- Bu sabah ne hissettiğimi biliyor musun? - Hiç bir şey. Tutku yok, kıvılcım yok, inanç yok, sıcaklık yok. - Buna "kötü bir dönem" deme aşamasını çoktan geçtim sanırım. - Artık böyle biri olacağım düşüncesi... ölümden bile kötü. Bugün yemekte…devamı- Bu sabah ne hissettiğimi biliyor musun?
- Hiç bir şey. Tutku yok, kıvılcım yok, inanç yok, sıcaklık yok.
- Buna "kötü bir dönem" deme aşamasını çoktan geçtim sanırım.
- Artık böyle biri olacağım düşüncesi...
ölümden bile kötü.
Bugün yemekte ne yedin?
-Ne bileyim? Salata.
Aynen. Eskiden, hayata karşı bir açlığım vardı.
Artık yok.
Bir şeylerden büyülenebileceğim bir yere gitmek istiyorum.
- Düşüncelerini de kıyafet seçer gibi seçmeyi öğrenmelisin...
Bu gücü geliştirebilirsin.
Hayatını kontrol etmek istiyorsan zihninle başla.
Onu kontrol etmelisin.
Düşüncelerine hakim olamazsan başın hep dertte demektir.
İki günlük okumadan sonra güzel bir kitabın daha sonuna geldim. Yuva tam da ihtiyacım olan kitaplardan biriydi. Belki de uzak, sessiz bir sahil kasabasında, hayatı biraz daha basitleştirerek yaşama fikri her zaman içimde bir yerlerde durduğu içindir. Az eşya, az…devamıİki günlük okumadan sonra güzel bir kitabın daha sonuna geldim. Yuva tam da ihtiyacım olan kitaplardan biriydi. Belki de uzak, sessiz bir sahil kasabasında, hayatı biraz daha basitleştirerek yaşama fikri her zaman içimde bir yerlerde durduğu içindir. Az eşya, az insan, ama bolca kendinle baş başa kalabilme fırsatı…
Kitap kapağı da tam olarak bu hissi yansıtıyor. Daha okumaya başlamadan bile hikâyenin ruhunu hissettiren, içindeki dinginliği ve melankoliyi anlatan bir kapak… O resme bakınca, anlatılan o küçük sahil kasabasının sessizliğini, rüzgârın serinliğini, denizin tuzlu kokusunu hissediyorsunuz. Yalnız ama huzurlu bir atmosfer… Tıpkı kitabın kendisi gibi, kapak da fazlalıklardan arınmış, sade ama güçlü.
Aslında hikâye tam da bu atmosferin içinde geçiyor. Orta yaşlı bir kadın, hayatında yeni bir başlangıç yapma kararı alıyor. Kızı dünyayı keşfetmeye çıkmış, eşi ise Berlin’de kalmıştır. O ise geçmişinden ve alışkanlıklarından uzaklaşarak Kuzey Denizi kıyısındaki küçük bir kasabaya taşınır. Burada ağabeyinin yanında çalışmaya başlar, yeni insanlarla tanışır ve kendi içinde bir yolculuğa çıkar. Roman, bir yandan geçmişle hesaplaşmayı ve değişimi kabul etmeyi işlerken, diğer yandan yalnızlık, aidiyet ve kendini bulma gibi temaları ele alıyor.
Romanın dili de aynı sadelikte. Gereksiz süslemeler yok, her şey tam kararında. Mekân betimlemeleri çok detaylarda boğulmadan, abartıya kaçmadan yazıldığı için rahatlıkla gözümde canlandırabildim. Yazar kelimeleri öyle dikkatli seçmiş ki az ama öz bir anlatımla tüm duyguları anlatıyor. Yuva, tam anlamıyla minimalist bir roman ama içinde taşıdığı duygular oldukça yoğundu. Okurken birçok cümlenin altını çizme ihtiyacı hissettim. Hepsi birbirinden anlamlı, birbirinden gerçekçi düşüncelerdi. Bazılarını birkaç kez dönüp tekrar tekrar okudum.
Bazı kitaplar, isimleriyle bile sizi içine çekmeyi başarır. Yuva'da onlardan biri oldu benim için. Hem adıyla hem atmosferiyle insanı düşündüren, kendi iç yolculuğuna çıkaran bir roman. Hayatın en basit anlarını bile sakince anlatan kitapları seviyorum.
