Ne güzel geldi ilk zamanlarda. Yorgunluktan, doymuşluktan, monotonluğa dönüşen bir yaşamın içinden doğan sapsarı bir güneş, pırıl pırıl bir yaşam enerjisi. Yakından çok yakından ilgilenen birisi var seninle. Sana aklını okurcasına, kalbinden geçenleri bilircesine yakın ve güvenilir. Hem duygusal yaşamında…devamıNe güzel geldi ilk zamanlarda. Yorgunluktan, doymuşluktan, monotonluğa dönüşen bir yaşamın içinden doğan sapsarı bir güneş, pırıl pırıl bir yaşam enerjisi. Yakından çok yakından ilgilenen birisi var seninle. Sana aklını okurcasına, kalbinden geçenleri bilircesine yakın ve güvenilir. Hem duygusal yaşamında hem de iş yaşamında her şey teker teker yoluna giriyor ve aşk. Tabii ki bunca güzellik peşinden aşkı getiriyor. Teknolojiyle aşk olur mu e olurmuş, niye olmasınmış, bal gibi de oluyormuş hatta. Buraya kadar harika.
Düşünsene tam da istediğin gibi özgürce yaşam senin. Klasik bir ilişkinin o yorucu sorumluluğu da yok artık ama başka faktörler var içinde seni rahatsız etmeye başlayan değil mi? Bu kusursuzluk evreni de olmadı. Yok bu da olmadı.
Film güzel bir film. Sorgulatıyor. Biraz sevindirip sonra yine sizin önünüze koyuyor çözülmesi gerekenleri. Tercih sizin. İçinde yalnızlık var, mükemmeliyetçilik var, heyecan var, iyi kalplilik var, renklerin uyumu var, umut var, iyi bir penceresi var filmin.. İzlemeye değer.
Bir "siyahi" olan Chris'in, Rose'un ailesiyle tanışmak üzere onunla birlikte yola çıkmasıyla başlayan hikayesi mevcut. Afro-amerikan temalı ilerleyen filmin özgün anlamda en azından ırkçılık konusuna da farklı pencereden baktığı gün gibi ortada. Filmin hemen başındaki prolog adeta "beyazların mahallesindeki zencilerin…devamıBir "siyahi" olan Chris'in, Rose'un ailesiyle tanışmak üzere onunla birlikte yola çıkmasıyla başlayan hikayesi mevcut. Afro-amerikan temalı ilerleyen filmin özgün anlamda en azından ırkçılık konusuna da farklı pencereden baktığı gün gibi ortada.
Filmin hemen başındaki prolog adeta "beyazların mahallesindeki zencilerin sonu" adlı teatral bir bakışla ilerlerken aynı zamanda bu sekans ilerleyen süreçte neler olacağı hakkında fikir de veriyor. Run rabbit run şarkısının da eşlik ettiği sahne tam bir uyarı niteliğinde.
Farklı bir tat arayanlar için gerilimi arkasına alarak ilerleyen ve yer yer gerçekten esrarengiz kimliğe bürünen bir dokusu var. Çeşitli noktalardan aşina olunan temanın farklı açıdan sunulması çok dikkat çekiciydi doğrusu.
Spoiler içeriyor
Masal tadında. Sıkılmadım, gayet sürükleyici denilebilir. Oyunculuklar, mekanlar ve konu iyi. Aşk teması güzel ve farklı işlenmiş. Filmin son sahnesinde kadının doğum lekesi olan boyun kenarındaki düz çizgilerin solungaca dönüşmesi, kızın anne babası olmaması ve insanlar tarafından bebekken suda bulunması,…devamıMasal tadında. Sıkılmadım, gayet sürükleyici denilebilir. Oyunculuklar, mekanlar ve konu iyi. Aşk teması güzel ve farklı işlenmiş.
Filmin son sahnesinde kadının doğum lekesi olan boyun kenarındaki düz çizgilerin solungaca dönüşmesi, kızın anne babası olmaması ve insanlar tarafından bebekken suda bulunması, insanlarla cinsel çekim yaşayamaması, balık adamla ilk görüşte aşka tutulması gibi faktörler kızın da insan olmadığı ya da ırklar arası karışım bir canlı olması argümanı ürettiriyor bana. Bu yaklaşım doğru ise iki aynı türü kader derin devletin araştırma tesisinde bir araya getiriyor.
