Spoiler içeriyor
Gecenin bir yarısı uyanıp kafamdaki düşünceleri durduramadığım için geri uykuya dalamadığımda yapılacak en mantıklı şey Rango'ya yazı yazmaktı. Merhaba. Öncelikle bu filmi çocukken izlememiş olmanın getirdiği bir merak vardı üstümde. Badu da baya bir övmüştü. Bana düşen de gidip izlemek…devamıGecenin bir yarısı uyanıp kafamdaki düşünceleri durduramadığım için geri uykuya dalamadığımda yapılacak en mantıklı şey Rango'ya yazı yazmaktı.
Merhaba.
Öncelikle bu filmi çocukken izlememiş olmanın getirdiği bir merak vardı üstümde. Badu da baya bir övmüştü. Bana düşen de gidip izlemek oldu.
Film oldukça renkli bir açılışla başladı. Benlik problemi yaşadığı her hâlinden belli olan bukalemunumuz, kendi yazdığı senaryosunda oynamakla meşguldü. Yaşamak istediği ideal hayatı resmediyordu bize.
Derken bi sarsıntı yaşadı ve içerisinde bulunduğu dünya kelimenin tam anlamıyla başına yıkıldı. Bukalemunumuz tepetaklak oldu.
Yüzleşmesi gereken gerçek bir benliği vardı artık.
Öncelikle korkuyordu. Eski hayatını deliler gibi geri istemesi de derin bir çaresizlik hissi ortaya çıkarıyordu. Ne yapması gerektiğine dair en ufak bir fikrinin olmayışını ekleyecek olursak ortaya pek de güzel bir şey çıkmıyor değil mi?
Filmin başında bize gösterdiği ideal benliğinden ne kadar da uzakta?..
İşte film boyunca Rango karakteri ideal benliği ve gerçek benliğinin arasındaki mesafeyi sürekli kat etmekle uğraşıyor. Kendini gerçekleştirme aşamasına ulaşana kadarki macerasına şahit oluyoruz.
Yazımın bu noktasında devreye Marcia'nın kimlik statüleri giriyor. Rango'da olan durumu burayı referans alarak açıklamak istiyorum.
❝1-Dağınık Kimlik: Araştırma ve kriz bu bireylerde görülmez.Geleceklerine karşı herhangi bir karar vermezler.Verseler bile bu kararlar anlık kararlardır. Yani kimlik bunalımı yaşamamış ve herhangi bir kimliğe bağlanma gerçekleştirmemiş bireylerden bahsediyoruz. Olumsuz bir kimlik olduğunu da göz önünde bulundurursak kendisine bakış açısının kaçınan olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.❞
Bukalemunumuzun terrariumdaki hâlinden bahsediyoruz şuanda. Rango'nun geleceğine dair bir karar vermesi şöyle dursun henüz neyin içerisinde olduğunun bilincinde bile değil.
[Ara ara "ben kimim" sorusunu film boyu kendisine yönelttiği için burda kararsızlık yaşadım aslında. Ancak sonradan dağınık kimlik yaşadığına karar kıldım. Çünkü gerçekten bu soruyu düşünseydi araştırırdı. Demek istediğim o araba herhangi bir sarsıntı yaşamasaydı bukalemunumuz terrariumdaki sorunsuz(!) hayatına devam ederdi. Ve biz bir isme bile sahip olmayan bu bukalemunun filmini izleyemezdik çünkü bukalemunumuz bu yolculuğa hiç çıkmamayı tercih edecekti.]
Her neyse, en nihayetinde içinde bulunduğu araç bir sarsıntı yaşadı ve bukalemunumuz da sorunlarla yüzleşmek mecburiyetinde kaldı. Camların içinde yaşadığı o güvenli alan artık yoktu sonuçta.
Welcome to reality baby:)
❝2-Moratoryum Kimlik: İnsan krizi yaşar ve araştırma yapar ama karar veremez.Olayın üstünde pek durmaz. Yani kimlik bunalımı var ama bir kimliğe bağlanma hâlâ yok. Öncekine kıyasla daha iyi bir durumdayız, olumlu bir kimlik diyebiliriz. Ancak hâlâ bir karar aşamasına varamamış olma hâlinden bahsediyoruz. Bu nedenle kendisine bakış açısı da kararsız olacaktır.❞
Moratoryum kimlik için hiç tereddüt etmedim. Bukalemunumuzun kasabaya varır varmaz sergilediği davranışı gözünüzün önüne getirin lütfen. Hareket hâlindeki her kişinin yürüyüşünü taklit ettiği o mükemmel sahne.. Acaba ben kimim arayışında.
İşte bu noktada Rango karakteri ortaya çıkıyor. İdeal benliğini yaşayabileceği bir kimlik. Ortam da uygun. Bol keseden yalan atıyor bukalemunumuz.
Unutmayınız ki yalan söylemenin birinci kuralı söylediğiniz yalana inanmaktır.
Bukalemunumuz bu kurala uymak için elinden geleni yapıyor ancak Rango adıyla kasabanın şefi olunca ister istemez işler sarpa sarmaya başlıyor. İçten içe insanlara yalan söylediğinin bilincinde çünkü. Kimse bilmese bile Rango olmadığını o biliyor. Hâl böyle olunca da tekrardan ideal benliği ile çatışma içerisinde buluyor kendini. İnsanların yüzüne bakıp yalan söyleyen bir lider olur mu hiç? Ki bu insanlar Rango'yu yeni umutları olarak görürken hem de..
Rango karakteri bu düşüncelerle savaşadursun. Yalancının mumu yatsıya kadar yanıyor gene, bizimkinin Rango olmadığı ortaya çıkıyor. Ve tekrardan o soruyu duyuyoruz "kimsin sen?"
Ve bütün olayların bağlandığı o sahneye geldik. 73926392 kere izlesem de asla tam anlamıyla anlayamayacağım sahneye yani... Araf sahnesi.
(Bu filmi ele alırken benlik kısmıyla değil de varoluşsal anlamda incelemeyi çok istedim. Ancak kendimi asla tam anlamıyla yeterli göremedim. Şuan bile ölüm-hayat kavramlarını düşünmek beni geriyor. Özellikle şuan diyorum çünkü bu filmi varoluşsal anlamda ele almak için belki de en uygun zaman dilimindeyim. Neyse, nasip değilmiş)
Ne diyorduk? Evet. Araf.
"Artık ne aradığımı bilmiyorum. Kim olduğumu bile bilmiyorum."
Dürüst sözleriyle bukalemunumuz bizi karşılıyor.
Tahmin edersiniz ki Araf sahnesini yaşadıktan sonra bukalemunumuz için başarılı kimlik kısmından söz edeceğim. Peki ne oldu burda? Ne değişti?
Öncelikle kabullendi. Bilmediğini kabullendi. Arayış içerisinde olduğu gerçeğini kabullendi. İdeal benliğinin gerçek benliğinden ne kadar uzakta olduğunu kabullendi. Yani demem o ki tüm bu zaman zarfında olmadığı biri gibi rol yaptığı gerçeğini kabullendi.