Sabah kahvesinin kokusunu, sahilde bisiklet sürmenin verdiği özgürlüğü, gecenin koyu maviliğini… Tüm bunları süslemeden ama içtenlikle anlatan romanlar bende her zaman iz bırakıyor. Yuva da tam olarak böyleydi. Sakin ama derin. Dolu dolu ama hiç yorucu değil. Bittiğinde bir süre sessizce düşündüren kitaplardan… Ve sanırım ben en çok böyle kitapları seviyorum.
💌 Sonra gerçekten ikiye bölündüğümü düşündüm - bedenimin değil, daha ziyade zihnimin. Belki kalbimin. Kalbim ikiye bölünmüştü, oradaydım ve bambaşka bir yerdeydim. Çok uzaklarda başka bir yerde. Sonra geçti. Geçip gitti, öyle bir hızla geçip gitti ki yanıldığımı düşündüm.
💌 Yolculuk sabahı erken kalktım. Bir kahve içtim, sonra bir kahve daha, gökyüzü kümülüslerle kaplıydı, hava çok sıcak ve boğucuydu, hiç rüzgâr esmiyordu, fırtına öncesinde olduğu gibi. Kahve fincanını yıkadım, şofbeni kapattım, yatağımı topladım. Bütün fişleri prizlerden çıkardım, boş buzdolabının da fişini çektim, ana vanayı kapattım. Bavulumu koridora, kapının yanına koydum. balkona çıkıp bir sigara yaktım. Yağmur yağsın diye bekledim. Öğlene doğru ilk damlalar düştü, asfalttan buhar çıktı, etrafa ıslak toz ve bitki kokusu yayıldı.
Evet.
Bu kadar, sana anlatmak istediğim buydu.
💌 "Senin köklerin nerede, dedi. Ah, sanırım benim köküm yok, dedim. Bana öyle bakma. Bu çok normal. Bazı insanların kökleri vardır, bazılarının yoktur."
💌 Sanki bir suç mahalliymiş, kan gölüne dönmüş ve koca bir ekip gelip tüm izleri yok etmiş gibi eve bir boşluk hakimdi.
Tabula rasa
💌 "Detayları değil, daha ziyade ruh hallerini, mevsimleri, ışığı ya da sıcaklığı hatırlıyorum."
💌 Sevgi. Şefkat. Zor ama hayat ışığım sönmeden önce böyle bir şey yaşayabildiğim için mutluyum.
Minnettarım.
💌 Yaz bana. Ne okuduğunu, ne bulduğunu, neyi elden çıkardığını, neyi elde tuttuğunu anlat, yalnızım ve seni çok özlüyorum.
💌 İnsanlarda dinmek bilmeyen bir açlık, dinmek bilmeyen bir susuzluk var, her seferinde yiyip içebileceklerinden daha fazlasını sipariş ediyorlar, ölçüsüzler, güzel manzaranın karşısında bu güzel manzarayı son kez görüyorlarmış gibi oturuyorlar.
☕️ Geçmişe gidebilseydiniz kiminle buluşmak isterdiniz? Kahve Soğumadan Önce, Japonya’daki küçük bir kafede geçen, zaman yolculuğunu konu alan duygusal bir roman. Bu kafede belirli bir kurala uyan kişiler, geçmişe veya geleceğe kısa bir yolculuk yapabiliyor. Ancak, yolculuğun birkaç önemli şartı…devamı☕️ Geçmişe gidebilseydiniz kiminle buluşmak isterdiniz?
Kahve Soğumadan Önce, Japonya’daki küçük bir kafede geçen, zaman yolculuğunu konu alan duygusal bir roman. Bu kafede belirli bir kurala uyan kişiler, geçmişe veya geleceğe kısa bir yolculuk yapabiliyor. Ancak, yolculuğun birkaç önemli şartı var:
•Sadece kafede bulunan bir sandalyeye oturarak yolculuk yapılabiliyor.
•Yolculuk sırasında kafe dışına çıkılamıyor.
•Geçmiş değiştirilemiyor.
