Sarı bir oda. Sadece tek bir kapısı, tek bir penceresi var. Kapı içeriden iki kez kilitlenip sürgüsü çekilmiş, pencere panjurları içeriden kilitli. Matmazel "Katil var! Imdat!" diye bağırıyor. Kapıyı açdıklarında saldırgan içeride yoktur. Ama nasıl orada olamazdı, nasıl kaçıp gitmişti?..Hayal…devamıSarı bir oda. Sadece tek bir kapısı, tek bir penceresi var. Kapı içeriden iki kez kilitlenip sürgüsü çekilmiş, pencere panjurları içeriden kilitli. Matmazel "Katil var! Imdat!" diye bağırıyor. Kapıyı açdıklarında saldırgan içeride yoktur. Ama nasıl orada olamazdı, nasıl kaçıp gitmişti?..Hayal gücünün sınırlarını aşan bir durum. Neydi bu sarı odanın esrarı?
Polisiye tarzında, son sayfaya kadar elinizden kitabı bıraktırmayacak kadar gizemli ve akıcı hikaye.
“Sırrı ve Yahuda’nın günahını biliyor musun sen? İsa’ya neden ihanet ettiğini? diye sordu üstad Leonardo. İsa’ya onu sevdiğini anladığı için ihanet etti diye cevap verdi delikanlı.Onu çok fazla sevecek zorunda olduğunu anladı ve kibri buna izin vermedi. —Evet, Yahuda’nın günahı…devamı“Sırrı ve Yahuda’nın günahını biliyor musun sen? İsa’ya neden ihanet ettiğini? diye sordu üstad Leonardo.
İsa’ya onu sevdiğini anladığı için ihanet etti diye cevap verdi delikanlı.Onu çok fazla sevecek zorunda olduğunu anladı ve kibri buna izin vermedi.
—Evet, Yahuda’nın günahı kendi sevgisine ihanet edecek kadar kibirli olmasıydı, dedi üstad Leonardo.”
1498 yılında Milan'da geçen kitap hıristiyan Katolik inancında yer bulan Yedi Ölümcül Günahdan biri kibri ele alıyor. Kibirin bir insanı nasıl değiştirdiğini, kahramanın anti-kahramana dönüşmesini görüyoruz.
Kitapda Leonardo da Vinçi'yi biraz daha fazla okumak istiyoruz, ama kitap neredeyse tümüyle Leonardo'nun Yahuda'sından ve onun oluşma hikayesinden bahsediyor. Bu akıcı hikaye de beni içine çekmişti.
4/5
Kitap ilgi çekici, dokunaklı ve melonkolik iki hikayeyi kapsıyor. ◾Things", 24 yaşındaki Parisli genç bir çift olan Jerome ve 22 yaşındaki Sylie'nin tekdüze hayatını anlatıyor. 1960'larda Paris'te yaşayan ve çalışan çift bir apartman dairesinde yaşarlar, dışarıda yemek yerler, eğlenirler, gazete…devamıKitap ilgi çekici, dokunaklı ve melonkolik iki hikayeyi kapsıyor.
◾Things", 24 yaşındaki Parisli genç bir çift olan Jerome ve 22 yaşındaki Sylie'nin tekdüze hayatını anlatıyor. 1960'larda Paris'te yaşayan ve çalışan çift bir apartman dairesinde yaşarlar, dışarıda yemek yerler, eğlenirler, gazete okurlar, protesto yürüyüşlerine katılırlar. Birkaç yıl sonra kendi varlıklarından sıkılırlar ve birkaç ay Tunus'ta yaşamaya karar verirler.Olaylar III kişi tarafından anlatılıyor.
◾A Man Asleep, içinde uyuyacak bir yataktan biraz daha fazlasını içeren çok küçük bir dairede yaşayan, depresyona giren ve kendini herkesten soyutlayan bir öğrencinin hayatını konu alıyor. İkinci şahıs anlatımıyla yazılmış çok özgün bir hikaye. 3 ay önce bu hikayeden uyarlanan filmden sonra kitabı okumaya karar vermişdim. Kendimi Perec'in yaratdığı karakterin yerini koymakta zorlanmadım, çünkü onun hayata bakış açısı benimde iç dünyamı yansıtıyor. Yazarın bu kadar depresif hikayeden anlatmak istediği korkmadan, kaygısız, kısıtlamadan yaşamak, bir mucize beklemeyi bırakmak, sıra dışı fantezileri bırakmak, hiç birşey yapmadan istemeyi bırakmanı istiyor. Uyanmanı, uyanmamızı istiyor.
"Stop talking like a man in a dream".
Filmin aurası o kadar hoş ki 🧛 Belgesel tarzında film bir evde yaşayan aylak vampirlerin günlük yaşamını konu alıyor. Inanılmaz samimi ve komik bir film. Aralarındakı diyaloglar gerçekten efsaneydi, ve filmin soundtrack'ları da çok iyiydi.
"Take the highway to the end of the night End of the night, end of the night Take a journey to the bright midnight" ▪️Jim Morrison - End of the night Kitap yorumuma çok sevdiğim bir şarkı sözünden alıntı yaparak…devamı"Take the highway to the end of the night
End of the night, end of the night
Take a journey to the bright midnight"
▪️Jim Morrison - End of the night
Kitap yorumuma çok sevdiğim bir şarkı sözünden alıntı yaparak başlamak istedim.
Bu kitapdan esinlenerek yazılmış. Şarkı bana bir yaz akşamı, sessiz bir yolda arabayla gecenin sonuna doğru gidilen yolculuğu hatırlatıyor.
