– Bundan sonraki planın ne?
+ Karımı bulup özgürlüğünü satın alacağım.
– Django. Evli olduğunu bilmiyordum. Çoğu köle evliliğe inanır mı ki?
+ Ben ve karım inanırız.
Çok fazla kişinin önermesi üzerine dün gece Oldboy'u izledim ancak ne yazık ki filme ortalama bir yapım gözüyle dahi bakamıyorum.
Filmin geneline mantık hatalarının baş gösterdiği absürt ve akıl almaz sahneler hakim ve de herkesin şok olduğunu söylediği final denklemi…devamıÇok fazla kişinin önermesi üzerine dün gece Oldboy'u izledim ancak ne yazık ki filme ortalama bir yapım gözüyle dahi bakamıyorum.
Filmin geneline mantık hatalarının baş gösterdiği absürt ve akıl almaz sahneler hakim ve de herkesin şok olduğunu söylediği final denklemi bence gayet öncesinde de anlaşılabilir bir haldeydi bu nedenle puanım 4/10
(A)
filmin başından sonuna kadının sürekli değişen, taşan ve içgüdülerinin peşinden giden bir karakter sergilediğini söyleyebiliriz. bunun tersine adamsa rasyonel, akılcı ve dengeli hareketleriyle karşımıza çıkıyor. mantıklı ve rasyonel olan gibi, çocuğun cenazesinde ağlıyor. kadınsa katatonik bir ruh halindeyken birden…devamı(A)
filmin başından sonuna kadının sürekli değişen, taşan ve içgüdülerinin peşinden giden bir karakter sergilediğini söyleyebiliriz. bunun tersine adamsa rasyonel, akılcı ve dengeli hareketleriyle karşımıza çıkıyor. mantıklı ve rasyonel olan gibi, çocuğun cenazesinde ağlıyor. kadınsa katatonik bir ruh halindeyken birden çözülüyor ve bayılıyor, burada adamın onu yerden kaldırmaya çalışmasıyla aklın ve içgüdünün karşıtlığını izlemeye başlıyoruz.
günlük hayatta sürekli karşılaştığımız erkek tanımına göz atacak olursak:
erkek=rasyonel
rasyonel=iyi
erkek=iyi
buna karşılık filmin kadın tanımına bakacak olursak:
doğa=şeytan (doğa şeytanın evidir repliği)
doğa=kadının doğası
kadın=doğası gereği şeytan
kadının doğayla özdeşleştirilmesinin birçok sebebi var. tarih boyunca menstruasyon(kan), histeri, doğurma gibi kendisiyle bir anılan kavramlardan dolayı doğa kadınla özdeşleşmiş durumda. (bkz: doğa ana)
ilk bölüm, önsöz, doğumun bir sembolü olan seksle başlıyor. suyun da varlığı bunu destekliyor. zira film çeşmenin açılışıyla, yani suyun hayat vermesiyle başlıyor. sonra masadaki su dolu şişe çocuğun beşiğinden çıkmasıyla düşmeye başlıyor. çocuğun keder, acı ve umutsuzluk heykellerini, yani üç dilenciyi masadan aşağı iterek tırmanmasıyla devam ediyor. çocuk, bembeyaz karla örtülmüş bir zemine düşüyor; beyazsa malum, saflığı ve ölümü beraber simgeler. masumiyet ilk bölümle ölüyor. bu bölümün, yani ilk olay örgüsünün bitimi; çocuğun camdan düşüp ölmesi. bu ilk olayın hayatın döngüsüyle bir analojisi kurulmuş. çamaşır makinesinin sahne boyunca dönmesi ve sonunda durması da bu döngünün bittiğini bize işaret ediyor.
nietzsche, dionysos’un simgelediği ayın, içgüdüsel taşkınlığın, kaosun karşısına; güneş, akıl, denge ve uygarlık tanrısı apollon’u koyar. apollon, dionysos’un simgelediği sınırsız içgüdüyü denetim altına alır ve onu olumlu ve akılcı yöne doğru dengeler. karşıtların birliği, varoluşun diyalektiğinin temel yasalarından birisidir. ve bu varoluş kendisini sürekli uygarlık-kaos-uygarlık döngüsünde yıkıp yeniden yaratacaktır. trier filmini bu felsefe üzerine kurup anne rolündeki kadınla dionysos’u; baba rolündeki erkekleyse apollon’u simgelemiş. filmin başından sonuna kadının değişen, sekse düşkün-hazcı-içgüdüleriyle hareket eden, tutkulu, dengesiz, kaotik ruh hali, doğayla bütünleşme isteği ve doğaya erkekten daha bağlı olması bize annenin dionysosluğunu gösteriyor. erkeğin acısına rağmen rasyonel tavrı, kontrolcü yapısı, kadın tarafından da sürekli zekasına –iyi ya da iğneleyici bağlamda- atıfta bulunulması bize apolloluğunu gösteriyor. (psikanalitik bağlamda kadın id, adam super ego diyebiliriz sanırım) karakterlerin isimlerinin filmde hiç geçmemesi de birer simge olduklarına dair ipucu veriyor bize.