•En önemlisi, kahve soğumadan önce geri dönmek gerekiyor
Öncelikle, bu kitabı ne kadar sevdiğimi söyleyerek başlamak istiyorum. Yazarla ilk tanışmam ama anlatımına bayıldım. Uzun zamandır bu kitabı çok satanlarda görüyordum ve sonunda bir şans vermek istedim. İyi ki de alıp okumuşum.
Roman, dört farklı kişinin hikâyesini anlatıyor: Sevgilisini tekrar görmek isteyen bir kadın, kocasından bir mektup almak isteyen bir eş, kızına geçmişten bir şeyler söylemek isteyen bir anne ve kardeşiyle son kez konuşmak isteyen bir abla…
Beni en çok etkileyen hikâye, anne ve çocuğunun hikâyesi oldu. Gerçekten çok duygusal ve melankolik bir anlatımı vardı, okurken içime dokundu.
Son zamanlarda Japon edebiyatına merak sardım ve bu kitap, sevdiğim slice of life tarzını tam anlamıyla yansıtan bir hikâyeye sahip. Bu türde olan kitapları, dizileri çok seviyorum.Hayatı olduğu gibi anlatan, içtenliğiyle insanın içine işleyen kitapları okumayı seviyorum. Kahve Soğumadan Önce de tam olarak böyle bir kitaptı.
Japon edebiyatını sevmemin nedeni sanırım tam olarak bu. Gerçekleri süslemeden, olduğu gibi anlatıyor. Ne aşırı dram var ne de abartılı olaylar. Bu yüzden bazılarına Japon edebiyatının o mesafeli anlatım tarzı soğuk veya durağan gelebiliyor ama ben tam tersine, bu sadeliğe bayılıyorum.
Yazarın dili de oldukça akıcı, öyle yoğun betimlemelerle sizi yormuyor ama hissettirmek istediği duyguyu doğrudan veriyor. Sanki o kafeye gerçekten gidip o sandalyeye oturmuşsunuz gibi hissettiriyor. O sandalyeye oturur muyum diye de düşünmedim değil kitap boyunca. Çünkü bazen aklıma o ana geri dönebilsem de değiştirsem dediğim zamanlar oluyor ama böyle bir şey olsaydı bile ne yazık ki şimdiki zamanın değiştiremiyorum kitaba göre 😂 olsaydı ama kesin geçmişe giderdim 👀
Kitabın sonunda hissettiklerim o kadar güzeldi ki, yazarın diğer kitabını da hemen okuyacağım. Keşke tüm kitapları biran önce çevrilse 💖
Spoiler içeriyor
"Üzülme," dedi. "Bazen mecbur kalır insan." Fareler ve İnsanlar, John Steinbeck’in en ünlü eserlerinden biri ve gerçekten etkileyici bir hikâyeye sahip. Kitabı okurken insanda hem umut hem de büyük bir hüzün bırakan bir anlatımı var. Basit bir dille yazılmış gibi…devamı"Üzülme," dedi.
"Bazen mecbur kalır insan."
Fareler ve İnsanlar, John Steinbeck’in en ünlü eserlerinden biri ve gerçekten etkileyici bir hikâyeye sahip. Kitabı okurken insanda hem umut hem de büyük bir hüzün bırakan bir anlatımı var. Basit bir dille yazılmış gibi görünse de, alt metni o kadar güçlü ki, üzerine düşündükçe daha da derinleşiyor.
Özellikle George ve Lennie’nin dostluğu beni çok etkiledi. Bir yanda George’un sert ama koruyucu tavrı, diğer yanda Lennie’nin çocuksu saflığı... Lennie’nin koca cüssesiyle aslında bir çocuk kadar masum oluşu, ama bu masumiyetin dünyada ne kadar yer bulabildiği... İşte orası çok ama çok üzücü. Lennie’nin sevdiği şeylere zarar vermesi, istemeden felaketlere yol açması, aslında dünyanın bazı insanlar için ne kadar acımasız olduğunu gösteriyor.
Ama beni en çok etkileyen şey, George ve Lennie’nin hayata tutunmalarını sağlayan hayalleriydi. Belki gerçekleşmesi zordu ama o kadar masumdu ki... Tek istedikleri kendilerine ait bir toprak parçasıydı. Kendi yiyeceklerini ekip biçmek, kimseye muhtaç olmadan gül gibi geçinip gitmek... O küçücük hayal, onların zor ve acımasız dünyasında nefes almalarını sağlayan bir umuttu. Okurken ben de onlarla birlikte o hayalin içinde kayboldum. Ancak Steinbeck, hayata dair acı bir gerçeği gözler önüne seriyor: Her hayal gerçekleşmez.