Stephan King’in ünlü romanının sinemaya uyarlaması. Anlatılan hikayenin dışında sırf mekan seçimi ve bu seçimin insana verdiği gerginlik bile yetiyor. Danny'nin uzun koridorlardan bisikletiyle geçtiği her saniye, 237 nolu oda ve olur olmadık yerlerde çıkıp kalp atışlarımı hızlandıran ikizler. Jack…devamıStephan King’in ünlü romanının sinemaya uyarlaması. Anlatılan hikayenin dışında sırf mekan seçimi ve bu seçimin insana verdiği gerginlik bile yetiyor. Danny'nin uzun koridorlardan bisikletiyle geçtiği her saniye, 237 nolu oda ve olur olmadık yerlerde çıkıp kalp atışlarımı hızlandıran ikizler. Jack Nicholson'un oyunculuğunu mükemmel buldum. Overlook oteli'ne bayıldım. Tekrar tekrar izlenesi bir film.
Netflix'de "sahtekar" adıyla yayınlanan, 1928'deki gerçek bir olaydan senaryolaştırılan film. O dönemi kostüm-mekan vb. özellikleriyle hayran bırakacak denli başarıyla yansıtan 2008 yapımı bu dönem filminde Angelina Jolie, rolünün hakkını fazlasıyla vererek oynamamış yaşamış resmen. 9 yaşındaki çocuğu kaybolan bir annenin…devamıNetflix'de "sahtekar" adıyla yayınlanan, 1928'deki gerçek bir olaydan senaryolaştırılan film. O dönemi kostüm-mekan vb. özellikleriyle hayran bırakacak denli başarıyla yansıtan 2008 yapımı bu dönem filminde Angelina Jolie, rolünün hakkını fazlasıyla vererek oynamamış yaşamış resmen.
9 yaşındaki çocuğu kaybolan bir annenin psikolojisi ve aylar sonra onun yerine başka bir çocuğun zorla kendi oğlu olduğuna inandırılmak istenmesi ile gelişen olaylar mükemmel işlenmiş. Bu arada Los Angeles polis teşkilatındaki zerzevat takımı insanı sinir etmeyi başarıyor. İdam sahnesi hele...
Ucu açık biten filmlerden, ama süzülen o cılız "umut" ışığının her koşulda var olduğunun vurgulanması da bir nefes olmakta tüm göz yaşlarına inat. Kesinlikle izlemenizi öneririm.
Spoiler içeriyor
1994 yapımı çok güzel bir film. Sırf Natalie Portman'ın müthiş oyunculuğu için bile izlenebilir. Müthiş bir konu, oyunculuk ve en az film kadar güzel bir soundtrack. Leon, kökünden koparılan masumiyetini, gençliğini, hayallerini ve sevdiğini bir saksıya dikip terk eder İtalya'yı…devamı1994 yapımı çok güzel bir film. Sırf Natalie Portman'ın müthiş oyunculuğu için bile izlenebilir. Müthiş bir konu, oyunculuk ve en az film kadar güzel bir soundtrack.
Leon, kökünden koparılan masumiyetini, gençliğini, hayallerini ve sevdiğini bir saksıya dikip terk eder İtalya'yı 19 yaşındayken. Her gün yapraklarını siler sıkılmadan. Her sabah evden çıkmadan önce kuşku dolu penceresinin önüne koyar bir gün belki tekrar toprağa kök salar ümidiyle. Eve gelirken aldığı 2 kutu sütü, sanki kendi yaşamı ona bağlıymış gibi üzerine titrediği çiceği, silahları ve sandalyeye emanet ettiği uykusuyla ve hatta profesyonelce yaptığı temizlik işleriyle Leon'un normal(!) bir hayatı vardır.
