Geçenlerde tesadüfen önüme çıkan ve izlemekden oldukça keyif aldığım bir diziden bahsedeceğim. Bir kaç gün önce okuduğum kitabı bırakıp, Netflixde öylesine dizi aramaya başladım. Bulduğum dizinin ismi "Into the Night". Beni izlemeye çeken şey ismiydi çünkü elimdeki kitabın ismi "Journey…devamıGeçenlerde tesadüfen önüme çıkan ve izlemekden oldukça keyif aldığım bir diziden bahsedeceğim.
Bir kaç gün önce okuduğum kitabı bırakıp, Netflixde öylesine dizi aramaya başladım.
Bulduğum dizinin ismi "Into the Night". Beni izlemeye çeken şey ismiydi çünkü elimdeki kitabın ismi "Journey to the end of the night' dı.
Dizi, güneş ışınlarının bilinmeyen bir sebeple ölümcül hale geldiği bir dünyada uçakta bulunan bir qrup insanın hayatda kalmak için sürekli batıya, karanlığa doğru yolculuklarını anlatıyor.
Konunun ilgi çekici olduğunu düşünüyorum, bu sebepden ötrü her sahne diğerini merak ettiriyor. Ben gerçekten heyecanla izleyerek iki gecede bitirdim.
Mantık hataları tabi ki vardı. Ama onlara da fazla takılınca seyir zevki kaçıyor. Bu yüzden boşverdim onları. Kendini izlettiriyor, heyecanı ve gerilimi bana yetdi.
✈️-🌑
Spoiler içeriyor
💚 Bu sefer Mary Shelley’in aynı isimli romanından uyarlanan filmin yönetmen koltuğunda James Whale oturuyor. Filmin en etkileyici yanı şübhesiz James Whale'in müthiş ve çarpıcı yönetimidir. Kamera açıları sayesinde film boyunca rahatsız hissediyorsunuz, şöyle ki gerginlik ve heyecan film boyunca…devamı💚 Bu sefer Mary Shelley’in aynı isimli romanından uyarlanan filmin yönetmen koltuğunda James Whale oturuyor.
Filmin en etkileyici yanı şübhesiz James Whale'in müthiş ve çarpıcı yönetimidir. Kamera açıları sayesinde film boyunca rahatsız hissediyorsunuz, şöyle ki gerginlik ve heyecan film boyunca peşinizi bırakmıyor.
Ayrıca set tasarimi da övgüyü hak ediyor.
Atmosfer de harikaydı. Bu arada filmin görüntü yönetmeni Arthur Edeson.
Gelelim Boris Karloff'un performansına. Bu konuda herhangi bir şey söylemeye haddim yok gerçekten. Yaratdığı monster hem korkutucu, hem savunmasız, hem düşman, hem de kurban, aynı zamanda. Ister-istemez onunla bir bağ kuruyorsunuz. Monsterin yanlışlıkla küçük kızı öldürdüğü ve babasının kasaba boyunca kızının cansız bedenini kucağında taşıdığı sahneler unutulmaz sahnelerden biri olarak hafizamda hep kalacaktır.
Monsterin infazı sahnesi de gerçekten etkileyiciydi.
O değilde filmi izlerken acaba sessiz film olsaydı nasıl olurdu diye düşünmekden kendimi alıkoyamadım. Olsaydı olurmuş yani, çok da güzel olurmuş.
Her halükarda, bana göre bu film üzerinden 90 sene geçmesine rağmen izlenmesi gereken klasik başyapıtdır. 💚
1960s... C h e r ⭐ Öncelikle benim için izlemesi zor olan filmden biriydi bu film. Filmle alakası yok tamamen personal issues. Filme dönersek eğer dönemi fazlasıyla sevdim. Hem Winona Ryder, Christina Ricci ve Cher-i aynı filmde daha da bulamazsınız.