Ve en çok üzüldüğüm, beni en derinden etkileyen kısım ise George’un Lennie’yi öldürmesi oldu. Hiç beklemiyordum, benim için büyük bir sürprizdi ama ne yazık ki acı bir sürpriz... Hep George’un, Lennie ne yaparsa yapsın onu kurtaracağını düşünmüştüm. Onu her zaman koruyan, her zorluktan çekip çıkaran George’un, en sonunda böyle bir karar almak zorunda kalması...
Bana göre Fareler ve İnsanlar, insanın hayalleriyle, gerçeklerle ve yalnızlıkla yüzleştiği bir hikâye. Basit gibi görünen karakterlerin içinde aslında çok derin yaralar var. Kitabı kapattıktan sonra uzun süre etkisinden çıkmak zor oldu.🥹💔
Bu filmi izlemeyi uzun zamandır istiyordum ama neden bu kadar beklemişim ki? Çok ama çok iyiydi 🫶🏻 1957 yapımı olmasına rağmen, bugün izlediğim pek çok filmden daha etkileyici ve düşündürücü. Siyah-beyaz olması başta biraz farklı hissettirdi ama dakikalar ilerledikçe tamamen…devamıBu filmi izlemeyi uzun zamandır istiyordum ama neden bu kadar beklemişim ki? Çok ama çok iyiydi 🫶🏻
1957 yapımı olmasına rağmen, bugün izlediğim pek çok filmden daha etkileyici ve düşündürücü. Siyah-beyaz olması başta biraz farklı hissettirdi ama dakikalar ilerledikçe tamamen içine çekildim. İzlediğim en iyi filmlerden biri oldu.
Filmin konusu aslında oldukça sade: Bir cinayet davasında jüri üyeleri, sanığın suçlu olup olmadığına karar vermek için bir odada toplanıyor. İlk başta herkes suçlu olduğuna emin gibi görünüyor. Bir kişi hariç. Henry Fonda’nın canlandırdığı Jüri 8, tek başına, sadece "Ya yanlış düşünüyor olabilir miyiz?" sorusunu sorarak tüm tartışmaların seyrini değiştiriyor. Ve işte tam da burada gerilim başlıyor.
📍Spoiler başlangıcı 📍
Bu filmin en etkileyici yanı, detayların nasıl yavaş yavaş çözüldüğü. Kadın tanığın gözlüksüz iyi göremeyeceğini fark etmeleri, cinayet bıçağının aslında hiç de "nadir" olmadığının kanıtlanması, yaşlı tanığın ifadesindeki tutarsızlıklar ve cinayet anında duyulan seslerin mantıksız olması gibi.. Kanıtların teker teker çürütüldüğünü izlemek inanılmaz bir tatmin hissi verdi.
Jüri 3 ve Jüri 10 ise sabrımı en çok zorlayan karakterlerdi. Biri kişisel travmalarına saplanmış, diğeri ise önyargılarının esiri olmuştu. Ama film boyunca yaşananlarla onların bile değişimini görmek çok etkileyiciydi. Özellikle Jüri 10'un ayrımcı söylemlerine diğer üyelerin tepki gösterdiği sahne, filmin en çarpıcı anlarından biriydi.
📍Spoiler bitişi 📍
Ve şunu söylemeden geçemem: Film sadece bir odada geçmesine rağmen baştan sona nefes kesici bir gerilim sunuyor. Diyaloglar o kadar iyi yazılmış ki, bir an bile sıkılmadan izledim. Oyunculuklar zaten muazzam. Ama en çok etkilendiğim şey, tek bir insanın sorgulama gücüyle koca bir grubun düşüncelerini değiştirebilmesi oldu.
12 Öfkeli Adam, kesinlikle zamansız bir başyapıt. Adalet, önyargılar, insan psikolojisi ve sorgulama yetisi üzerine harika bir ders veriyor. Çoğu kişinin izlediğini düşünüyorum ama hala izlemeyen varsa kesinlikle bir şans vermeli.