Rango olmadığını kabullendi.
Ama işin esprisi de bu ya, Rango olmadığını kabullenmek tam da Rango'ya yakışır bir hareket.
Anlatabiliyor muyum?
Tüm bu acı gerçekleri kabullenmek demek sadece kahramanların yapabileceği bir iş.
O artık kendi filminin ana karakteri oldu.
Her zaman istediği şeye ulaştı.
(Ulaşmak istediği hedef için çaba sarf ettiği tüm bir süreç boyunca asıl sorunlardan sürekli kaçıyordu. Kaçmaktan vazgeçip gerçekleri kabullenince onurlu olan davranışı sergilemiş oldu. Kafasındaki ideal benliği sergilemiş oldu yani)
"Hiç kimse kendi kaderini terk edemez."
Bu mottoyla tekrardan Rango olarak ekranlarımızda boy göstermeye başladı ana karakterimiz.
❝3-Başarılı Kimlik: Başlarda bir kriz yaşaması gerekir. Fakat bu krizin ardından nasıl kurtulması gerektiğini araştırmalıdır. Alternatifleri değerlendirdikten sonra en doğru kararı verir. Yani birey kimlik bunalımı yaşar ve bunun sonucunda bir kimliğe bağlanma gerçekleştirir. Tâbi ki olumlu benlikten söz ediyoruz. Doğal olarak bireyin kendine bakış açısı da değerli olacaktır.❞
Bu kez "mış gibi" davranmıyor karakterimiz. O artık Rango. İçi dışı bir. Gerçek benliği ve ideal benliğini birbirine yaklaştırmayı başarmış, kendini gerçekleştirmiş bir bukalemun.
Tahmin edersiniz ki film mutlu sonla bitiyor.
(Şimdi gidin ve bu filmi izleyin. Ardından benim korkup yazımda asla değinmediğim öteki taraf mevzularından kendi yazınızda bol bol bahsedin. Ben de gelip sizin gönderinizin yorumlarında ağlayım. Nasıl ama? Bence mükemmel antlaşma.)
E hadi o zaman.
Öteki tarafta görüşürüz:)
𓆈
Sunucuda bu dizinin konusu geçtiği zaman "hadi izleyelim" geyiği döndürmüştük. Gerçekleştirdiğimize hâlâ inanamıyorum. @leomenci'nin zamanında lise arkadaşlarıyla izlediği diziyi şimdi Martı, Hafsa ve benle tekrar izleyip ilk günkü gibi tepki vermesi harikaydı. (Aradan geçen onca zamandan sonra dizi detaylarını unutmuş…devamıSunucuda bu dizinin konusu geçtiği zaman "hadi izleyelim" geyiği döndürmüştük. Gerçekleştirdiğimize hâlâ inanamıyorum. @leomenci'nin zamanında lise arkadaşlarıyla izlediği diziyi şimdi Martı, Hafsa ve benle tekrar izleyip ilk günkü gibi tepki vermesi harikaydı.
(Aradan geçen onca zamandan sonra dizi detaylarını unutmuş olması da büyük bir etken tâbi)
Şimdi sizlere dizinin konusundan bahsedip karakterleri inceleyerek ilerleyen bir yazı yazabilirim. Ama bunu yapmak istemiyorum. Çünkü ben dizinin işleyişini ve sonunu sevmedim. Müsadenizle aynı dizi karakteriyle oluşturmuş olduğum kendi senaryomu paylaşmak istiyorum.
(Hikaye yazısı okur gibi okumanızı tavsiye ederim.)
(Bu yazıyı spoiler olarak işaretlemeyecem çünkü nerelerde diziyle aynı olup nerelerde ayrıldığımı anlamayacaksınız)
Hadi başlayalım.
≖‿≖
HENRY'NİN YAŞADIKLARINI ELE ALIRKEN KUBLER-ROSS'UN ÖLÜM EVRELERİYLE BERABER İLERLETECEM.
BİRAZ KARMAŞIK OLABİLİR AMA OLSUN.
EN SON AÇIKLARIM.
BU DA BENİM TARZIM ULEYN.
Henry Morgan isimli bir insan evladı var.
(Geçmişini birebir aynı alıyorum.)
(O kadar değiştirmeye gerek yok.)
Şimdi bu abimiz gemide vurularak öldürülüyor ve ölmediğinde hayatının şokunu yaşıyor. Ölümsüz olduğunu bir müddet inkar ediyor.
1-İNKAR VE YALITILMIŞLIK
Eşinin yanına dönüyor. Kadın nasıl hayatta kaldığını sürekli sorguluyor ama adam olayların mantık çerçevesinde bir cevabının olduğunu düşündüğü için sorulara karşı sessiz kalmakla yetiniyor. Aradığı cevapları bulamayan kadın ve adam bir süre daha bu şekilde yaşamlarına devam ediyorlar. Sonra çiftimiz talihsiz bir kaza geçiriyor ve Henry'nin ölmediğine şahit oluyoruz.
2-ÖFKE
Hem eşini kaybetmek hem de ölümsüz olduğunu kabul etmek zorunda kalan Henry bir süre için şok yaşıyor. Uzun süre insanlarla iletişime geçmiyor. Olayları düşünüp anlamaya çalışıyor falan. "Neden ben?" temalı düşüncelere sahip. Kısaca deliriyor işte. Yemeden içmeden kesildiği için bir müddet sonra da bu sağlıksız yaşam yüzünden hayata gözlerini yumup tekrar açıyor.
3-UZLAŞMA
Henry'nin hayata her veda edişinde en yakındaki su kaynağında tekrar dirildiğini bilmelisiniz.
Balık gibi yüzerek yeni yaşamına ilerleyen Henry'i bu sefer bir adam izliyor. Ona arkadaşlık ediyor ve evini açıyor. Henry de zaten başından geçenleri biriyle paylaşmak isteğiyle içten içe çıldırıyor. Bir güzel konuşuyorlar. Henry ölümsüz olduğunu anlatıp üstüne intihar ederek adama kanıt da sunuyor.
Veee bu adam Henry'in ölümsüz olduğunu anlamakla kalmayıp onun seçilmiş kişi olduğuna inanıyor. Çünkü düşünsenize, adam ölmüyor lan. Neyse işte, sonunda yaşadıklarını paylaşabileceği bir insan görmek Henry'i felaket mutlu ediyor. İlk müridini bulan Henry yavaş yavaş insanların arasına karışıyor. (Burdan sonra ne geleceğini çok iyi biliyorsunuz) Ve belli bir süre sonra Henry tarikatını kuruyor.
(Güvenin bana, insanların onu Mesih ilan etmesi uzun sürmez çünkü.)
Uzuuuuun bir süre boyunca dünyayı kontrol etmenin heyecanı içerisinde olan Henry asla yaşlanmıyor oluşunun da getirisiyle felaket hırslanıyor. Ordan oraya koşturup kendi kurallarına göre oyun oynuyor.