Bir kaç uygulama önermek istedim. Belki biliyosunuzdur, ama bilmeyenler de faydalansın) Bildiğiniz güzel uygulamalar varsa sizinde önerilerinizi okumak hoş olur 🌌 ✴️ Charmy - Raf iyi, güzel film/dizi/kitap herşeyi paylaşıyor, yorumluyor ve yeni şeyler keşfediyoruz. Peki ya müzik? Işte burada…devamıBir kaç uygulama önermek istedim. Belki biliyosunuzdur, ama bilmeyenler de faydalansın)
Bildiğiniz güzel uygulamalar varsa sizinde önerilerinizi okumak hoş olur 🌌
✴️ Charmy - Raf iyi, güzel film/dizi/kitap herşeyi paylaşıyor, yorumluyor ve yeni şeyler keşfediyoruz. Peki ya müzik? Işte burada Charmy imdadımıza yetişiyor:) Türk uygulaması ve size hitap eden müzik zevki olan insanları takibe aldığınızda aşırı kaliteli, fazla bilinmeyen, hoş şarkılar, müzisyenler, müzik grupları bulabilirsiniz.
Ek olarak uygulamada aynı zamanda dizi, kitap, film de yorumlaya bilirsiniz, ama bu konuda Raf bence daha iyi.
✴️ Letterboxd - Istediğiniz filmle benzeşen güzel film listeleri bulacağınız, filmi castı, yönetmeni, yazarı vesaire hepsi hakkında detaylı bilgilere ulaşabileceğiniz, Raf-ın ulaşmasını istediğim kalitede bir uygulama.
✴️Radio Garden - Dünya üzerinde online radyolara ulaşabileceğiniz bir uygulama. Ülke, şehir her yeri gezerek kaliteli kanallar, programlar keşfetdiğizde dinlemesi aşırı keyifli oluyor.
Eski hesabımda favorilere eklediğim kanalları şimdi bulamıyorum, yanarım yanarım ona yanarım 💤
Bonus:
✴️Solar System Scope - Herkes, yani çoğumuz gökyüzüne baktığında bakmakta olduğumuz yıldızın hangi yıldız olduğunu, gezegenlerin hangi konumda olduğunu görmek ister. Bunun yanısıra güneş sistemi, gezegenler, yıldızlar hakkında bilgilere de ulaşabilirsiniz.
"First I get lies, you see--this is what happens--first lies, then pressure, then more lies, then more pressure, then the break, then more pressure, then the truth. That is how you get the truth." Waiting for the Barbarians, geniş topraklara…devamı"First I get lies, you see--this is what happens--first lies, then pressure, then more lies, then more pressure, then the break, then more pressure, then the truth. That is how you get the truth."
Waiting for the Barbarians, geniş topraklara yayılmış, hayali bir imparatorluğun 20. yüzyılın başlarındaki Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan esintiler taşıyan hudut bölgesinde geçiyor ve burada yerel idareden sorumlu olan Magistrate'e (sulh hakimi olarak çeviriliyor sanırım) odaklanıyor.
Filmde zaman ve mekan muallak ve aynı zamanda bir çok karaktere isim verilmemiş buna Mark Rylance'ın canlandırdığı esas karakter de dahil.
Hudut bölgesindeki insanlar sakin hayatlarını yaşarken bir anda denetime ölüm meleyi misali Albay Joll geliyor. Gelmez olaydı diyemiyorum çünkü karakteri sevdim. Onu sadece "kötü adam" olarak nitelendirmek oldukça yüzeysel yaklaşım olurdu. Yuvarlak, garip şekilli, karakterin ruhuyla uyumlu, duyguları gizleyen bu gözlükleri ve replikleriyle Colonel Joll'un Depp'in ikonik karakterlerinden biri olduğunu düşünüyorum.
En başta yazdığım replik de ona aittir.
Albay Joll bölgede hayatlarını sürdüren "barbarlar"ın onlar için bir tehdit olduğunu düşünür ve sorgu sırasında İmparatorluk’un isteklerine hizmet edecek cevapları almak için akıl almaz işkencelere başvurur.
Magistrate bundan sonra seyirci kaldığı insanlık suçlarıyla yüzleşmek zorunda kalıyor. Bu yüzleşmenin yaratdığı farkındalık onu da imparatorluk için bir tehdit haline getiriyor.
🔸En azından oyunculuklar için izlenmeye değer olduğunu düşünüyorum.
