle benim gibi babası sürekli tayinlerle Anadolu nun en ücra köşelerini gezen ve hiçbir zaman bir yere ait olamayanlar küçük David i daha iyi anlayacaktır.
Aslında film için, sahip olmadıklarınızla mutsuz olmak yerine sahip olduklarınızla mutlu olmanın çarpıcı bir tasvirini yapiyor diyebilirim. Film, gündelik hayatın sadeliğinde ve küçük şeylerde tatmini bulup mutlu olmak için harika bir hatırlatma görevi görüyor. Her zaman sade, mutevazi olanda bir sihir oldugunu düşünüyorum, sadece ona talip olup onu aramamız gerekiyor.
Film aynı zamanda birçok farklı kaybetmeyi ve yeniden bulmayı temsil eden imgelerle dolu. Ev kaybı, değer kaybı, para kaybı, iletişim kaybı, konfor kaybı, sağlık kaybı gibi. Ama tüm o kayıpların ve tüm bu acıların içinde bir yeniden doğuş izliyoruz. Bir nevi sıfırlama, yeniden başlama diyebiliriz. Minari bize sahip olduklarımıza değer vermemiz gerektiğini ve bunlar icin şükretmemiz gerektiğini öğütlüyor. Filme eşlik eden piano ve doğa sesleri sizi sahnelerin içine çekiyor diyebilirim. Ayrıca ruha dinginlik veren doğa sahnelerini övmeden olmaz. İzlemenizi tavsiye edeceğim bir film. İyi seyirler.
Film, bir iş kazası ile yüzü yaralanan ve yüzünde oluşan çirkinliğin görünmemesi için yüzünü bandajla kapatan Okuyama'nın trajik hikayesini anlatıyor. Yüzündeki tahribat nedeni kendi kabuğuna çekilen Okuyama, topluma ve karısına giderek yabancılaşmış ve kendinden başka herkese düşman olmuştur. Şu replik…devamıFilm, bir iş kazası ile yüzü yaralanan ve yüzünde oluşan çirkinliğin görünmemesi için yüzünü bandajla kapatan Okuyama'nın trajik hikayesini anlatıyor. Yüzündeki tahribat nedeni kendi kabuğuna çekilen Okuyama, topluma ve karısına giderek yabancılaşmış ve kendinden başka herkese düşman olmuştur. Şu replik onun ruh halini özetler aslında: ''Dünyadaki son ışığa kadar hepsini söndürmek istiyorum. Ya da tüm insanların gözlerini oymak istiyorum.'' Yaşadığı aşağılık kompleksinden kurtulmak için işinde uzman bir doktordan kendisi için insan tenine benzer bir maske yapmasını ister. Yapılan maske ile özgürlüğün ve kimliksizliğin tadını çıkartacaktır. Yapılan maske hem doktor hem Okuyama için aslında bir deneyin aracı haline gelmiştir. Okuyama yeni yüzü ile yabancı birisi olarak karısını baştan çıkartmayı deneyecektir. Bu amacında başarılı oluyor mu? Cevabı merakınıza bırakıp sürprizlere hazır olun diyerek spoiler vermeyi bırakayım. Kobo Abe 'nin aynı adlı romanından uyarlanmış bir film. Romanı okumadım ancak filmi çok beğendim. Kobo Abe'nin Kumların Kadını romanından uyarlama filmini birisinin tavsiyesi ile izlemiş ve çok beğenmiştim. Bu filmi de tavsiye ederim. Bir başkasının yüzü filmi bir çok alegori ile dolu iken bir o kadarda izleyiciye sorulan sorduran bir film. Film bana bir çok nokta da Bergman'ın Persona filmini anımsattı. Bu filmi de tavsiye ediyorum :) Filmden aldığım mesaja gelecek olursak eğer: yüzlerimiz için ruhlarımızın kitap kapağı diyebiliriz. Sosyal ilişkilerimizde yüzlerimizi kullanırız ve onları olabildiğince güzel gösteririz. Bu güzelliği sadece insanları etkilemek için değil, aynı zamanda sosyal kabul ve onay için de kullanırız. Herkes kendi maskesinin arkasına saklanır ve her insan hayatı boyunca birkaç maske takar. Ya da size dayatılanı takmak zorunda kalırsınız. Bu maskeleri o kadar benimseriz ki bize gerçek kimliğimizi unutturur. Maske kişiliğimiz oluverir. Bazen de bilerek maskelerin ardına saklanıp insanları kandırabilmenin yollarını ararız. Ama kaderin cilvesi ki bazı maskeler düşer...