Bu diziye nasıl başladım bilmiyorum ama iyi ki başlamışım 🤓 Absürt komedisi o kadar güzel yedirilmiş ki izlerken baya eğlendim. Normalde okul temalı dövüş dizileri daha ciddi ilerler ama burada olaylar hem aksiyonlu hem de komik şekilde işlenmiş. Özellikle dövüş…devamıBu diziye nasıl başladım bilmiyorum ama iyi ki başlamışım 🤓 Absürt komedisi o kadar güzel yedirilmiş ki izlerken baya eğlendim. Normalde okul temalı dövüş dizileri daha ciddi ilerler ama burada olaylar hem aksiyonlu hem de komik şekilde işlenmiş. Özellikle dövüş sahneleri çok abartılı ama bence bu da webtoona sadık kalma çabasından kaynaklanıyor. Webtoon havasını birebir vermeye çalıştıkları için bu tarzı seçmişler gibi duruyor. Ve bence yakışmış da.
Karakterler konusunda da hiçbir sıkıntı yok. Herkes rolüne cuk oturmuş ve birbirlerini çok iyi tamamlıyorlar. Hikâyede boşluk hissettiren ya da gereksiz gelen bir karakter olmadı benim için. Bu yüzden dizinin akıcılığı hiç bozulmadan devam etti. 10 bölüm olduğu için de fazla uzatmadan, temposunu kaybetmeden ilerledi.
Ayrıca müzikleri de ayrı bir güzeldi 🎶 Gerçekten izlerken moda sokuyor, tam atmosferi tamamlayan şarkılar seçilmiş. Güncel dizi izlemek pek tarzım değil ama bu diziye bayıldım. 10 bölüm zaten, akıp gidiyor.Hem kafa dağıtmalık hem de sıkmayan bir hikâyesi var. Sonu da devamı gelebilecek şekilde bitti, eğer 2. sezon gelirse kesin izlerim. Eğlenceli, akıcı ve sıkmayan bir şeyler arıyorsanız tavsiye ederiim.
Dostoyevski'den 3. kitabım Kumarbaz oldu. Sırayla Dostoyevski’nin tüm kitaplarını okumayı hedeflemiştim. Merak ettiğim ve çok duyduğum eserlerinden biriydi. Baştan uyarayım, bu kitap sabrınızı zorlayabilir ama aynı zamanda elinizden bırakamayacağınız bir hikâye sunuyor. Kitabın akıcılığı ve kumarın bir insanın hayatını nasıl…devamıDostoyevski'den 3. kitabım Kumarbaz oldu. Sırayla Dostoyevski’nin tüm kitaplarını okumayı hedeflemiştim. Merak ettiğim ve çok duyduğum eserlerinden biriydi. Baştan uyarayım, bu kitap sabrınızı zorlayabilir ama aynı zamanda elinizden bırakamayacağınız bir hikâye sunuyor. Kitabın akıcılığı ve kumarın bir insanın hayatını nasıl etkilediğini yine Dostoyevski’nin kendine özgü anlatımıyla okuyoruz.
Özellikle kitabın sonunu çok beğendim, etkileyici bir şekilde bitti. Sayfa 171'de Bay Astley ile Aleksey'in sohbetinde geçen diyalog çok güzel işlenmişti.
"Katıyürekli olmuşsunuz, -dedi,- Sadece yaşamdan, şahsi ve sosyal çıkarlardan, insanlık ve vatandaşlık sorumluluklarınızdan, dostlarınızdan (her şeye rağmen dostlarınız vardı), kazanmak haricinde her tür amaçtan uzaklaşmakla kalmamış, hatıralarınızdan bile uzaklaşmışsınız...Ben sizi yaşamınızın en tutkulu, en güçlü olduğunuz zamanındayken hatırlıyorum, ama kendinize dair o zamanki en iyi izlenimleri unuttuğunuza eminim; hayalleriniz, en acil günlük arzularınız artık ortadaki on ikiden öteye gitmiyordur, bundan da eminim! "
Romanın başkahramanı Aleksey İvanoviç, bir generalin çocuklarına öğretmenlik yapan, genç ve tutkulu bir adam. General'in kumar borçları, Polina’nın gizemli halleri, aniden ortaya çıkan zengin büyükanne derken hikâye tam bir kaosa dönüşüyor! Kumar tutkusu, aşk ve para hırsı iç içe geçiyor. Karakterlerin nasıl kendilerini bu bataktan çıkaramadıklarını görmek hem sinir bozucu hem de sürükleyici.