Ancak bir gün tarikat içerisinde en yakını olmayı başarmış bir kişiyi kaybediyor. Evet, ona tekrardan insan olduğunu hatırlatmış birinden bahsediyorum.
4-DEPRESYON
Ve Henry her şeyin ne kadar da anlamsız olduğunu fark ediyor. Ölüm olmadan ne yaptığının bir anlamı yok. Ve geriye tek bir amacı kalıyor, kendini öldürmek.
Bu aydınlanmanın üzerine çeşitli şekillerde ölümü tadıyor, deneyler yapıyor, notlar tutuyor. Tarikat içerisindeyken insanları öldüren kişi olan Henry, ölümsüz olmadan önce bir doktor olduğunu hatırlıyor ve bu kimliğine geri dönmeye çalışıyor.
Hâlâ ölümlü olan doktor Henry'i hatırlamaya çalışıyor bir müddet.
Tarikattan kaçan Henry izini kaybettirmek için yıllarca çabalıyor. Bu esnada ikinci dünya savaşında doktor olarak görev alıyor ve bir hemşire hatuna gönlünü kaptırıyor. Çiftimiz savaş yüzünden ailesiz kalmış bir bebeği evlat ediniyor. Henry de mükemmel bir aileye sahip olmuş oluyor.
Henry'nin yaşlanmadığını hatırlatmak isterim size. Ama aradan geçen zalim yıllar hemşire ablaya son derece acımasız davranıyor. Yaşlı ablamız da yaşlanmayı gururuna yediremeyip yuvasını terk ediyor ve dikkatsiz davranışlar sergiliyor. Hâl böyle olunca tarikat tarafından bulunmaması da imkansız oluyor.
Kadıncağız bilgi vermemek için intihar etsin ama ne fayda eder ki? Teknoloji çağındayız artık. En fazla 30 yıl içinde Henry bulunuyooorr.
Tüm bunlar olurken Henry abimiz adli tıpta çalışıyor, cesetlerle ilgileniyor falan. Yaşlanmış oğlu ve iş ortağı olan hırslı dedektifle beraber takılıyor. İş hayatında herkesin birbiriyle uğraşıp kuyusunu kazma çabasına şahit oluyoruz.
Bir gün 200 küsur yaşındaki Henry'nin karşısına 2000 küsur yaşında bir adam çıkıyor. Kendisini Adem olarak tanıtan abimiz yıllar içerisinde çok fazla isim ve kimlik değiştirmiş. Bütün bir soğukkanlılığıyla dikiliyor karşımıza. (Tencere dibin kara, seninki benden de kara misali)
(Adem abinin tarikat ile bağlantısı var, bilgi ordan geliyor yani. Tarikat bu iki ölümsüzü buluşturduktan sonra başa geçmelerini umut ediyor)
Henry, örgütü ilk kurduğu zamanlar duyduğu efsaneyi hatırlıyor birden. Başka bir ölümsüzün hikayesini.. Asla inanmadığı o adam şuan Henry'nin karşısında duruyor.
Başlangıçta hayalet gibi geziniyor Adem abi. Henry ile oynuyor. Yüzyıllar boyu umutsuzluk içerisinde olan bu adam sonunda heyecan duygusunu tekrardan yaşıyor olmanın mutluluğunu tadıyor. Dünyada var olan tek ölümsüz olmadığını bilmek iyi geliyor abimize falan filan.
Birkaç tuzak hazırlıyor Henry'e. Onu, kurmuş olduğu korunaklı dünyadan dışarıya çıkartmayı planlıyor.
Henry, zamanında evlat edindiği, yaşlanmış olan çocuğunun ölümünü izliyor mesela. Bu gibi olaylar uyuyan yılanı deliğinden dışarı çıkartıyor. Öfkeli bir Henry izlemeye başlıyoruz. İntikam planları yapmaktan başka bir şey düşünemeyen bir Henry..
(Bunu görmek için neleri vermezdim..)
5-KABULLENME
En sonunda Henry, Adem abinin güvenini kazanması gerektiğini fark ediyor. Düşmanına yakın olmalı neticesinde. Ve bir dava içerisinde işler Adem abiye uzanacakken Henry olaya müdahale ediyor. Adem abiye yakın olmak adına, o çok sevdiği biricik yeni aşkı olan detektif ablayı vuruyor. Fazla romantik bir sahne falan da değil hani. O ablaya asla yakışmayacak bir şekilde oluyor ölümü. Cesedi hiçliğe karışıyor falan. (Bazen aşırı duygusuz olabiliyorum, evet)
Adem abi de diyor "İşte bu!". Ve o andan itibaren Henry'nin kurduğu eski düzen kayıplara karışıyor. Biz artık Adem abi ve Henry'i izliyoruz ekranda.
Genel bir özet geçiyor o sırada bize dizi.
İki ölümsüz oturuyor ve bize hiçlik felsefesini aktarıyor. Deneyimlerini, acı-tatlı hatıralarını anlatıyorlar.
Birbirlerini anlıyorlar.
Derken Adem abi işi çözmüş aslında. Nasıl öleceğini biliyormuş ama deneyecek cesareti olmamış.
Henry'nin bunu hazmetmesi vakit alıyor.
Ama kaçınılmaz olan son gerçekleşiyor en nihayetinde.
İzlerken gözlerimizin bayram ettiği sahneye bakıyoruz.
Henry, Adem abiyi bıçaklarken; Adem abi de Henry'i vuruyor.
Her canlı ölümü tatmış bulunuyor.
Dizi, insanın doğası hakkında kısa bir konuşma yapıyor. Adem ve Henry abinin sesinden dinliyoruz bunu. İnsan doğasının iyi ya da kötü olmasıyla ilgili birazcık laf salatası işte.
Ve son.
(⌐■_■)
Artık derin bir nefes alabilirim.
Bu diziyi izlerken her bölümün ardından toplaşıp konuştuğumuzda fikirlerimi paylaşmaktan asla bıkmamıştım. (Her ne kadar "tarikat" planlarımı dinlemekten sıkıldığını iddia eden bir Martı olsa da..)
Ben bu diziyi daha karanlık bir şekilde izlemek isterdim. (Her ne kadar "iyilik ve dünya barışı kazanacak sevgili arkadaşım" diyen bir Menci olsa da..)
Geriye dönüp baktığımda bölümün pozitifliğine sinirlenip seste bütün bir öfkemle konuştuğum için asıl konuyu kaçırmış olmam kalacak aklımda. (Her ne kadar "Hayır bence o karakter öyle biri değil, şu sahneyi farketmediniz mi? Bence böyle demek istedi." gibisinden farketmediğim detaylarla aklımı başımdan alan bir Hafsa olsa da..)
Biz mükemmel bir ekip olduk.
(Dördümüz bir araya gelip dizideki beş kişilik tayfayı sollarız.)
(Evet, ara ara diziyi izlerken bunu düşündüm. Ne var yani?)