Kieslowski filmlerinin müdavimi olarak üç renk(mavi) den sonra Kieslowski'nin en beğendiğim filmi diyebilirim. Film, içine kapanık posta çalışanı genç bir erkeğin (Tomek), orta yaşta anı yaşayan güzel bir kadına (Magda) olan saf aşkını ele alıyor. Tomek her akşam evinin penceresine…devamıKieslowski filmlerinin müdavimi olarak üç renk(mavi) den sonra Kieslowski'nin en beğendiğim filmi diyebilirim. Film, içine kapanık posta çalışanı genç bir erkeğin (Tomek), orta yaşta anı yaşayan güzel bir kadına (Magda) olan saf aşkını ele alıyor. Tomek her akşam evinin penceresine kurulu teleskop ile karşı apartmandaki Magda'nın evini gözetler. Onun ev halinin tüm detaylarına şahit olur. Onun üzüntülerini, sevinçlerini, uyumasını, yemesini her hareketini bilmektedir. İzlerken içini acıtan sevişmelerine katlanamaz sadece.
Magda onun aşkına ilk önce inanmaz. Bir süre sonra o da onu sever. Çünkü hiç kimse onu Tomek gibi sevmemiştir. Tomek'in aşkını itiraf ettiği ve sonrasında çıktığı çatı sahnesi beni en etkileyen sahne oldu. Fazla spoiler verip film zevkinizi eksiltmek istemem.
Film sonunda çıkardığım bir iki dersi paylaşayım. Tomek'in Magda'nın kışkırtması ile bir anlık bedeni arzusuna yenildiği an ve sonrasında yaşadığı kirlenmişlik ve pişmanlık ve intihar düşüncesi. Aşk ne zaman biter sorusunun cevabı gibidir bu sahneler. Aşk kavuşunca bitmektedir. İnsanlar suretlere kendi yükledikleri anlamı severler aslında. Suretin aslına kavuşunca aşk biter. Çünkü gerçeği ile içinde yarattığı kişinin bambaşka kişilikler olduğu ile yüzleşmesi çok acı vericidir.
Tomek'in kendisini gözetlemesini sapıklık yada en hafifi ile takıntılı bir durum gibi değerlendiren Magda' ya hak verebilirsiniz. Onun saf sevgisine şahit olduktan sonra en azından Tomek' e hak verdim. İnsan zanlarından kurtuldukça olgunlaşıyor. Bazen hareketlerimizin görünen kısmı ile birbirimizi yargıladığımız, cezalandırdığımız olur. Magda'nın özeline izinsiz giren Tomek birilerinin gözünde röntgenci ve ahlaksız görülebilir. Benim için, sevdiğinin her şeyini bilmek isteyen, her fırsatta onu görmenin yollarını arayan, sadece onu görünce mutlu olan bir aşıktır. Tomek'in aşkı, tüm tensel arzu ve isteklerden arındırılmış saf aşktır çünkü. Yeryüzünde saf aşkı yaşayan insanların olacağını düşünmek ne bahtiyarlık.
Kieslowski filmlerinde müziği çok ustaca kullanıyor. Kahramanların duygu durumlarını besleyen bir müzik anlayışı var. Filmin müzikleri harika. Ayrıca filmin süresi kısa sayılabilir. Sizi hiç yormayacak bir film diyebilirim.
Paterson, izlediğim en naif filmlerden biri diyebilirim. Film, her gün aynı rutini gerçekleştiren şair bir otobüs sürücüsü olan Adam Driver’ın Paterson şehrindeki sıradan hayatının bir haftasını izleyiciye sunuyor. Adam ın çok sakin ve birbirinin tekrarı şeklinde yaşadığı günleri, bazılarımız için…devamıPaterson, izlediğim en naif filmlerden biri diyebilirim. Film, her gün aynı rutini gerçekleştiren şair bir otobüs sürücüsü olan Adam Driver’ın Paterson şehrindeki sıradan hayatının bir haftasını izleyiciye sunuyor. Adam ın çok sakin ve birbirinin tekrarı şeklinde yaşadığı günleri, bazılarımız için sıkıcı gelebilir. Bir çoğumuz icin sıkıcı olan bu rutinler otobüs şoförünün şahsında o kadar güzel bir hale bürünüyor ki film bu güzelliği eksiksiz bir şekilde size hissettiriyor. Yaşamak istediğim türden bir yaşam olarak onun hayatı bende gerçekten gıbta uyandırdı. Adam ’ın otobüs şoförü olarak yaptığı işte başka bir güzellik var. Bence tamamen normal bir insan olabileceğimiz ve yine de mutlu olabileceğimiz fikri bu güzelliği besliyor. O şelalenin yanında oturmaktan, otobüse binmekten, köpeği yürüyüşe çıkarmaktan ve karısının istekleri karsısında hep memnun. Belki ona mutluluk veren bu eylemler değil, sürekli yazdığı şiir ve şiirsel gözlemlerdir. Postmodern ilgisizlik ve vahşi kapitalizm dünyasında kendi kendisine yeten birini gözlemlemek bana oldukça keyifli, rahatlatıcı ve ilham verici geldi. Filmden sonra, insanin şiir, edebiyat, sinema , fotoğraf ya da herhangi bir sanatsal aktivite içinde sonsuz güzelliği ararken, yaşadığı zaman ile barış içinde olması fikri beni sarıp sarmaladı. Bu fikir ile başkalarının can sıkıcı bulduğunu siz güzel bulur; başkalarının depresyon gördüğü yerde, siz hayatı görürsünüz. Elinizdeki ile mutlu olmak, gösterişten, görünür olmaktan uzak, sadelikten yana olmak, kanaatkar olmak aslında bizim kültür kodlarımızda da var olan bir yasam tarzı. Böyle bir yaşamı sürdürenler ne kadar talihli insanlardır. Adam gibi şiirleriniz yok edildiğinde bile üzülmez, etkilenmezsiniz. Tıpkı Adam gibi yeniden yazarsınız, çünkü sizi mutlu eden yazma eylemidir, ne kadar başarmış olduğunuz değildir.