Aleksey’in bazı kararları başlangıçta anlamsız veya sinir bozucu gelebilir, ancak zamanla içinde bulunduğu ruh halini ve motivasyonlarını daha iyi kavrıyorsunuz. Aslında onun içinde büyük bir özgürlük ve güç arzusu var. Polina’ya olan aşkı onu tutarsız ve dengesiz bir ruh haline sürüklüyor. Polina ise tam bir muamma; bir an sevimli ve kırılgan, bir an acımasız ve mesafeli. Aleksey, Polina’nın sevgisini kazanmak için her şeyi göze alıyor ve kumar oynamaya başlamasının en büyük sebeplerinden biri de bu. Kazanarak ona kendini kanıtlamak istiyor. Ancak zamanla kumar bir araç olmaktan çıkıyor ve onun için bir takıntıya dönüşüyor. Başta “Ben bağımlı değilim, sadece şansımı deniyorum” diye düşünse de bir kez kazandıktan sonra bunun verdiği hazzı tekrar yaşamak istiyor. Kaybettiğinde ise geri kazanma umuduyla oyunun içinde daha da kayboluyor.
General hırslarına yenik düşen biri, büyükanne ise sahneye girdiği anda ortalığı karıştıran, unutulmaz bir karakter.
Kitap tam anlamıyla kumarın psikolojisini anlatıyor. Kazanmanın kısa süreli zafer hissi ve kaybetmenin insanı nasıl dipsiz bir kuyunun içine çektiği çok iyi işlenmiş. Hele o kumar sahneleri… Sanki masada Aleksey’le birlikte siz de para yatırıyorsunuz. Heyecanı, kaygıyı, hırsı birebir hissediyorsunuz..👻
Dostoyevski, karakterlerin iç dünyasını müthiş anlatıyor. Bir insanın nasıl kendini mahvettiğine tanık oluyorsunuz. Karakterlerin kararsızlıkları, çelişkileri ve hataları çok doğal yazılmış. Hiçbir şey siyah-beyaz değil, herkesin farklı bir yönü var.
Kumarbaz, Dostoyevski’nin kendi kumar bağımlılığıyla yazdığı bir roman. O yüzden çok gerçek, çok sert ama bir o kadar da sürükleyici. Kumar tutkusu, aşkın karmaşıklığı ve insanın kendi zaaflarıyla savaşı üzerine güçlü bir hikâye. Eğer psikolojik derinliği olan, heyecanı yüksek ve etkileyici bir kitap arıyorsanız kesinlikle öneririm. Keyifli okumalar 📖✨️
Listemden bir film daha eksilttim ve filme bayıldıım. 2000'li yılların romantik komedileri, klişe ve biraz cringe olsa da içtenlikleri ve eğlenceli yapılarıyla günümüz filmlerine kıyasla kesinlikle çok daha keyifli olabiliyor. Bir Erkek 10 Günde Nasıl Kaybedilir de tam olarak böyle…devamıListemden bir film daha eksilttim ve filme bayıldıım. 2000'li yılların romantik komedileri, klişe ve biraz cringe olsa da içtenlikleri ve eğlenceli yapılarıyla günümüz filmlerine kıyasla kesinlikle çok daha keyifli olabiliyor. Bir Erkek 10 Günde Nasıl Kaybedilir de tam olarak böyle bir film✨️ Uzun zamandır izlediğim filmleri pek beğenmiyordum ama bu film beni hem güldürdü hem heyecanlandırdı. Gerçekten böyle bir filme ihtiyacım varmış 🧚♀️
Film, bir kadın dergisi yazarı olan Andie Anderson'ın, "Bir Erkek 10 Günde Nasıl Kaybedilir" başlıklı bir yazı hazırlamak için bir adamı kendinden soğutmaya çalışmasını konu alıyor. Aynı zamanda Benjamin Barry adlı reklamcı da bir kadının kendisine 10 günde aşık olmasını sağlayabileceğine dair bir iddiaya giriyor. İkisi de birbirinden habersiz bu ilişkiye farklı amaçlarla başlıyor ve ortaya inanılmaz eğlenceli bir hikâye çıkıyor.
