Bu bir değiştirilmiş yeniden gönderidir. Yönetmen Paul Thomas Anderson’ın iki isimli ilk filmi olan Hard Eight, aslında biraz ilginç bir yapı sunuyor. Fakat filme kısaca değinip genel olarak Anderson filmografisi hakkında daha genel konuşacağım. Hard Eight, öncelikle bir ilk film…devamıBu bir değiştirilmiş yeniden gönderidir.
Yönetmen Paul Thomas Anderson’ın iki isimli ilk filmi olan Hard Eight, aslında biraz ilginç bir yapı sunuyor. Fakat filme kısaca değinip genel olarak Anderson filmografisi hakkında daha genel konuşacağım.
Hard Eight, öncelikle bir ilk film için teknik olarak başarılı. Sinematografik bir şaheser mi? Hayır ama çoğu yönetmenin ilk filmine bakarsanız çok acemi çekimlerin olduğunu görürsünüz, burada neredeyse hiç yok.
Senaryo ise biraz Kubrick biraz da Tarantino’yu andırdı bana. Sanki ikisinin bir harmanı gibi. Belirli senaryo matematiklerine uymayan farklı bir şey yazmış yönetmen. Buna birazdan tekrar da değineceğim. Farklı bir yapısı olması güzel ama anlattığı şeyin ne kadar benlik olduğu konusunda biraz şüpheliyim. Kurgu ise ilk film için yeterli bir düzeyde.
Gelelim yönetmenin genel filmografisine. Şimdiye kadar 9 uzun metrajlı filmi var. Ben bu filmlerin 4-4-1 olarak ayrılabileceğini düşünüyorum. Yani ilk 4 film, ikinci 4 film ve son filmi.
Yönetmenin ilk 4 filminde genel olarak bir kader temasının hakim olduğunu görebiliriz. Plansız karakterlerin özellikle de ebeveynlerinin yaptıklarının sonuçlarının kendilerine yansımasını anlatıyor filmler. Yani bir nevi olay mirası da diyebiliriz bunlara.
İlk 4 filmin en sevdiğim yanı akıcı, tempolu, müzikle ahenkli kurguları. Özellikle de Magnolia’da bu kurgu, siz farklı karakterlerin hikayesini izlerken tansiyonu yüksek tutuyor ve sizin filmden kopmanızı engelliyor. Teknik açıdan da gözünüze hitap eden filmler bunlar.
İkinci 4 filmlik evresinde ise yönetmen, din ve tanrıcılık gibi konuları ele alıyor daha çok. Tanrı motifinde işlenen karakterler ve bunların yükselişleri veya düşüşleri anlatılıyor. Fakat Inherent Vice filmi için ayrı bir parantez açmak istiyorum. Bu film bence yönetmenin filmografisindeki en zayıf film. Yönetmenin stiliyle uyuşmadığını düşündüğüm, izleyenleri içine çekemeyecek bir film bence. Ben izlerken çok kopmuştum. Josh Brolin araya girip filmi rezalet olmaktan kurtarıyor.
İkinci 4 filmlik dönemde biraz daha ağır ve düşük tempolu filmler tercih eden yönetmen, elbette dinamik kurgusundan biraz kopmak durumunda kalıyor. Bu da beni biraz üzüyor açıkçası. Kurgu hala kaliteli olsa ilk dönemini aratmıştı bana.
İkinci dönemin en iyi yanı ise sinematografik şahaneleşme. Neredeyse her filmde tecrübesi artan yönetmen bize teknik olarak mükemmel filmler veriyor. Elbette bunda filmlere ayrılan bütçelerin artmasının da büyük payı vardır.
Son filmi Licorice Pizza’ya gelirsek eğer, ilk dönemdeki harika kurguyu alın ve ikinci dönemindeki teknik kapasite ile birleştirin. Harika bir film olması beklenir. İyi de bir film zaten ama onun da senaryosal problemleri olduğunu düşünüyorum. Yine de iyi yazılmış karakterleri var.
Genel filmografisinde en sevdiğim filmleri Phantom Thread ve Boogie Nights sanırım. Phantom Thread’deki narsisistliğe karşı duruşu, Boogie Nights’taki cıvıl cıvıl atmosferi çok sevmiştim. Neredeyse tüm filmlerin tahmin edilebilir senaryolardan uzak olması da yönetmenin bu kadar başarılı olmasında en büyük etkenlerdendir diye umuyorum.
Son olarak yönetmenin gelecek filminde umarım beğeneceğim bir senaryoyla, iyi yaptığı şeyleri birleştirebileceği bir yapım görebiliriz.
Sydney’in puanı:
7/10