terapi esnasında kadın korkularından bahsederken eden’den (incil’de ademle havva’nın yaşadığı cennet bahçesinden) bahsediyor. hristiyanlık, en basit çıkarımla cennette adem’e elmayı yemesini teklif eden havva tasvirinden anlayabileceğimiz gibi, kadını şeytanlaştırır. burada da aslında hristiyanlığın kadına bakışına bir gönderme var. adamın söylediğini yapıp ormandan geçip eden’e gidişi sırasında kendini tasvir ederken kadın havanın karanlık olduğundan, suyun ve kuşların sesinden, çamur zeminden bahseder. burada özellikle betimlediği bir ağaç var. diğerlerinden farklı, karakteristik duruşu ve içten içe çürümekte oluşundan bahsediyor. filmin sonunda bu ağacın erkek elindeki sopaya dayanarak tepeye çıkarken parladığını görüyoruz. gece, ay, müzik, yumuşaklık ve doğa burada tekrar bize dionysos’u işaret ediyor ve hayalinin yani korkularının başladığı o köprüden geçip eden’e adım atış, kadının kendisine dönüşü, kendisini kabullenişi ve tam bir dionysosluk haline teslim oluş. hayalin devamında, “just turn to green” denilerek kadının mücadele etmemesi ve yeşil çayırlara uzanıp onlarla bütün oluşturması istenen sahne aslında kadının artık dionysosluğuna tamamen teslim olduğu nokta. bu noktadan sonra acı ve yasın bitip, umutsuzluğun getirdiği dionysos’un kaosunun hüküm sürmeye başladığını görüyoruz.
gynocide bölümüyle beraber, kadın kendince kurduğu düşünce sisteminde (kadınların doğası gereği kötü olduğu-yarım bıraktığı gynocide tezi) kendi kötülüğünü de kabulleniyor. adam kadının notlarını bulması, kadının söyledikleri ve çocuğa ayakkabıları uzun zamandır ters giydirdiğini fark etmesiyle beraber patolojik durumunun farkına varıyor. ilk bölümde ilk izlediğimizde fark etmediğimiz, çocuğun ayakkabılarının yatağı önünde ters duruyor olması, telsizin sesinin kapatılmış olması gibi detaylara da yer vermiş yönetmen. aslında burada kadının çocuğu istismarıyla cadılara olan obsesyonu arasında bir bağ var. çocuğunu uygun bir biçimde sevmeyen bir anneyle ilgili çok temel bir sorun olduğu kabul edilir, çocuğuna işkence eden bir annenin varlığı sindirilemezdir. popüler kültür bu tip bir anneyi şeytani üvey anne ya da cadı pozisyonuna oturtur. çocuk düşerken kadının tamamen kayıtsız ve ifadesiz kalışı, aldığı zevki çocuğun hayatının önüne koyuşu bir anneden beklentimizin tam tersi. bu kayıtsızlığı meşe ağacının palamutlarını savuruşunda, yuvasından atılan ölü kuşta da görüyoruz film boyunca. burada da doğanın, modern toplumun anne arketipinden çok farklısına sahip olduğunu anlayabiliyoruz.
seks kadının kendi doğasına teslim olduğu durum aynı zamanda. kadının dengesiz ruh hali içinde sıradan bir detay gibi izlesek de, seks yaparken adamın kendisine vurmasını istemesi, bir noktada hala pişmanlık yaşama ihtimalini düşündürerek özellikle kendi doğasına döndüğü zaman bunun ortaya çıktığını varsayabiliriz. seks yapmaya bir şekilde ikna ettiği ağacın köklerinden ölü bedenlerin ellerinin göründüğü sahne yine bize kadının dionysosca cadılığını hatırlatıyor.
adamın kendisini terk etme ihtimalinin farkına varan kadın, tıpkı tezine eklediği resimdeki gibi, apolloca bir simge olan, teker biçimli bir demirle adamı yaralıyor ve hareket edememesini sağlıyor. apollon aslında burada kendi silahıyla vuruluyor ve düzen kaosa evrilme sürecinde büyük bir adım atmış oluyor.
dionysosluk sürekli apolloca davranışı gösterecek birisini davet ederken, apolloca davranış da zamanla dionysosça davranışlara yol açar. kadının adamın gitme ihtimalinden korkuşu, cinsel organına kütükle vurduktan sonra işlevselliğini kontrol edişi apollona ihtiyaç duyduğunun, adamın tam bir apollon olduğu evrede, terapi sırasında yanlış olduğunu düşünmesine rağmen kadınla seks yapması ve film boyunca gördüğü, gerçek olup olmadığını anlayamadığımız o üç sembolik hayvanı –rasyonel karakterine rağmen- görüyor oluşu da bize apollonun dionysosca davranışlarını işaret ediyor.