Filmin en çok güldüğüm sahnelerinden biri Andie’nin, Ben’in arkadaşlarıyla poker gecesini mahvettiği bölümdü. O kadar uğraştı ki adamı sinir etmek için, Ben’in arkadaşlarının gülmemek için çırpınışlarını izlemek aşırı keyifliydi. Bunun yanı sıra, maç sahneleri de çok eğlenceliydi. Andie’nin Ben’in maçı izlemesini engellemek için yaptıkları beni çok güldürdü. 🤓
Bu film bana bir kez daha neden 2000’lerin romantik komedilerini bu kadar sevdiğimi hatırlattı. O dönemin filmleri hem eğlenceli hem de sıcak bir his veriyor. Şimdiki romantik komedilerde bazen o içtenliği yakalamak zor oluyor ama buradaki enerji bambaşka. Andie ve Ben’in tatlı didişmeleri, eğlenceli diyalogları, aralarındaki kimya derken film su gibi akıp gidiyor.
How to Lose a Guy in 10 Days, tam anlamıyla o dönemin romantik komedi ruhunu yansıtan, izleyiciyi içine çeken ve eğlendiren bir film. İzlerken 2000'li yıllara ışınlanmış gibi hissettim ve bu nostaljik atmosfer çok hoşuma gitti. Zaten eski filmleri izlemeyi her zaman daha keyifli buluyorum çünkü bana hem sıcak bir his veriyor hem de geçmişe dönmüşüm gibi hissettiriyor. Eğer sıcak, eğlenceli ve bolca kahkaha attıran bir film arıyorsanız, kesinlikle tavsiye ederim 🎀💗
Bazı kitaplar sadece okunur, bazıları ise yaşanır. Yaşamak tam da böyle bir kitap. Sayfalar ilerledikçe yalnızca bir karakterin hikâyesini okumuyorsunuz, onunla birlikte kaybediyor, onunla birlikte acı çekiyor ve hayata tutunmaya çalışıyorsunuz. Ana karakterimiz Fugui, zengin bir ailede büyüyen, hayatı ciddiye…devamıBazı kitaplar sadece okunur, bazıları ise yaşanır. Yaşamak tam da böyle bir kitap. Sayfalar ilerledikçe yalnızca bir karakterin hikâyesini okumuyorsunuz, onunla birlikte kaybediyor, onunla birlikte acı çekiyor ve hayata tutunmaya çalışıyorsunuz.
Ana karakterimiz Fugui, zengin bir ailede büyüyen, hayatı ciddiye almayan bir gençken, bir anda her şeyini kaybederek bambaşka bir hayata adım atıyor. Çin’in 20. yüzyıldaki büyük toplumsal dönüşümleriyle birlikte, onun hayatı da defalarca altüst oluyor. Toprak reformu, iç savaş, Kültür Devrimi gibi dönemlerin sıradan insanların hayatına nasıl dokunduğunu Fugui’nin gözünden görmek, tarihe farklı bir pencereden bakmamı sağladı.
Kitap 1993 yılında yayımlandığında Çin’de büyük ses getirmiş ama ülkede yasaklanmış. Yine de kısa sürede dünya çapında tanınmış ve 1994’te Zhang Yimou tarafından sinemaya uyarlanmış. Filmi henüz izlemedim ama yorumlara göre kitabın hissettirdiği yoğun duygular filme de başarılı bir şekilde yansıtılmış.
Yalnız kitabın başında Fugui’ye öyle sinirlendim ki anlatamam. Aldığı sorumsuz kararlar, bencil tavırları, ailesini düşünmeden harcadığı hayat… Okudukça “Bu adamın başına ne gelirse müstahak,” diye düşündüğüm anlar oldu. Ama sonra… Yaşadıklarını gördükçe o ilk kızgınlığım yerini derin bir hüzne bıraktı. Bazı satırlarda durup derin nefes almak zorunda kaldım. Her ölüm, her ayrılık bir öncekinden daha acıydı. Bir noktadan sonra artık hiçbir şey beni şaşırtmaz sandım ama yanılmışım.
Kitabın en güçlü yanı ise, tüm bu acıları süslemeye, dramatize etmeye gerek duymadan, yalın ama sarsıcı bir şekilde anlatması.
