Kapak fotoğrafı zihnime nasıl kazınmışsa ilk görüşte direkt çocukluk anlarım geldi gözümün önüne. Film ilk çıktığında evimizde CD’si vardı, tabi yaşım tutmadığı için filmi izlemek yeni nasip oldu. Daha önce geyşalıkla ilgili bir dizi izlemiştim ama ikisinde verilen imaj çok…devamıKapak fotoğrafı zihnime nasıl kazınmışsa ilk görüşte direkt çocukluk anlarım geldi gözümün önüne. Film ilk çıktığında evimizde CD’si vardı, tabi yaşım tutmadığı için filmi izlemek yeni nasip oldu. Daha önce geyşalıkla ilgili bir dizi izlemiştim ama ikisinde verilen imaj çok farklıydı. Söylemeliyim ki bu filmi daha gerçekçi buldum. Filmin dilinin neden ingilizce seslendirmeli olduğunu hiç anlamadım aşırı kulağımı tırmaladı.. Onun dışında filme ne kadar emek sarf edildiği apaçık ortada, görsel şölendi izlemek benim için. Konusuna gelecek olursak, geyşa evine satılan bi abla kardeşten küçük kardeşin hayatını izliyoruz. Söz konusu kız mavi gözlere sahip dolayısıyla dikkat çekiyor. Ve tüm hayatını iyi bir geyşa olmaya adıyor.. Ben izlememiş olsam yine izlemek ister miydim sorusuna galiba evet diyeceğim. Çünkü geyşaların hikayesini bilmek isterdim diye düşünüyorum. 7.2/10
Konusunu okuyup hemen izlemeye karar verdim size de kısaca bahsedeyim: Aşık olarak evlenen bir çift zamanla birbirlerine karşı duyarsızlaşıyorlar ve sevgilerini yitiriyorlar hatta bu öyle bir noktaya varıyor ki kısa sürede ikisi de birbirinden nefret ediyor. Nihayetinde boşanmaya karar veriyorlar…devamıKonusunu okuyup hemen izlemeye karar verdim size de kısaca bahsedeyim:
Aşık olarak evlenen bir çift zamanla birbirlerine karşı duyarsızlaşıyorlar ve sevgilerini yitiriyorlar hatta bu öyle bir noktaya varıyor ki kısa sürede ikisi de birbirinden nefret ediyor. Nihayetinde boşanmaya karar veriyorlar duruşma sonrası ikisi arabada beraberken trafik kazası geçirerek yine ikisi hafıza kaybı geçiriyor. Doktorları aynı evde yaşamanın hafızlarını geri getirmede yardımcı olacağını söylediği için aynı evde yaşamaya devam ediyorlar. Tabii bu süreçte önyargılar yok, nefret yok, kin yok.. birbirlerini hoş görüyorlar ve eski zamanda nefrete dönüşmüş duyguların aslında ilk zamanki anlarını tekrar yaşıyorlar… daha fazla spoiler vermeden hoş vakit geçirmek açısından izlemenizi tavsiye ederim puanlayacak olursam 6.9/10 derdim. Biz arkadaşımla izlerken keyif aldık:))
Eğer çok dolduysanız ve gerçekten ağlamak istiyorsanız bu film tam sizlik. Film bittikten sonra bile dakikalarca ağladım.. Filmde her duyguyu bulabiliyorsunuz çok farklı başlayıp yine çok farklı bitti asla böyle bir son beklemezdim.. bi’ şans verebilirsiniz.
Spoiler içeriyor
Filmi Raf’tan aldığım bi öneri üzerine izledim, izleyeli yaklaşık 1.5 hafta oldu bir şeyler söylemeden geçmek istemedim.. İlk değinmek istediğim konu şu olacak bir anlaşmazlık, kavga olduğunda neden hep çiftler birbirlerini annesine ya da babasına benzetmeye çalışıyor? Bu evrensel bi…devamıFilmi Raf’tan aldığım bi öneri üzerine izledim, izleyeli yaklaşık 1.5 hafta oldu bir şeyler söylemeden geçmek istemedim..
İlk değinmek istediğim konu şu olacak bir anlaşmazlık, kavga olduğunda neden hep çiftler birbirlerini annesine ya da babasına benzetmeye çalışıyor? Bu evrensel bi konu aslında buna Türk yapımlarında da şahit oldum. Filmin ikonik kavga sahnesinde kavganın başlama sebebi de bu.. ah tabi Bihter’in annesine benzeme korkusu örneğini verebilirim en basit şekilde. Neden bu kadar korkuyoruz anne veya babamıza benzemekten üstüne konuşulası bi konu..