(Biz daha iyiyiz)
¯\_( ͡° ͜ʖ ͡°)_/¯
VE GELELİM BEŞ EVREDEN OLUŞAN ÖLÜM MODELİNEEE..
(Caps Lock'u kapadım, tamam. Sakin olun.)
Öncelikle bu evreler belli bir kaybın ardından insanların yaşadığı yası tanımlamaya yarıyor.
(Sizlere uzun uzun beş adetten oluşan yas evrelerini ve içeriğini anlatmayı planlamıyorum.)
(Ama bu gönderinin yorumlarında yapabilirim belki, neyse)
Henry abimiz, ölümsüz olmadan önceki yaşamının yasını yaşıyordu tüm bu süre boyunca.
Ve garip bir şekilde, yas evrelerini tamamladığında gerçeği kabullenebildi. Önceki Henry'e veda edebildiği zaman yaşamı sonsuza dek bitti.
Bunu düşünmek aşırı hoşuma gidiyor ama tam anlamıyla izah edemedim sanırım.
Demek istediğim, Henry abimiz her ne kadar ölümsüz de olsa ve ölümsüz hayatı da yaşasa aslında kendi ölümünün evrelerini yaşıyordu. Bunu dizide çok fazla gözlemleyemedik. Zaten bu yüzden kendi senaryomu yazmaya karar verdim. İnsan doğasına uygun olarak ortaya bir şeyler çıkartmaya çalıştım.
Sanırım 'yaşam boyu gelişim' kitabından bir alıntı yapsam dediklerim daha net anlaşılacak.
"ɪ̇ɴsᴀɴʟᴀʀıɴ ʏᴀşᴀᴍʟᴀʀıɴıɴ ᴀɴʟᴀᴍı ᴠᴇ ᴀᴍᴀᴄıɴıɴ ʙᴏʏᴜᴛᴜ, ᴏ̈ʟᴜ̈ᴍᴇ ɴᴀsıʟ ʏᴀᴋʟᴀşᴛıᴋʟᴀʀıʏʟᴀ ɪ̇ʟɪ̇şᴋɪ̇ʟɪ̇ᴅɪ̇ʀ." (ᴄᴀʀʀ, 2009)
Tekrar tekrar ölüp diriliyor olması Henry'nin kendi ölüm yaklaşımına ters bir olgu değildi yani. Tüm bu süreç içerisinde o da yavaş yavaş ölüyordu.
(Yas süreci şemasını Henry'nin ölümüne uyarlayıp bu zıtlığın uyumuna hayran kalmam dışında bir sorun yok.)
Yavaştan yavaştan yazımı sonlandırıyorum.
Çok farklı bir yazı oldu benim için ama en başından beri böyle bir şey planlıyordum kafamda.
Yazı uzadıkça uzamış da olabilir ama canım dostlarım, unutmayın ki "it's a long story"
(◔◡◔)
Hayır Charlie, insanlar harika değil. Bir insan küçüklüğünde ona öğretilen varoluş amacının dışında davrandığında bu zorluğa dayanamayabilir. İçsel olarak bir çıkış bulamaz ve bedeninin haz alma mekanizmasının önüne geçmek ister, kendini güçsüz bırakır. İntihar eder. Çünkü insan zayıftır. Bir insan…devamıHayır Charlie, insanlar harika değil.
Bir insan küçüklüğünde ona öğretilen varoluş amacının dışında davrandığında bu zorluğa dayanamayabilir. İçsel olarak bir çıkış bulamaz ve bedeninin haz alma mekanizmasının önüne geçmek ister, kendini güçsüz bırakır. İntihar eder.
Çünkü insan zayıftır.
Bir insan ona yapılan kazığı unutup yola devam edemeyebilir. Bu husustaki en büyük etken kişinin sahip olduğu gururu olabilir. Bu saçma gurur meselesi uğruna sorumluluğu altındaki insanlara karşı yabancılaşabilir. Zira o birey için en önemlisi itibardır.
Çünkü insan zayıftır.
Bir insan doğumundan sonra yanında görmek, bağ kurmak istediği bir ebeveyne ihtiyaç duyabilir. Bu ihtiyacın karşılanması engellendiğinde birey yaşadığı hislerle baş edemeyebilir. Yolunu karıştırabilir.
Çünkü insan zayıftır.
Bir insan yas süreci yaşayabilir. Sevdiği bir yakınının kaybının ardından hayata daha savaşçı bir şekilde yaklaşabilir. Son yolculuğunda yanında olmak istediği bir kişiyi ise bu savaşçı kimliğiyle yorabilir.
Çünkü insan zayıftır.
Bir insan hiçbir zaman dış görünüşü umursamadan başkalarıyla iletişime geçmez. Ön yargılarımızla hareket ederiz. Alışılmışın dışında olan her şeyi hayretle inceler, beğenmezsek tiksinerek bakarız.
Çünkü insan zayıftır.
Çünkü biz zayıfız.
Federal ile ben, beraber korku filmi izlemek için uzun zamandır çabalıyoruz. Sonunda başardık. Ekran yansıtma teknolojisinden bihaber olduğum için ve daha filmin başlarında yaptığım tahmin tutmadığı için benimle dalga geçen Federal'e burdan sevgilerimi gönderiyorum. (Babası emlakçı da olabilirdi) (Spoiler vermeden…devamıFederal ile ben, beraber korku filmi izlemek için uzun zamandır çabalıyoruz. Sonunda başardık.
Ekran yansıtma teknolojisinden bihaber olduğum için ve daha filmin başlarında yaptığım tahmin tutmadığı için benimle dalga geçen Federal'e burdan sevgilerimi gönderiyorum. (Babası emlakçı da olabilirdi)
(Spoiler vermeden bir yazı yazmayı deniyorum şuanda.)
Filmi izlerken sürekli çıldırdık. Yapılmaması gereken ne kadar saçma hareket varsa yaptılar çünkü. Sarışın ablaya ayrı uyuz olduk falan.
(Ben hiçbir karakteri sevmedim gerçi)
1-2 yerde güzel korktuk. Çığlıklar ve küfürler havada uçuştu.
O bey amcanın fevri hareketleri beni havaya zıplattı zaten.
(Gerilim dolu bir sahneyi izlerken tahmin yürütmeye başlıyoruz. Sonraki korkunç sahnede kimin dediği yaşanırsa onun için eğleniyoruz..)
Filmi bu şekilde izlediğimiz için genel anlamda baya eğlendim. Keyif aldım.
İyi, güzel, hoş ama biz bir noktada filmi bitirip sesten çıktık. Benim gecenin bir yarısı bahçeye çıkmam gerekiyordu..
Üzgünüm Federal ama birazcık sövdüm ikimize de. Yani "derdimize neydi acaba" diye baya söylendim.