Yaşamak, güçlü bir hikâye anlatırken aslında insanın ne kadar dayanıklı olduğunu da hatırlatan bir eser. Bir insanın yaşadığı tüm acılara rağmen hayata tutunmaya devam etmesi, en küçük şeylerden mutluluk bulması ve yaşamak için hiçbir şeye ihtiyacı kalmasa bile sadece yaşamaya devam etmesi… Bir de kitabın kapağındaki altı çizgi var…Okudukça o da anlam kazandı. 🥺
Sonuç olarak kitabı bitince uzun süre etkisinden çıkamadım. Bir süre sessizce düşündüm. Hayatın adaletsizliğini, insanın dayanma gücünü, geçmişin yükünü… Bu yıl okuduğum en iyi kitaplardan biri olacak kesinlikle. Öyle anlamlı ve hüzünlü bir kitaptı ki. Eğer hâlâ okumadıysanız, mutlaka listenize ekleyin.
Bağımsız bir kitapçıyı ayakta tutmak ne kadar zor olabilir? Cait, çocukluk hayalini gerçekleştirerek açtığı "Book Fiend" adlı küçük kitapçısında her şeyiyle bu işi yaşar. Ancak değişen çevre, artan kira fiyatları ve müşteri kaybı, onun için büyük bir mücadeleye dönüşür. Tam…devamıBağımsız bir kitapçıyı ayakta tutmak ne kadar zor olabilir? Cait, çocukluk hayalini gerçekleştirerek açtığı "Book Fiend" adlı küçük kitapçısında her şeyiyle bu işi yaşar. Ancak değişen çevre, artan kira fiyatları ve müşteri kaybı, onun için büyük bir mücadeleye dönüşür. Tam da pes etmeye yaklaştığı sırada, kitapçısına gelen gizemli bir müşteri, hayatını tamamen değiştirecektir.
Kitapçı temalı hikâyeler her zaman içimi ısıtır diye düşünerek büyük bir hevesle aldığım bir kitaptı ama beklediğim hissiyatı pek bulamadım. Kapağı oldukça ilgi çekiciydi, bu yüzden beklentim yüksekti. Fakat hikâyeye tam anlamıyla bağlanamadım. Bunun karakterlerin sığ olmasından mı yoksa diyalogların yeterince derin olmamasından mı kaynaklandığını tam olarak kestiremiyorum, ama bir şeyler eksik gibiydi. Okurken bir olmamışlık hissi sürekli peşimi bırakmadı.
İlk bölümler gerçekten fazla uzatılmıştı. Konuya katkısı olmayan detaylarla doluydu ve bu durum, beni birkaç kez kitabı bırakma noktasına getirdi. 343 sayfa sürecek kadar dolu dolu bir hikâye olmadığını düşünüyorum. Daha kısa ve daha derinlemesine anlatılsaydı belki çok daha etkileyici olabilirdi. Özellikle Hyunam-dong Kitabevi kitabı gibi bir atmosfer bekliyordum—sıcacık, güven veren bir kitapçı dünyası... Ama burada öyle bir hisse kapılamadım.
Yine de son 100 sayfada hikâyenin temposu artmaya başladı ve en çok o bölümü severek okudum. Cait’in kitapçısı için verdiği mücadele, sonunda bir şeylerin gerçekten gelişmeye başladığını hissettirdi. Onun o inatçı çabası, kitabın en güçlü yönlerinden biriydi diyebilirim.
Karakter ilişkileri açısından en çok hoşuma giden şey de Jude ve Cait’in dinamikleriydi.💗 Kitaplar hakkında sohbet etmeleri, birbirlerine karşı samimi olmaları, hikâyenin en güzel detaylarından biriydi. Sonuna kadar beraber kalmaları ve aralarındaki bağ, kitap boyunca en fazla ilgimi çeken nokta oldu.
Sonuç olarak, bu tür hikâyeleri sevenler için ilgi çekici olabilir ama benim için unutulmaz bir okuma deneyimi olmadı. Eksik kalan şeyin ne olduğunu tam anlamıyla tarif edemesem de, içimi ısıtan, kendimi tamamen kaptırabildiğim bir atmosferi bulamadım. 🥺