Bir diğer özellikle değinmek istediğim konu ise Nicole’un avukatına olayı anlatırken sahnenin hiç kesilmemesi ve tüm olay akışıyla bize izletmeleri, bu sahneyi izlerken gerçekten Scarlett Johansson’ın oyunculuğunu baya beğendim fakat dediğim gibi tabi ki 1. Sıra o kavga sahnesiydi.
Avukatların hararetli bir şekilde tartışmaları yine dikkatimi çeken bir konu olduğu için bunun üzerine filmden bir alıntı yapmak istiyorum “Ceza avukatları kötü insanların iyi yönlerini görür, boşanma avukatları ise iyi insanların kötü yönlerini.” Evet çiftler karşı karşıyayken avukatların tüm hayatlarına hakim olup bunun için aslında çiftlerin hissettiğinden kat kat fazlasını söylemeleri içimi cız ettirdi. Ve boşanma avukatı olmamaya karar verdim ashjgs şaka şaka hiçbi zaman istemiyordum zaten. Neyse..
Filmi 2 günde bitirdim çünkü gerçekten izlemesi ağır bi film bence.. kim haklı kim haksız bilemem ama şey çok komikti:d Nicole’un avukatının sırf yarı yarıya olup Charlie havalara girmesin diye velayet hakkını %55 e %45 olarak yapması..
Şeyi fark ettiniz mi kapıyı beraber sürdükleri sahnede kapı tutukluk yapsa sanki barışacak gibilerdi. Birçok sahnede hep böyle hissettim bir şey olacak ve şimdi barışacaklar dedim. Ama öyle olmadı. Bence iyi ki olmadı çünkü kafada bittiyse bitmiştir. Ama bu konuda bi teori daha var boşanıp geri beraber olan çiftler tekrar birleştiklerinde çok daha iyi anlaşıyorlarmış e tabi bunun bazı şartları var nedense Nicole ve Charlie’nin ilişkisi de biraz böyleydi. Yine de tüm değerler çiğnenmişti artık herbir şeye laf söylenmişti.. yine de son sahnede takılıp düşmesin diye Charlie’nin ayakkabılarını bağladı Nicole.. Birbirlerinin sevdikleri yönlerini yazdığı kağıdı Charlie’nin bulması ve oğluyla okuması sahnesinde gözlerim doldu.
Özetle oyunculuklar çok güzeldi ve izlenmesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum ama ilk psikolojinizi buna hazırlayın:)
Spoiler içeriyor
-bazı teknik sorunlardan silmek zorunda kaldığım yorumum- Rahatsız edici derecede gerçekçi bir filmdi. Yavaş filmlere tahammül edemem normal şartlarda ama bu filmde ne ileriye sardım ne de hızlandırarak izledim. İlk söylemem gereken şey 2006 Türkiye’sini olduğu gibi gözler önüne sermelerini…devamı-bazı teknik sorunlardan silmek zorunda kaldığım yorumum-
Rahatsız edici derecede gerçekçi bir filmdi. Yavaş filmlere tahammül edemem normal şartlarda ama bu filmde ne ileriye sardım ne de hızlandırarak izledim. İlk söylemem gereken şey 2006 Türkiye’sini olduğu gibi gözler önüne sermelerini büyük bir ilgiyle izledim. Her şeyi tüm gerçekliğiyle aktarmaları, zaman geçişlerinde ayrıca tarih belirtmemeleri, suyun akışını, bayrağın dalgalanışını, ezan sesini herhangi bir durumu bize izletmeleri ve önemli sahneleri ise izletmeden geçmeleri (düğün vs.) filmdeki buhranlı ve karamsar havayı her şekilde hissettirmeleri yani sahnenin kendini izletmesi diye bir gerçek vardı.
Aşk gerçekten böyle bir şey mi? Bu kadar zarar verici bir duygu mu? Sanmıyorum. Bekir’in ki aşk değil saplantıydı. Ya da saplantılı olan sadece Bekir değildi. Uğur annesine söylediklerini bir bir kendisi yapıyordu, Bekir Uğur’a “bu kadar mı çok seviyorsun onu, takılmışsın bir psikopatın peşine gidiyorsun” derken kendinin farkında mıydı? Karakterler birbirlerini eleştirirken kendi yaptıklarına ‘kader’ diyip geçiyorlardı..
Bir kere kendisi kabullenemedi ki nasıl olurda bir hayat kadınına aşık olurdu.. Ona ismiyle bile hitap etmiyordu Bekir. Bekir’in mahallesinde erkeklerin bir gururu vardı. Sevdiği kız için bileğini keser, kurşun yer ama sevdiği kızdan akıl alamaz üstüne birde tokat vururdu..