Bu arada filmi yemek yerken izlemeye çalıştığımız için koca bir alkışı hakediyoruz:)
(Yemek yerken izlemek isteyenleri uyarıyorum, sonlara doğru mideyi bulandıran sahneler olabilir)
(Profiterol hamurunun içine krema sıkar gibi hanım ablaya bir şeyler enjekte edilmeye çalışıldı da)
(Bence bu spoiler sayılmaz)
Yorumlara güzelinden korku filmi önerir misiniz? İnli cinli olmasın lütfen.
(Düzgün bir korku filmi bulmak zormuş)
Şimdiden çok teşekkür ederim.
☆*: .。. o(≧▽≦)o .。.:*☆
Spoiler içeriyor
Dün üçüncü sezonu, bugün de son sezonu izledim ve diziyi bitirdim. Artık depresyona girdiğim zaman ne kadar hayatsız bir insan olduğumu biliyorum. ¯\_(ツ)_/¯ Öncelikle bu dizi fazlasıyla çizgi film havasındaydı. Çocuksu bir masumiyet taşıyordu. Özellikle ilk sezonu izlerken sürekli "Ben…devamıDün üçüncü sezonu, bugün de son sezonu izledim ve diziyi bitirdim.
Artık depresyona girdiğim zaman ne kadar hayatsız bir insan olduğumu biliyorum.
¯\_(ツ)_/¯
Öncelikle bu dizi fazlasıyla çizgi film havasındaydı. Çocuksu bir masumiyet taşıyordu. Özellikle ilk sezonu izlerken sürekli "Ben ne izliyorum ulan?!" diye düşündüm. Tanışmış olduğum bu yeni karakterlere bir şekilde alışmaya çalıştım sadece.
Ancak ikinci sezonla beraber güzel gelişmeler yaşandı. Ahsoka'yı gördük, Rex geri geldi falan. Ardından Anakin'den geriye hiçbir şey kalmadığını öğrendik, Darth Vader ile tanıştık.
("Then you will die!")
(Aşamıyorum bu sahneyi bee!)
Demek istediğim dizi yavaş yavaş Clone Wars animasyon dizisi standartlarına yükselmeye başladı. (Asla o seviyeye ulaşamadı bu arada)
Üçüncü sezonla beraber Maul'un Obi-Wan'la olan son savaşına şahit olduk.
Küçük Luke'u gördük azıcık.
Eski cumhuriyet zamanlarındaki ayrılıkçı robotları bile gördük.
(Roger Roger diye gezdim bir müddet, özlemişim.d)
Ve son sezon.. Baya güzeldi. Özellikle de Mortis Tanrıları konusunun ele alındığı Jedi Tapınağı ile ilgili olan bölümler mükemmeldi.
Kurt mevzusunu da sevdim.
Kısa kısa da olsa her sezona değindiğime göre şimdi gelelim genel özetlemeye.
Anakin Skywalker karakterine sonsuza değin veda ettik. Hep birlikte bunu yaptık. Ahsoka'nın ustasını kurtaramayacağını söylediği ve bu gerçeği kabullendiği sahnede inandım. Gerçekten de Anakin gitti.
Bu noktada bu dizi önemliydi.
Onun dışında İmparatorluğa karşı direnişi uzun uzadıya izlemek de fazlasıyla güzeldi.
Mon Mothma'yı gördüğüm ilk an çok sevinmiştim. Sanki o ümit benim için doğdu. Ancak sonradan karar alma aşamasında zorlanmalarına şahit oldum. Palpatine'in karşısında risk alamayışlarına şahit olmak bir miktar kızdırdı ancak olsun.
Ellerinde de çok fazla imkân yoktu sonuçta..
Onun dışında dizinin ilk sezonlarında ciddi bir şekilde kötü karakter açığı hissediyordum. Çocuk oyuncağı gibi imparatorluğu atlatmaları hoş değildi.
Ama sonradan diziye Thrawn geldi. BAYILDIM.
Adam o kadar zekiydi ki.. Aceleye getirmeden hep bir adım önde olacak şekilde yendi bizimkileri, izlerken zevk aldım.
(Benim bu zekaya olan tutkum bir gün başıma iş açacak)
Ve dizi bitti.
Tam tadında bıraktılar.
Ezra Bridger.. Senin asla tam anlamıyla bi Jedi olamayacağını düşündüğüm için ve seni küçümsediğim için beni affet.
Ve Sabine Wren.. Senin sayende de bol bol Mandalorian gördük. Teşekkür ederim:))
Star Wars evreninde en çok Mandalorian'ların kavgasını izlemeyi seviyorum. Tam bir görsel şölen:D
Diyeceklerim bu kadardı.
Depresyondan da çıkamadım bu arada ama bir sırrı çözdüm gibi.:/
Sanırım Jedi'ların kaderinde bu var arkadaşlar. Ancak ebeveynlerden birisi öldükten sonra bebek doğabiliyor.
(Kanan çocuğunun olduğunu bile bilmiyordu be.. Ah zalim hayat!)
Dokunmayın bana bir süre.
(Buraya kadar okuduysanız umarım star wars evrenini biliyorsunuzdur çünkü baya bir spoiler yediniz)
(▀̿Ĺ̯▀̿ ̿)
Spoiler içeriyor
Mads abiminizin dans sahnesini YouTube'dan izledikten sonra bu filmi izlemezsem ölürdüm. (Martı'nın övdüğü kadar vardı) Sonunda o gün geldi ve ben bu filmi izledim. Bu süreçte bana eşlik ettiği için @mazikoleksiyonu'na teşekkür ederim. (Her ne kadar başlarda sıkılsa ve yarısında…devamıMads abiminizin dans sahnesini YouTube'dan izledikten sonra bu filmi izlemezsem ölürdüm.
(Martı'nın övdüğü kadar vardı)
Sonunda o gün geldi ve ben bu filmi izledim. Bu süreçte bana eşlik ettiği için @mazikoleksiyonu'na teşekkür ederim.
(Her ne kadar başlarda sıkılsa ve yarısında uykusu geldiği için filmi iki part hâlinde izlesek bile)
Şimdi efendim gelelim filme. Bir sürü genç aynı anda koşuşturup kahkaha atınca 'nereye düştüm ben' moduna giriş yaptım. Film hızlı başladı. Ancak sonra güzel toparladı.
Lise'deki o stresli ortam, çocukların sınava karşı verdiği tepkiler, sosyalleşmek istemeleri, ebeveynlerin endişeleri, öğretmenlerin çaresizliği falan derken her şey çok güzeldi.
Ancak biz bu ortama yetişkin dünyasından baktık, gençlerden değil. Resmen tükenmişlik sendromu vardı öğretmenlerimizde. Rutinlerinin içerisinde kaybolmuş ve yana yakıla hayatlarındaki o eski heyecanı arıyorlardı.
Çözüm mü? Alkol.
(En azından denediler.)
Başlangıçta hayatlarına çizmiş oldukları keskin sınırları ve kalın duvarları alkolün etkisiyle esnettiler.
Etraflarındaki insanların bu değişime anlam veremedikleri kısımlara çok eğlendim.