penisinin ezilmesi, akabinde genital organından kan çıkması menstruasyonla bir analojiyken, apolloca bir silah yüzünden hareket edememesi, kaçamaması da sembolik anlamda erkeğin kadınlaştığı, dionysoslaşmaya başladığını gösteriyor. aynı zamanda kadın da klitorisini keserek adamla -apollonla- arasında kalan tek bağı da koparmış oluyor. zaten filmin ikinci yarısıyla beraber adamın dionysoslaşma sürecini izliyoruz. elini kaplayan böcekler, palamutların başına yağdığı sahne, üç hayvanı görmeye başlaması gibi…
kadın adamın "beni öldürecek misin?" sorusuna, "henüz değil, üç dilenci geldiğinde bir kurban vermemiz gerekecek" diye cevap vermişti. bu üç dilenci olan ceylan, tilki ve karganın üçünü birden evin içinde gördükten sonra kadının öldürülüşünü, bir cadıya yaraşır bir biçimde de yakılışını izledik.
nietzsche felsefesinde tarih, apollon-dionysos dönemleri arasında toplumun kendini döngüsel olarak yinelediği gelişme içermeyen iki karşıt olgudur. uygarlık kaosla yıkıldığında yani toplum dionysos dönemine girdiğinde, apollon gibi davranış gösteren kişi, yani insanüstü, dionysos kaosunu bitirip yeni apollon dönemini başlatacaktır. trier, nietzsche'nin aksine bu döngüyü yeni bir uygarlıkla tamamlamak yerine, kaosun hüküm sürdüğü dionysos devriyle tamamlamış. her ne kadar filmin sonunda görünürde apollon kazanmış olsa da, apollon bunu apolloca davranış göstererek, rasyonel akılcılığıyla yapmıyor. apollon dionysos'a evriliyor ve aslında dionysos kazanıyor.
diğer filmlerinin de katkılarıyla, trier’in filmin sonunda sürekli kadını öldürmesi izleyenlere yönetmenimizin kadınlara neden bu kadar nefret duyduğunu sorgulatmış, bi takım “mother issue”lardan bahsettirmiş. filmde kazanansa aslında apollon değil dionysos. tüm film boyunca seyrettiğimiz dönüşüm, adamın kargayla işbirliği yaparak -doğayla bütünleşerek- kendini kurtaracak ingiliz anahtarını bulması ve bacağındaki demirden kurtulması, tüm rasyonel tavrına rağmen kadını öldürmesi, hemen akabinde böğürtlen yemesi, elinde doğaya ait bir sopaya dayanarak yürüyüşü gibi doğayla birleşme sembolleri, kadının eden tasvirinde bahsettiği ağaç parıldarken, yani içten içe çürümesi, değişimi bitmiş olan o ağacın altında adamın yürüyüşü, apollon’un dionysos’a dönüşümünün tamamlandığını işaret ediyor. son sahnedeyse kaosla beraber özgürleşen kadınlar, dionysoslaşan adamın etrafını sarıyor.
filmde kullanılan tek müzik olan ve sadece ilk ve son sahnelerde duyduğumuz handel'in lascia ch'io pianga'sının sözleriyse şöyle:
bırak zalim kaderime ağlayayım
ve iç çekeyim özgürlüğün ardından!
bırak hüznüm acımın zincirlerini kırsın,
sadece acıdığı için.
bırak iç çekeyim özgürlüğün ardından!
rasyonalizmin çöküşünü, uygarlığın kaosa dönüşmesini anlatmış bize yönetmen ve bu sonla asıl kazanan, öldürülmek isteyen, bunun gerekliliğini savunan ve bir şekilde başaran kadını izliyoruz filmde. apollon’un rasyonel uygarlığı çöküp yerine dionysos kaosuna bırakıyor. nietzsche’nin felsefesinde dionysos’a insanları içinde yaşadıkları kalıpların baskısından kurtardığı için özgürlük tanrısı (liber) da denilmiştir. freud’çu anlamdaysa dionysos davranışı bilinçdışının denetimden kurtulmasıdır. bana kalırsa trier’in amacı, modern toplumda kadının özgürleşebilmesinin tek yolu olarak ölümünü, ötesindeyse toplumsal kaosu tüm bu rasyonel ahlaka cevap olarak önümüze koymak olabilir.
14.000 yıldır yaşadığını iddia eden bir adamla, bir grup akademisyen arasındaki fikir/inanç çatışması üzerine kurulmuş,yoğunlukla tek bir mekanda geçen Bilim Kurgu filmi.
Şahsi olarak tamamen "tartışma" üzerinden dönen bir filmin içerisindeki diyalogların daha etkili ve doğal olmasını beklerdim zira genel…devamı14.000 yıldır yaşadığını iddia eden bir adamla, bir grup akademisyen arasındaki fikir/inanç çatışması üzerine kurulmuş,yoğunlukla tek bir mekanda geçen Bilim Kurgu filmi.
Şahsi olarak tamamen "tartışma" üzerinden dönen bir filmin içerisindeki diyalogların daha etkili ve doğal olmasını beklerdim zira genel olarak çoğu diyalog üstün körü bilgiler ile sarmalanmış ve bütün olarak çiğ bir vaziyetteydi ve oyunculuklar ise fazlasıyla amatörceydi maalesef.
Ana şablonu etkili ve özgün olan bu filmin işleyişinin de iyi olmasını beklerdim ancak bu hali ile ne yazık ki beni çok tatmin edemedi 7/10