Film sinematik olarak da bence çok iyi. Müziklerini de çok beğendim. Müzikler sahnelere, naifliği hissedip fark etmeyeceğiniz şekilde dahil edilmiş diyebilirim. Filmin 11. dakikalarında fonda çalan arapça yada farsça şarkıyı bilen olursa yazabilir. Bir de dip not; karısının yaptığı gizli turtayı bence beğenmemişti :)
Spoiler içeriyor
Bir arkadaşımın tavsiye üzerine 5 yıl önce izlemiş, üzerinde okumalar yaparak arkadaşım ile uzun uzun konuşmuştuk filmi. Tekrar izleyince Solaris'in bana tüm sırlarını açıklamadığını düşündüm . Filme adını veren kurgusal gezegenin sürekli değişen, köpüren ve çalkalanan yüzeyi gibi, Solaris'in de…devamıBir arkadaşımın tavsiye üzerine 5 yıl önce izlemiş, üzerinde okumalar yaparak arkadaşım ile uzun uzun konuşmuştuk filmi. Tekrar izleyince Solaris'in bana tüm sırlarını açıklamadığını düşündüm . Filme adını veren kurgusal gezegenin sürekli değişen, köpüren ve çalkalanan yüzeyi gibi, Solaris'in de her izlendiğinde zihninizde değişen düşünceler, algılar oluşturacağını düşünüyorum .
Film, geçmişi sorunlu bir psikoloğun Solaris isimli bir gezegenin üzerinde bulunan uzay istasyonuna gönderilmesinin hikayesini anlatıyor. Psikolog istasyon mürettebatının olağan dışı davranışlarını incelemek amacıyla gönderilmiştir. Oraya vardığında kimse merhaba haykırışlarına cevap vermez, etrafta israf ve sağır edici bir sessizlik vardır.
Solaris bir tür zeka ve güce sahiptir. Istasyondaki mürettebat üyelerinin bilinçaltından hayaller üretip, bu hayalleri bir bedene büründürmektedir. Bunu bilim adamlarının zihinlerinin görüntülerini kullanarak yapmaktadır. Aslında bilim adamlarının gördüğü hayaletler kendi vicdanlarının ürünleridir. Burada verilen mesajlardan biri sanırım kendi gezegenimiz dışında keşif meceraları pesinde koşarken insanlığı ne gibi tehlikelerin beklediğinin bilinmezliğidir. Psikologun kendi halüsinasyonlarına şahit olması çok uzun sürmez ve ölü karısı Hari bir sabah aniden belirir. Burada spoiler vermeyi bırakıp, devamını merakınıza havale ediyorum.
Peki Solaris nedir? İstasyondaki insanlara ne oluyor? Tarkovsky bize gösteriyor ama nedenini söylemiyor. Kendimiz hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğimiz halde neden keşifler peşindeyiz? Ve insan türünün evreni anlamadaki yetersizliğinin boyutu nedir?
Yıldızları gözlemliyoruz ama gözümüzün arkasında uzanan engin bir okyanusu, kendi zihin ve kalp dünyamızı görmezden geliyoruz. Ve yine insan türünün kendi kalbini anlamadaki yetersizliğinin boyutu nedir?
Film; sizi sevgi, pişmanlık, vicdan, aşk, muhasebe gibi kavramlar üzerinde uzun uzun düşündürmeye kapı aralayacaktır.