(Ayrıca dörtlünün arkadaşlığı da fazlasıyla samimiydi. Beraber böyle bir deneye girecek kadar sözlerine sadık kalmaları da ayrıca hoşuma gitti.)
Tâbi insanoğlunun gözü doymuyor. Her açıdan deneyi devam ettirme kararı aldılar ki bende tam olarak bunu bekliyordum. İşler de yavaş yavaş çığırından çıktı.
Deney yapılıyor sonuç olarak, bizde gözlemleme fırsatı bulduk, izledik.
Alkol tüketimi çoğaldı, tepkiler inanılmaz değişti falan derkeen en sonunda deney sona erdi.
Ve bu deneyden ben de bir ders çıkarttım kendime.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki bu insanların hayatları zaten kötüydü. Alkol olsa da olmasa da kötüydü. Sadece alkol içtikten sonra zaten incelmiş olan ipler kopmuş oldu o kadar.
Evet filmde bağımlılığın kötü etkisine değindiler ama sadece beden eğitimi öğretmeninde tam anlamıyla değindiler bence.
O adam tekrar eski yalnız yaşantısının gerçekliğiyle yüzleşmek istemedi. Alkolün tatlı sersemliği daha kolay geldi. Bağımlı olmak istedi, zaten önce işini sonra hayatını kaybetti.
Ancak bu film tek başına "alkol zararlı" sonucu çıkartacağımız bir film değil. (Bence)
Tıpkı diğer bağımlılık türlerinde olduğu gibi (alışveriş bağımlılığı, teknoloji bağımlılığı, vs..) asıl kötü olan unsur "bağımlı" olmamız.
Onsuz yaşayamam sözünü kullandığınız yerlere dikkat edin. Mesela filmden örnek verelim?
Martin karakteri.
+Ailesi olmadan yaşamaz mı?
Adam ailesi için çabaladı, tatile falan gittiler. Mutluydu. Ancak ailesi tarafından terk edildi ve gayet de yaşamına devam edebildi.
+İşi olmadan yaşayamaz mı?
Velilerle karşı karşıya geldiği sahneyi hatırlayın. Son derece sakindi.
+Arkadaşı olmadan yaşamaz mı?
Yakın arkadaşını kaybetti ancak onun söylediği tavsiyeye kulak vererek bir yerde anısını canlandırdı. Pes etmedi.
Bu adam bağımlı değildi.
Ben bu filmden geriye şu dersi çıkarttım.
Hayatımızın merkezinde biz olmalıyız. Şahsen ben rahat olduğum yerde mutluyumdur. Mutlu değilsem beni neyin rahatsız ettiğini bulmam gerekiyor. Bu benim kendime borcum.
Filmde sınav stresi yaşayan bir genç vardı mesela. (Kaygıları üzerine psikolojik danışma da yapılabilirdi tâbi ama neyse)
Bu gencin yerine koymak istiyorum kendimi.
Beni mutsuz eden ve rahatımı bozan şey ne? Sınav mı?
Hayır.
Sınava yüklediğim anlam. Sınavı kaybedersem çevremin vereceği tepki..
Bu konunun üzerine çalışmam gerek.
Kaybetsem en fazla ne olur mesela? Ölür müyüm? Dünyanın sonu mu gelecek?
Kafamızda yazdığımız bütün o felaket senaryoları.. Filmin başında ana karakterlerin hayatlarındaki yıkılmaz ve sarsılmaz duvarlar.. Hepsinin esnetilmeye ihtiyacı var.
(Alkolle olmasa bile farklı yöntemlerle yapabiliriz.)
İşte bu benim çıkardığım ders:)
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Şimdi gidip filmin sonunu tekrar izlemem gerekiyor.
( ̄y▽ ̄)╭
Spoiler içeriyor
The Mandalorian dizisini izledikten sonra dedim ki ben bu Star Wars evreninin içinden geçerim. Büyük konuşmuşum. İzle izle bitmiyor. Neyse efenim işte ben bi gazla başladım filmleri izlemeye. 4-5-6-1-2-3 şeklinde altı adet film izledim. Sonra da olan hiçbir şeye anlam…devamıThe Mandalorian dizisini izledikten sonra dedim ki ben bu Star Wars evreninin içinden geçerim. Büyük konuşmuşum. İzle izle bitmiyor.
Neyse efenim işte ben bi gazla başladım filmleri izlemeye.
4-5-6-1-2-3 şeklinde altı adet film izledim.
Sonra da olan hiçbir şeye anlam veremedim.
Evet, filmlerin süresi kısıtlı. Verilmek istenen her mesaj rahat rahat verilemiyor. Anlıyorum.
Ama gene de sevmedim.
(Hazır mısınız bol spoilerlı yerlere?)
Klon oluşturma emrini Jedi'lar vermedi madem, ne çabuk sahiplendiler bu klonları?!
Jedi konseyini hiç anlamadım.
Muhteşem bir plan yaptı Palpatine, kabul ediyorum. Ama her işlemde az da olsa hata payı bırakmak lazım. Kusursuz işleyemez. Dedim ki yani bu klonlar üretilirken hiç hata yapılmadı mı? Sonradan arıza veren klon hiç olmadı mı?
Hepsini geçtim Anakin karakteri ne kadar çabuk karanlık tarafa geçti öyle..? Neymiş efendim şansölye onun akıl hocasıymış.. Filmde o yakınlığı ben göremedim. Çok hızlı gerçekleşti her şey benim için.
Derkeeeen bu diziyle karşılaştım. Mükemmeldi, harbiden. Anakin karakterinin zekasıyla harika bir Jedi oluşuna şahit olmak muazzamdı. Ahsoka Tano ile ikisinin beraber çalışması, padawanına öğretmenlik yapması da ayrı güzeldi. Anakin karakterini farklı yönlerden incelemiş olduk. Aklımdaki sorulara cevap bulduğum için bu diziyi bir başka sevdim.
Mesela Anakin'in aşk hayatı Jedi düzenine aykırı. Palpatine'in dışında kimse farketmedi mi yani diye düşünmüştüm filmi izlerken. Ancak dizide Obi-Wan'ın da haberdar olduğunu yaptığı imadan anlayabildim.
Onun dışında Anakin karakterinin gücünü diğer Jedi'lardan farklı olarak kullandığında arkada çalan karanlık taraf müziği der susarım...
(Örnek vermem gerekirse sezon 2'de 8 ve 13. bölümlerde yaşandı bu olay.)
Sevdiği insanlar için yaşadığı kaygıyı bizzat gözlemleme fırsatı buldum. Sınırlarını zorlamaktan geri kalmayıp kendini sürekli tehlikeye attı. Ancak eninde sonunda başarılı olmanın bir yolunu buldu.
Her ne kadar uzun uzun yazsamda en sevdiğim yönü hep Ahsoka'nın yanında ortaya çıkan öğretmen kişiliğiydi. Yeri geldi abi gibi koruyup kolladı.
Mükemmellerdi..