İzlerken düşündüm, düşünürken de izledim. Film bitti hala düşünüyorum. Bazı filmler varya bakış açına etki edecek türden bu da öyle bir filmdi işte..
Olan Bekir’in karısına oldu. Evlenince düzelir mantığının gözler önünde ne hallere evrilebileceğini de görmüş olduk.
Bekir karakteri başlı başına üstüne konuşulacak türden, en başta efendi efendi takılan bunu da kendince “efendilikte bir yere kadar” diyerek sonlandıran ve filmin vuruş noktası olan şu sözleri sarf eden bir karakter.
“Oğlum Bekir dedim kendi kendime,
Yolu yok çekeceksin.
İsyan etmenin faydası yok, kaderin böyle.
Yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi.
O gün bugün usul usul yürüyorum işte.”
Bekir halinden memnun muydu.. Bazı insanlar buhranlı bir yaşamdan mı zevk alır? Düzeltmek için bir çaba göstermez. Sigara yakmak için bir sebep arar kendine?
Filmdeki tüm karakterlerin kendince sorunları vardı bence. Hiç sağlıklı bir film değildi yer yer izlemekten rahatsız oldum ama hayatın gerçekliğine de gözlerimi yumamadım. Böyle hayatlar gerçekten yaşanıyor mu? İnsan neden kendine bunu yapar diye sıkça sorguladım. Ben kader diyip geçemedim..
Diziyi tam olarak şu an bitirdim. Aslında başlarken çok bir beklentim yoktu sadece klasik bir kdrama izlerim diye başladım ama gerçekten tatmin edici bir diziydi. Normalde Kore dizilerinde oyunculuk olarak pek bir beklentiye girmem ama başrol Ban Ji-Eum’ un oyunculuğu…devamıDiziyi tam olarak şu an bitirdim. Aslında başlarken çok bir beklentim yoktu sadece klasik bir kdrama izlerim diye başladım ama gerçekten tatmin edici bir diziydi. Normalde Kore dizilerinde oyunculuk olarak pek bir beklentiye girmem ama başrol Ban Ji-Eum’ un oyunculuğu gerçekten takdire şayandı. Konusundan birazcık bahsedecek olursam başrolümüz Ban Ji- Eum (Shin Hye-Sun) reenkarnasyon geçirerek 19 tane hayat yaşıyor ve tüm geçmiş hayatlarını hatırlıyor. Daha önceki hayatında tanıştığı çocuğu son hayatının yaşama amacı olarak sürdürüyor, kendini onu bulmaya ve aşık etmeye adıyor. Bu süreç gerçekten tatlıydı. Birde şunu fark ettim bu kore dizilerinde kızların hiç gururu filan olmuyo fark ettiniz mi:d trip filan atmıyolar hiç, baya bağlanıyorlar yani sevdiği erkeklere hayır bi kendimi sorgulamadım değil yani. Biz mi acaba kendimizi çok ağırdan satıyoruz anlamadım ki. Cho- Won’un hiçbir sefer vazgeçmemesi birde hiç alınmaması adamın onca hareketinden sonra hep aşkının peşinden koşması filan biraz sinir etti beni de sonunda tam vazgeçtiği anda geldi adam ona. Klasik erkolar.. Birde dizi biraz daha uzun olsa bence hiç sorun olmazdı yani. Koreliler gerçekten işi tadında bırakmayı seviyorlar ya. Bu senaryo Türk senaristin eline geçse Allah bilir kaç yüz bölüm olurdu. Birde mutlu etmesini biliyolarlar ya öyle sinir edici sahneler yok gereksiz entrika aldatma filan bunların olmaması izlenebilir kılıyor diziyi benim için tabi kaostan entrikadan beslenen tiplerde varda neyse..