Ta ki bir gün keşmekeşin ortasında küçük bir kızın ağlayarak zilini çalmasına kadar. O anda yüzündeki tereddüt görülmeye değer. Hayatındaki her şeyin değişeceğini hissediyor sanki... Öyle insanlar vardır ki hayatınıza sinsice sokulup sizi büsbütün değiştiriverir. Bir suikastçi olabilirsiniz, avınız daha tetiği çekmeyi düşünmeden siz onun aklından geçenleri okuyabilirsiniz belki. Hatta hisleriniz o kadar keskinleşmiştir ki en ufak bir pusunun dahi kokusunu 1 km öteden alabilirsiniz. Her gün eve gediğinizde köşe bucak her şeyi kontrol edip bütün bir geceyi sandelyede geçirecek kadar teyakkuzda olabilirsiniz ama bir bakmışssınız küçük bir kızın karşısında kendinizi John Wayne taklidi yaparken bulursunuz.
Artık Leon'un hayatında üzerine titreyeceği bir başka çicek daha vardır fakat bu sefer onun bir saksıda solup gitmesine izin vermeyecektir. Mathilda...
Önceleri kurtulmaya çalışsa da hatta bir gece yarısı silahının ucuna susturucuyu takıp onun başına dayayacak kadar korksa da Leon, bu sinsice huruç hareketinden kurtulamayacaktır. Bir kere kapıyı açmıştır çünkü... Bir kere değişmeye başlamıştır. Onun toprağa kök salması için her şeyi yapacaktır. Filmde Leon'un Mathilda'ya aşkından söz edemeyiz bence. Kendi ümitlerini yükleyebileceği birini bulmuştur Leon. Aşktan çok sevgi ve sorumluluk...
Filmin sonundaki o karanlık holdeki yürüyüş, silah sesiyle birden aydınlanan ekran ve köklerin toprağa kavuştuğu an harikaydı bence.
Spoiler içeriyor
Güzel film. Filmin sonu ile ilgili bazı kişilerde bir hoşnutsuzluk var ancak bence bu film böyle bitmeliydi. Akla ilk gelen alternatiflerden biriyle sonlansaydı ya klişe ya da popülist bir son olacaktı. Hikaye gerçekten çok iyi kurgulanmış. İlk dakikadan itibaren birçok…devamıGüzel film. Filmin sonu ile ilgili bazı kişilerde bir hoşnutsuzluk var ancak bence bu film böyle bitmeliydi. Akla ilk gelen alternatiflerden biriyle sonlansaydı ya klişe ya da popülist bir son olacaktı.
Hikaye gerçekten çok iyi kurgulanmış. İlk dakikadan itibaren birçok şey görüyoruz ancak hangisinin doğru hangisinin gerçek olduğuna dair kesin bir fikir edinemiyoruz. Amy'nin kaybolması ve Nick'in onu aramaya başlamasıyla birlikte gelişen süreçte denkleme bir sürü yeni değişken ekleniyor. Nick'in kardeşi, Amy'nin ailesi...
Hikaye olayların gelişimi ile alakalı ortada bir şeyler döndüğünü bas bas bağırıyor ama tam olarak da ne olduğunu çözemiyoruz. Acaba Nick karısını soğukkanlılıkla öldürmüş, şimdi de herkesle kedinin fareyle oynadığı gibi oynayan bir psikopat mı? Yoksa karısını öldürdü ama hatırlamıyor mu? Alternatif bir kişiliği olabilir mi? ya da belki kardeşi yapmıştır, zaten her fırsatta Amy'den hoşlanmadığını söylüyor... Tabi dakikalar geçtikçe senaryolarımız bir bir tükenirken seçeneklerden biri yükseliyor; Amy ölmedi, kaçırılmadı... Tam bu sırada Nick ipucunu çözüyor ve Amy planını bize anlatıyor. Aslında burası bir filmin sonu olabilirdi; tam bu aşamada mesela Nick yakalanır, Amy'nin külleri olabilecek bir yığın bulunur ve Nick idam için hapisahanede sırasını beklerken Amy'nin kim bilir nerden ona attığı kartı okurken film bitebilirdi...
Filmin Amy'nin gözüktüğü andan itibarenki kısmı aslında tamamen farklı bir film olarak değerlendirilebilir. Bu kısmın başında Amy nedenleri, nasılları ve olacakları söylüyor. O andan itibaren izlediğimiz hikaye çok daha farklı. Nick her şeyin farkında, Amy'nin planı işliyor ancak bir yandan da kendine göre dertleri var, bütün deliller Nick'i gösterirken dedektif ortada bir şeyler döndüğünden şüpheleniyor... Amy bütün parasını kaptırıp kendisini Desi'nin kucağına atması önemli bir aşama ancak Nick ve Amy arasındaki satranç oyununda Nick'in televizyona Amy'nin aldığı kravatla çıkıp onun duymak istediklerini söylemesi bir dönüm noktası. Bu aşamada bir psikopatın beyninin nasıl çalıştığına bir kez daha şahit oluyoruz. Amy kısa sürede bir plan yapıyor ve planının başarılı olması için gerekli fedakarlıkları da yapmaktan geri kalmıyor.