("Snips" deyişi hâlâ kulaklarımda)
Filmlerde fazla ısınamayıp dizide aşığı olduğum bir diğer şeyse robotlar. R2D2 ve C3PO der susarım. Çok şirinlerdi.
Ancak en en en en bayıldığım kişi her daim Ahsoka olacak. Jedi konseyinin kendisine yapılan suçlamada basireti bağlanmış gibi hareket etmesi çok sinir bozucuydu.
Jedi konseyi demişken, benim bile karanlık tarafa geçesim geldi izlerken. Klon savaşlarının içerisinde kaybolmuş, halkının yaralarını sarmaktan aciz, hızlı ve etkili karar alma mekanizmasını kaybetmiş olması berbattı.
Büyük bir hayalkırıklığı yaşadım.
Klonlar ile ilgili gerçekleri öğrenmeye o kadar yakınlardı ki...
Hiçbir şey yapmamayı tercih ettiler. Ha pardon, meditasyon yaptılar. Nasıl unuturum?!
Gelelim klonlara. Filmi izlerken hiçbir şey hissetmediğim klonların yaşamlarına tek tek değindikleri bölümlere kalbimi bıraktığım oldu.
Fives sayesinde Palpatine'in planının mükemmel olmadığını öğrendim.
Echo sayesinde yaşadıkları acıları gözlemledim.
Ve Rex..
Yüreğim dağlandı..
(Bu arada klonların arasında düzeni reddedip evlenen akıllılar da vardı. En zekiler onlar yeminle. Gurur duyuyorum onlarla. Tek tükler ama olsun.)
İlk altı sezondan farklı olarak yedinci sezonun grafikleri bi değişikti. Tam sevemedim. Bölümün içerisine alâkasız espriler katmaya çalışmışlar falan. Saçmaydı.
Gerçi her şeye rağmen Ahsoka'nın Maul ile yaptığı savaş dillere destandı.
En nihayetinde klonlara verilen kod66 ile mükemmel bir savaşa daha şahit olduk.
(Ahsoka için kasklarını boyamışlardı be!)
(Ağlıyorum..)
Sanırım bu dizinin en güzel yanı ele aldığı her konuyu farklı bakış açılarıyla işlemesi. Detaylı bir şekilde gözlemlememize izin vermesi.
Klonlar mesela. Nasıl üretiliyor, gördük. Nasıl yetiştiriliyorlar, gördük. Hangi eğitimleri alıyorlar, gördük. Klonlar neler hissediyor, neler yaşıyor, vs.. Hepsine şahit olduk.
Aklımda bir tane bile soru işareti kalmadı.
Şimdi de Badu'dan öğrenmiş olduğum yeni dizime koşarak ilerliyorum. İçerisinde Ahsoka'nın çocukluğu varmış.
(Tahmin edersiniz ki karar almamda bu bilgi tek başına yeterli oldu.)
Jedi düzenine karşı olan bütün memnuniyetsizliğimi bir kenara bırakıyorum ve kapanışı yapıyorum izninizle.
≖‿≖
May the force be with you gençler:)
Spoiler içeriyor
İlk başta arkadaşımın önerisiyle gidip dizisini izledim. 5 bölümdü zaten. Sonra öğrendim ki bu aslında beş kitaplık bir seriymiş. Bende koşa koşa gidip kitaplarını aldım. Neden mi? Çünkü anlamadım. Diziyi izlerken karakterlerin davranışlarına anlam veremedim. Düşüncelerini okuyamadım. Kafamı duvarlara sürtmek…devamıİlk başta arkadaşımın önerisiyle gidip dizisini izledim. 5 bölümdü zaten. Sonra öğrendim ki bu aslında beş kitaplık bir seriymiş.
Bende koşa koşa gidip kitaplarını aldım. Neden mi? Çünkü anlamadım.
Diziyi izlerken karakterlerin davranışlarına anlam veremedim. Düşüncelerini okuyamadım. Kafamı duvarlara sürtmek istedim resmen.
Mesela örnek vermem gerekirse sevgili Eleanor'un arabasına olan takıntısına anlam verememiştim diziyi izlerken. Hapları almış, alkolü dikmiş kafaya sonra gelmiş araba sürecem diyor. Düz çizgide yürüyemiyorsun yani ne arabası, ne bu inat??
Ama sonra kitap sayesinde anladım. O araba (yani Buick, isim vermiş) gerçekten sahip olduğunu hissettiği tek şey. Hâlbuki bütün mal varlığı onun.
Diziyi izlerken Eleanor'un yerine koyuyorum kendimi. Her şey bana ait ancak uzaktan bakıldığında evlenmiş olduğum David denen adama aitmiş gibi gözüküyor.. Tam çıldırmalık.
Sonra kitabı okurken Eleanor'un anne ve babasının ilişkisine değinildi. Hiçbir zaman sesini çıkaramamış babasına karşı, hislerini söyleyememiş. Annesi de aynı şekilde.
Hâl böyle olunca bende karakterleri anlamaya başladım yavaş yavaş.
David. Senden bütün benliğimle nefret ediyorum.
Babası asker olmasını istiyor. Bunun gönlü müzikte. Burs kazandığı zaman yaşadığı o korkuyu ve heyecanı ben okurken hissettim resmen. Babasına karşı çıkacak oluşu bünyesine fazla geldi. Net bedenselleştirme yaptı bence.
❝Ağır negatif duygulanım bedensel organlara yansıma yapıyorsa somatizasyon (bedenselleştirme) dediğimiz bozukluk ortaya çıkıyor.❞
Yani David kendi hayallerinin peşinden gidip babasına karşı çıkacak oluşunun getirdiği çatışmaya dayanamadı. Psikolojisi bu durumdan çok etkilendi ve vücuduna romatizma olarak yansıdı.
Ne kadar da acınası.
Sonra bu acınası varlık gitti ve tıp okudu. Sonra zaten zengin olan Eleanor'la evlendi ve para kazanmasına gerek kalmadı.
Bomboş biri işte.
Tam bir başarısızlık örneği!
Kitap boyunca "küçük dağları ben yarattım" havasında geziniyor oluşu iğrençti. Karıncayı öldürür, insanlara laf sokar, Eleanor'a acı çektirir ve en fenası kendi öz oğluna tecavüz eder. Evet, doğru okudunuz.
Sübyancı David kendi oğlunu homoseksüel ve ensest bir ilişkiye zorladı.
Sonradan birazcık olsun pişman olmasını bekledim biliyor musunuz?
"Kısa ve hayvanca olmakla beraber çok da çirkin sayılmazdı." David ise böyle düşünüyordu.
Hatta oğlunun tüm bu olanları unutma ihtimaline güvenip yaptığı eylemi tekrarlamayı bile düşündü kitabın sonlarında.
Aslında Eleanor'a karşı sergilediği davranışlarını incelemeyi düşünüyordum yazımda. Hatta kitapta adı geçen "Suetonius'un On İki Caesar'ın Yaşamöyküsü" kitabını almayı bile düşünüyordum. Daha detaylı incelemek istiyordum falan.