Hah son olarak şunu söyleyeceğim ilişkileri için karşılıklı çaba sarf etmeleri ve birbirlerine her zaman destek olmaları gerçekten çok güzeldi ya. Genellikle çünkü ilgisiz takılıyorlar kore dizilerinde böyle evet ortada bir ilişki var ama uzak kalıyorlar çiftler birbirlerinden, bu dizide öyle değildi bu da gerçekten hoş bir detaydı.. Son olarak müzikler bence çok güzeldi hemen listeme ekledim.Spoiler vermeden bi şeyler yazmaya çalıştım, özetle kafa dağıtmak için izleyebileceğiniz sürükleyici, içinizi hoş eden bir dizi, iyi seyirler:)
Spoiler içeriyor
Çok uzun zamandır izlemek istediğim bir filmdi. Herkesin bildiği o sahne yüzünden ben dönem filmi sanmıştım aslında, afişi görünce dank etti ama yine de izlemek istedim. Kesinlikle beklentimi karşılamayan bir filmdi. Hatta şöyle tanımlayabilirim sanırım, sanki filmin dönem sahnelerini yaşlı…devamıÇok uzun zamandır izlemek istediğim bir filmdi. Herkesin bildiği o sahne yüzünden ben dönem filmi sanmıştım aslında, afişi görünce dank etti ama yine de izlemek istedim. Kesinlikle beklentimi karşılamayan bir filmdi. Hatta şöyle tanımlayabilirim sanırım, sanki filmin dönem sahnelerini yaşlı yazarımız hazırlamışta diğer kısmını Rory yazmış gibiydi:d keşke hep Ben Barnes’i izleseydik. O nasıl bir bakıştır yahu.. Genç adamla Celia’nın aşkına daha çok değinseler bence daha güzel bir film olurdu. Çünkü uyumlarına bayıldım. Onun dışında Rory ve Dora bi çift ne kadar uyumsuz olabilirse o kadar uyumsuzdu askerlik arkadaşı rolünü oynasalar daha içten olur gibiydi:d en kanıma dokunan kısım ise genç adamın o hikayeyi yazmasının tüm hayatına mal olması sonra saçma sapan bir adamın da bunu ben yazdım demesi.. ama yaşlı adam farkındaydı kelimeleri Celia’dan daha çok seviyordu. Celia’nın onu terk etmesi bir fırsattı aslında.. neyse, Rory tamam vicdan azabı çekmiş olabilir ama yaşlı adam tarafından bakacak olursak bence yaptığı kabul edilemez bir şeydi..
İzlenir mi sırf meraktan izlenir diyeceğim galiba. Zaten izlerken uyuyakalmışım ertesi gün bitirdim..
Ve hoşuma giden bir alıntıyı da paylaşmak isterim
“Ona okuması için ödünç kitaplar vermiş, çocuğun herhangi bir konuda okuduğu ilk kitaplarmış, hayatında ilk defa dünyanın doğduğu yerden çok daha büyük olduğunu görmüş ve daha fazlasını istemiş..”
Spoiler içeriyor
Bazı şeyler bize imkansızmış gibi geldiğinde ne kadar değerli değil mi? Asla ulaşılamayacak gibi görülen şeyler, onları koyduğumuz çıtalar. Herbir adımda ulaşamadığında daha çok gözüne değerli gelmesi.. sonra birden ulaşınca püf diye sönmesi aniden.. bunu neye bağlayabiliriz? Muhtemelen insanoğlu kendine…devamıBazı şeyler bize imkansızmış gibi geldiğinde ne kadar değerli değil mi? Asla ulaşılamayacak gibi görülen şeyler, onları koyduğumuz çıtalar. Herbir adımda ulaşamadığında daha çok gözüne değerli gelmesi.. sonra birden ulaşınca püf diye sönmesi aniden.. bunu neye bağlayabiliriz? Muhtemelen insanoğlu kendine laf kondurmamak için psikolojik isimlerle üstünü örtecektir gözümüz arkada kalmasın:)
Şimdi filmden çıkardığın sonuç gerçekten bu mu diye sorabilirsiniz, hayır tam olarak bu değil aslında bu bir kısmı..
Tamamen bambaşka bakış açıları barındırıyor bu film. Peki sonunda vermek istediği mesaj neydi..
Yani başrol doktorumuz Ian neden göz yapabileceğine inanarak tanrının var olmadığını kanıtlamak istiyordu? Kız ona bunu söylediğinde ise tanrının varlığı kanıtlanmamıştır ki dedi O ZAMAN NEDEN AKSİNİ KANITLAMAYA ÇALIŞIYORSUN? Yani tanrının var olmadığını kanıtlamaya çalışarak aslında tanrının varlığını kabul etmiş olmuyor mu?
Neyse filmin konusu spesifikti gerçekten ama sanki bi yerde uzlaşamamış gibi bir hali vardı.. en keskin karakter Karen olmasaydı Ian yine şiddetle kanıtlamak istediği şey için çaba gösterir miydi? Karen büyük bir alan kaplıyordu filmin bilimsel tarafı için. Tamamen kendini adamış vaziyetteydi. Ian ise bana küstah geldi biraz.. hiç sevemedim.. insan bari yas tutar ya..
Sofi.. kadın resmen ikiye ayrılarak can verdi ya, acayip ters köşe oldum..
film hakkında diyeceklerim bunlar bir adet alıntı ve bir adet şarkı ile sözlerimi bitiriyorum..