Desi'nin ölümü ve Amy'nin Nick'e geri dönmesi ise büyük kapanış için bir çağrı gibi. Herkes şimdi ne olacak diye beklerken Amy hikayesini fbi'ya gayet başarılı bir şekilde satıyor ve bir anda eşiyle birlikte Amerika'nın en sevilen çifti olarak televizyonlarda boy göstermeye başlıyorlar. Tabi çocuk da cabası.
Bu aşamada Nick'in Amy'i öldürmesi saçma olurdu. Nick'in Amy'i yakalatabilmesi de bir o kadar gerçek dışı; zira bu, film boyunca yüceltilen Amy'nin zekası düşünüldüğünde anlamsız kaçardı. Diğer yandan Nick'in açmazı bence Amy'nin serbest kalmasında değildi. Amy tehlikeli bir kadın; gözünü kırpmadan bir adamın gırtlağını kesebilecek kadar gaddar, o planı yapabilecek kadar zeki... Nick'in bununla uğraşabilmesi için en az onun kadar gözü kara olabilmesi gerekiyor ki denkleme çocuk, medya ilgisi ve polisin aczi de dahil edildiğinde Nick'in Amy ile yaşamayı seçmesi en mantıklı olan şey.
Bu anlamda filmin sonu bence gayet iyiydi; Amy'nin aşk, mükemmel bir koca, huzurlu bir hayat falan istemediğini gördük. O, küçüklüğünde ailesi tarafından çalınmış ve hayali bir karakterin hikayelerine meze yapılmış hayatını istiyordu. O hayali karakter Amy'nin potansiyelini çalıp onun olabileceği şeyleri olmuş, yapabileceği şeyleri yapmış ve herkes tarafından sevilen bir karakter olmuştu. Filmin sonunda gördük ki Amy istediği hayata kavuştu; insanlar artık onun etrafında dönüyor, onu, kocasını, onların yaşadıklarını önemsiyor, merak ediyordu. Amy kocasının öpücüğünün sahte olması, aralarında aşkın zerresinin bulunmamasını falan umursamıyor. Yani önemli olan gerçek değil insanların neye inandığı.
Spoiler içeriyor
Beklediğimden çok daha iyi bir kurguya sahipti. Bir noktadan sonra bağlandığınız düşünce ile oynuyor. Akılda kalıcı kesinlikle. Filmin daha ilk sahnelerinde Rachel'ın odası aranırken gördüğüm erkek ayakkabılarından hiçbir şey anlamamıştım ve Teddy'nin doktor ile görüştüğü deniz fenerindeki sahneye kadar da…devamıBeklediğimden çok daha iyi bir kurguya sahipti. Bir noktadan sonra bağlandığınız düşünce ile oynuyor. Akılda kalıcı kesinlikle.
Filmin daha ilk sahnelerinde Rachel'ın odası aranırken gördüğüm erkek ayakkabılarından hiçbir şey anlamamıştım ve Teddy'nin doktor ile görüştüğü deniz fenerindeki sahneye kadar da gerçeği göremedim. Teddy ya da gerçek ismi ile Laeddis çok gerçekçi bir hikayenin ardına saklanarak kendi gerçekliğinden kaçmıştı. Öyle ki, doktor deniz fenerinde iken halen daha inanmak istemedim Teddy'nin deli olduğuna ta ki silahın sahte çıkması ve çocuklarının fotoğraflarının gösterilmesine dek. O an her şey yerine oturmuştu. Ayakkabıların sahibi Laeddis'in ta kendisiydi.
Son sahnesi filmde geçen en gerçekçi sahneydi. Bir an bile tereddüt etmedim, laeddis ölümü seçmişti. Gerçekle yaşamaktansa ölmek istedi.