Oğluyla olanlardan sonra vazgeçtim. Enerjimi harcamak istemedim.
Ve gelelim Patrick'e... Canım Patrick...
Doğumu bile olaylı olmuş. Dünyaya geldiğinde ebeveynleri arasında soğuk rüzgarlar esiyor tâbi. Annesiyle sağlıklı bir şekilde ilişki kurmasının önüne geçiyor babası. (Bowlby'nin bağlanma kuramı David'in bu tutumunu izleyip ağlıyor)
Kitabın sonlarına doğru Patrick'in hiç kimseye güveninin kalmadığına şahit oluyoruz. Normalde uykuya dalmış olan annesinin odasına gizlice girip ona sırtından sarılarak sevgi bulmaya çalışan Patrick, kitabın sonunda annesine de sırtını çevirdi.
Patrick'le ilgili olan her satırda kalbim acıdı.
Bi alıntı yapıp bırakıcam bu yazımı.
Yeterli bu kadarı.
Bitsin gitsin istiyorum şuanda sadece..
❝Kimse beni burada bulamaz, diye düşündü. Sonra, ya kimse beni burada bulamazsa, diye aklına geldi.❞
Spoiler içeriyor
☔︎ Dışarıda yağmur atıştırıyor. Islanan gözlük camlarımla beraber kafamdaki kelimeleri bir araya getirmeye çalışıyorum bende. (Bu yazıyı yazmak için baya geciktik. Şuanda hafızamda kalanlarla yola devam etmeye çalışıyorum.) ⚠︎ Yazıya geçmeden önce şunu belirtmeliyim ki her ne olursa olsun bu…devamı☔︎ Dışarıda yağmur atıştırıyor. Islanan gözlük camlarımla beraber kafamdaki kelimeleri bir araya getirmeye çalışıyorum bende.
(Bu yazıyı yazmak için baya geciktik. Şuanda hafızamda kalanlarla yola devam etmeye çalışıyorum.)
⚠︎ Yazıya geçmeden önce şunu belirtmeliyim ki her ne olursa olsun bu anime benim hafızamda konusuyla değil, beraber izlediğim dostlarımla yaşadığım anılarla kalacak. Sad Ending ve Federal'e benimle beraber izledikleri için teşekkür ederim (!)
Hdkshdhsoahdkshdjdksjh
(İlk 10 bölümü bensiz izlediler de..)
(Gerçi tam anlamıyla beraber izlemiş de sayılmazlar. Federal kendine özgü bir tarz geliştirip diziyi o şekilde izlemiş.
1-2-3-4-5-6-7-12-8-9-10-11 şeklinde..
Finali arada izleyip kendi kendine spoiler yemiş ve yola bu şekilde devam etmiş. Düşündükçe hâlâ gülüyorum.)
✌︎ Martı'ya da bu güzel animeyi bize önerdiği için teşekkür ederim.
Tamamdır. Artık hazırız. Başlayabiliriz.
✍︎ Anime çok hızlı başladı. İlk üç bölüm konuyu anlamaya çalıştım. (Sıkılıp yarıda bırakma ihtimali ile karşı karşıya kaldığım bile oldu başta)
Sonra mı? Hep olduğu gibi anime mükemmel bir hızda akmaya devam etti. Bende kendimi kaptırdım.
Zeki karakterlere bayılırım. Angelo karakterimiz de olayların işlenişinde o mükemmel zekasını bol bol konuşturdu.
Önceki yazılan gönderileri okuduğumda herkes vitrindeki topu almasını beklemiş mesela. Ancak Angelo'nun tutarlı olduğu üç adım öteden belli. Bıçağı almasına zerre şaşırmadım. Bu noktada da anime beklentimi karşıladı.
Ayrıca animede Barbero karakteri gibi mükemmelliyetçi tiplerin çok iyi işlendiğini düşünüyorum. Angelo'nun planlarına çok güzel çomak soktu kendisi:d
(Daha azını beklemezdim zaten)
Fango karakterinin manyaklığına ise ayrı bayıldım. Hannibal'dan ders mi almış, nedir? Eski patrondan yemek yapmalar, yedirmeler falan...
(Fango karakterinin eceli Corteo'nun elinden oldu ya üff.. O kısma da bi ayrı bayıldım.)
(Fango karakterinin şiddet içeren eylemlerinin yanı sıra, cinsel kimliğinde yer alan mozaşist eğilimleri göstermeleri de bence güzel bir detaydı.)
➪ Bu kadar övgü yeter. Gelelim benim için yarım kaldığını düşündüğüm noktalara.
Angelo'nun karakterini yeterince gözlemleyemediğimizi düşünüyorum. Ailesini kaybetti, arkadaşının yanında da durmadı. Çekti gitti resmen. Ne yaptı bu çocuk onca yıl? Nerede yedi, içti? Nasıl vaktini geçirdi? Kimlerle beraberdi?
O mektup eline ulaşana kadar amaçsız olduğunu söylüyordu, amaçsız bir şekilde bunca yıl yaşamayı nasıl başardı o zaman?
Zira Nero'yla okyanus kıyısında yüzleşirken kaçmak gibi bir çabası hiç olmadı. Ölmeye hazırdı. Başa geri dönmüştü çünkü. (Mektup gelmeden önceki hâline yani.)
Bu sebeple o aradaki kayıp yıllara isyan ediyorum. Bizi çok değerli bir hazineden mahrum bırakmışlar bence..
⌨︎ Bir diğer nokta ise arkadaşından vazgeçtiği sahneydi. Anlıyorum, can alıcı bir sahneyle seyirciye tokat atmak istemişler ve başardılar da. Ama saçmaydı. Angelo karakteri için yani..
Her şeyi ince eleyip sık dokuyan bu zeki ve vefalı karakterimizin hiç düşünmeden arkadaşına kurşun sıktığını izlemek beni mahvetti..
Ailesinin intikamı için katlanıyor tüm bunlara. O zaman arkadaşının da öcünü alması gerekiyordu Nero'dan. Bilmiyorum.. En sevdiğim karakter Corteo'ydu ve çok afedersiniz ama hiç uğruna canından oldu.
Hâlbuki hayalleri vardı.
O diziden gittikten sonra yaptığı içkiden içtiler ama kimse onu anmadı. Adeta yok oldu, sanki hiç var olmamış gibi..:(
Her neyse.
☁︎ Nero ve Angelo'nun beraber geçirdiği vakitler çok keyifliydi. Dizinin başından sonuna kadar Nero çizgisini hiç bozmadı. Finalde bile tam kendisinden beklenen hareketi yaptı.
(Ben birbirlerine sıkarlar diye düşünüyordum açıkçası. Ama bu final daha iyiydi. Daha acımasızdı.)
☕︎ Sonuç olarak dostlarınızla beraber ağız tadıyla izleyebileceğiniz güzel bir anime.
Şimdiden iyi seyirleeeer:)