The DØ- Dust It Off
“Hiç biriyle tanıştığında içindeki boşluğun dolduğunu ve o gittiğinde boşluğun acısıyla içinin sızladığını hissettiğin oldu mu?”
Tam olarak bunu hissederken kelimelere yansımış halini görmek beni biraz düşündürdü..
Spoiler içeriyor
Filmi 1 saat önce bitirdim ve bitirdiğimden beri hakkında ne düşündüğümü düşünüyorum. Nedense ben tam olarak birini suçlayamadım bu filmde. İki karakterle de empati kurarak tarafsız şekilde bakmak istedim. Ve diyebileceğim bence birbirleri için yanlış insanlardı.. İkisinin istekleri çok başkaydı,…devamıFilmi 1 saat önce bitirdim ve bitirdiğimden beri hakkında ne düşündüğümü düşünüyorum.
Nedense ben tam olarak birini suçlayamadım bu filmde. İki karakterle de empati kurarak tarafsız şekilde bakmak istedim.
Ve diyebileceğim bence birbirleri için yanlış insanlardı..
İkisinin istekleri çok başkaydı, hayattan beklentileri, mutlulukları farklıydı.
Bu yüzden aslında karşı tarafın isteklerine kulak vermek yani evlenmeden önce mesela evlilikten beklentisini öğrenmek çok önemli.
Erkeğin yaşadıkları evlilikten beklentisi sıradan bir aile olmaktı. İşte kendini çocuklarına adayan, her daim kocasının yüzüne gülecek bir kadın vesaire hatta bunu yaşadıkları en sondaki toxic kavganın ertesi günü hiçbir şey olmadan kahvaltı masasına oturup gülümsemesinden anlayabilirsiniz. Sonuçta karakterimiz filmde deli olarak nitelendirilen bir hastanın teşhis koyduğu gibi çocuk yaparak kendini erkek hisseden bir karakter.
Babasını haksız çıkarmak istiyor gibi birde. Yani zihninde şu var aslında “evet baba, ikimizde bu şirkette çalıştık ve ben terfi aldım yani ben korktuğum gibi sen olmadım.” Bu düşünce ise öylesine baskın ki gençlik yıllarında kurduğu düşün çokta güzel üstünü örtüyor. Fark ettiyseniz filmde ‘erkeklik’ kelimesine çokça vurguda bulunulmuştu. Eşi ona “erkek değilsin” dediğinde ona el kaldırdı mesela. Ve birkaç cümle önce bahsettiklerim gibi işte.
Yani şu noktaya varmak istiyorum ki Paris’e gittikleri varsayımında kadın çalışacaktı bu da onun erkeklik duygusuna yine zedeleyen bir unsurdu.
Şöyle diyebilir miyiz? Başrolümüz Frank biraz geleneklerine sahip çıkan biriydi.
April’den bahsedecek olursam ise her daim heyecanını taze tutmak isteyen bir karakter. Evliliğinde istediğini alamamış, farklı şehre gidip kaçmak istediği düşüncelerle arasına kilometreler girmesini istiyordu. Ama insan zihninden kaçamaz ki. Paris’e gitseler mutlu olmayacaklardı. Çünkü kafa aynı kafa sen zihninle arana kilometreler sokmuyorsun ki alt tarafı şehir değiştiriyorsun. Bu son yaşananlar bir sebepti. Kopması gereken bir kıyametti.
Neden 3 çocuk yaptı bu April? Görüyoruz ki kesinlikle kendisi için değil. Çocukların varlığıyla asla mutlu değildi çünkü.
Bütün sebebi Frank’e mi bağlamalıyız peki, bence hayır.
Sonuç olarak evlilikte üstünlük savaşı vardı. Evet evlilik değil adeta bir savaştı. Frank kendisine gösterilmiş o standart çizgiden memnundu aslında. Konfor alanıydı bir nevi.
Belki de yıllarca hayalini kurduğu şeye ulaşma düşüncesi onu buhrana sürükleyecekti? Hayal kuruyordu işte bir yerlerde duruyordu. Bi gün yapılırdı.
April ise şehir değiştirmesiyle tüm hayatının değişeceğine inanıyordu…
En akıllıları ise deli diye nitelendirilen o kişiydi.
Ve beğendiğim sahnelerden biri ise Wheeler’ların komşularına Paris’e taşınacaklarını söylediklerinin gecesi iki evin verdiği tepkiydi.
Çok fazla konudan konuya atladım ama zihnimdekileri kabaca anlatmak istedim:) bu kadar işte..