▪️Gecenin sonuna yolculuk...
Gecenin sonu derken ne kast ediliyor? Gecenin karanlığına katlandığımızı ve şimdi başka bir günün başlandığını mı? Yoksa hayatın sadece geceyle biten bir günden ibaret olduğunu mu? Hayat sadece bir gün ve geceden oluşan mecazi bir yolculuk mu? Hayatın hem aydınlık hem de karanlıktan oluşan bir dönem olması, hem mutluluk hem de hüzün karışımı olması, gecenin sonunun da hayatımızın sonunda gelen ölüm olması mümkündür: Başına gelebilecek her şeyin sonuna geldiğinde yapayalnızsın. "Burası dünyanın sonu. Gerçek ölümdür." Nihayetinde, hayatımız boyunca etrafımızda ne kadar insan olursa olsun, hepimiz ölümle bireysel olarak yüzleşmeliyiz.
▪️Kitapdan bir alıntıyı da buraya bırakıyorum:
"Yaşamı dans ettirecek kadar müzik kalmamıştır içimizde, işte bu. Tüm gençlik daha şimdiden dünyanın öbür ucunda gerçeğin sessizliğinde ölüvermiştir. Peki dışarıda nereye gidilebilir ki, soruyorum size, içinizde yeterli miktarda çılgınlık kalmamışsa?... Gerçek, bitmek bilmeyen bir can çekişmedir... Bu dünyanın gerçeği ölümdür... Seçim yapmak gerek, ya ölmek ya da yalan söylemek... Bense asla kendimi öldüremedim."
Şimdi kitabın konusundan kısaca bahsedecek olursam, roman 1932 yılında yazılmış. Yazarı Louis Ferdinand Celine. Roman otobiyografik sayılabilir.
Fransız anti-kahraman Ferdinand Bardamu'nun I. Dünya Savaşı'nda ve sonrasında savaştan nasibini almış Avrupada, Afrika ormanlarında, I Dünya Savaşı sonrası New York'unda ve Detroit'de, sonra yeniden Parisde geçirtiği hayata, daha doğrusu iç dünyasına, düşüncelerine tanık oluyoruz.
Depresyon ve boşluğun, varoluşçuluk ve nihilizmin en güzel anlatımını bu filmde görmüş ola bilirim. Başrolda tek bir adam, diyalogsuz, repliksiz geçen sahneler, siyah-beyaz kadrajda şehrin sessizliği ve ya hayatın akışına kendilerini kaptırmış insanlar , arka fonda dıştan bir kadın sesinin…devamıDepresyon ve boşluğun, varoluşçuluk ve nihilizmin en güzel anlatımını bu filmde görmüş ola bilirim.
Başrolda tek bir adam, diyalogsuz, repliksiz geçen sahneler, siyah-beyaz kadrajda şehrin sessizliği ve ya hayatın akışına kendilerini kaptırmış insanlar , arka fonda dıştan bir kadın sesinin adamın yaşadığı boşluğu, umutsuzluğu, aynılığı anlatışı, fransız ahengi... Sanki görsel uzun bir şiir okudum.
Film, senaryoyu da yazan Georges Perec'in bir romanına dayanıyor. Tek bir kelime bile konuşulmayan filmde bir kadın anlatıcı bir adamın günlük hayatını ve duygularını film boyunca durmaksızın anlatıyor ve bu anlatımın her bir satırı o kadar iyi yazılmış ki, istediğiniz kadar üzerinde düşünebilirsiniz ve ses o kadar hipnotize edicidir ki, Fransız dilinin özel olarak bu film için tasarlandığına ve icat edildiğine inana bilirsiniz.
Aynı zamanda görsel bir şölen olan filmin
Görüntü yönetmeni: Bernard Zitzermann
▫️Filmden sonra belki dinlersiniz diye nacizane bir şarkı tavsiye etmek istiyorum.
King Crimson - Epitaph.
"And my name isn't Tarzan. It's John Clayton III, son of John and Lady Alice Clayton, Fifth Earl of Greystoke, member of the House of Lords." Film Edgar Rice Burroughs'un zamansız masalından serbest bir uyarlama. Filmin başrollerini ise Alexander Skarsgård…devamı"And my name isn't Tarzan. It's John Clayton III, son of John and Lady Alice Clayton, Fifth Earl of Greystoke, member of the House of Lords."
Film Edgar Rice Burroughs'un zamansız masalından serbest bir uyarlama. Filmin başrollerini ise Alexander Skarsgård ve Margot Robbie üstlenmiş.
Öncelikle Skargård Tarzan rolüne yakışmış. Tarzan her ne kadar artık Greystoke Lordu John Clayton adıyla ve sevdiği kadınla medeniyette yaşamaya başlasa da ruhundakı hayvan içgüdüsü ekrana güzel yansıtılmış.
Margot Robbie-nin canlandırdığı Jane de güçlü, dayanıklı ve pes etmeyen bir karakter.
Bunun dışında Tarzanla George Williams-ın (Samuel L.Jackson) arasındakı abi-kardeş tarzı ilişkiyi çok sevdim, aralarındakı uyum hissediliyordu, onları izlemek baya eğlenceliydi.
Tarzanla Jane ilişkisi oldukça abartısızdı, fakat bu iki oyuncu bir-birini tamamlamış ve sonuç olarak ortaya güzel bir romantizm tasviri çıkmış.
Sinematografisi genellikle güzeldi.
Görüntü yönetmeni: Henry Braham.
Bir şaheser olmasa da boş zamanlarınızda değerlendire bilirsiniz. Ben genel itibarile beğendim.👍