Hikaye güçlü olsa da anlatımını, işleyişini zayıf buldum. Durgun, sakin geçen filmler vardır hani, söylenecek şeyler vardır ama söylenilmesine gerek duyulmaz, film az replikle bile yeterlidir, akar gider. Işte bu film onlardan değil. O söylenmeyen sözleri duymak istiyosun, biraz daha konuşsunlar, anlatsınlar istiyosun, ama yok.
Üzüldüğüm noktalardan biri de bu ki Dramatik, ağır bir film, fakat o duyguyu daha sarsıcı, unutulmaz yapabilirlerdi. Etkileyiciydi evet ama bugün etkileyici, belki yarın, ama 3 gün sonra unutursun aynı etkiyi vermez sana.
Her ne kadar bana göre eksik kalan tarafları olsa da vakit kaybı da olduğunu düşünmüyorum.
🖌️Dorian Gray. Shakespeare Hamlet'de kullandığı kelime Dorianla nasıl da özdeşleşiyor. "A face without a heart". En başta Dorian öyle masum, o kadar temiz ruhlu, tapılacak güzellikde bir adam ki herşeyden etkilenen bu adamı dünyanın çirkinliklerine karşı koruma isteyi oluşuyor insanın…devamı🖌️Dorian Gray.
Shakespeare Hamlet'de kullandığı kelime Dorianla nasıl da özdeşleşiyor. "A face without a heart".
En başta Dorian öyle masum, o kadar temiz ruhlu, tapılacak güzellikde bir adam ki herşeyden etkilenen bu adamı dünyanın çirkinliklerine karşı koruma isteyi oluşuyor insanın içerisinde. Fakat bu masumluk bir yerde tamamen kayboluyor. Yerini kibire, günaha, ahlaksızlığa bırakıyor.
Kitap sade bir idrakla başlıyor. Fakat Dorianın bu kesinlikle hayatını sarsacaktı. Dorian güzelliğinin sonsuz olmadığını görüyor. Sonsuza kadar sürmeyecek onun güzelliği de bir gün bir çiçek tek sönecek, buruşucaktı. Tek önemli özelliği güzelliği olan, etrafındakı insanların sırf bu yüzden onun yanında olduğu bu adam için bunu farkına varmak dayanılmazdı.
Peki ama ne yapacaktı? Güzelliğini yıllara kurban veremezdi. Ruhunu şeytana satarmıydı sırf bunun için?.
"How sad it is!" murmured Dorian Gray with his eyes still fixed upon his own portrait. "How sad it is! I shall grow old, and horrible, and dreadful. But this picture will remain always young. It will never be older than this particular day of June. . . . If it were only the other way! If it were I who was to be always young, and the picture that was to grow old! For that -- for that -- I would give everything! Yes, there is nothing in the whole world I would not give! I would give my soul for that!"
Florence Carala: I'm the one who can't take anymore. I love you. I love you. So we have to. I love you. Julien Tavernier: Without your voice, I'd be lost in a land of silence... Fransız sineması ve o klas…devamıFlorence Carala: I'm the one who can't take anymore. I love you. I love you. So we have to. I love you.
Julien Tavernier: Without your voice, I'd be lost in a land of silence...
Fransız sineması ve o klas filmlerden biri daha.🚬
Yağmurlu Paris sokaklarında sevgilisini arayan Florence, arka fonda Miles Davis jazz müziği, filmin yaratdığı melonkolik hava insanı mest ediyor.
Sinematografi : Henri Decaë.
Konusu:
Julien, patronunun karısı Florence ile yasak aşk yaşamaktadır. Patronunu öldürüp olaya intihar süsü vermek isteyen Julien, patronunu öldürmeyi başarmış ve olay yerinden kimseye fark edilmeden uzaklaşmıştır. Fakat olay yerinde patronunun odasına tırmanmak için kullandığı halatı unutmuştur ve onu almak için olay yerine geri dönmek zorunda kalır. Halatı alıp iş yerinden gitmek isteyen Julien asansöre biner ve orada mahsur kalır. Bu sırada arabasının anahtarını kontağın üzerinde unutmuştur ve bunu fırsat bilen iki genç onun arabasını kaçırır. Yasak aşk yaşadığı Florence ise büyük bir endişeyle Julien’i bekler; fakat bu bekleyiş, bir arayışa dönecektir"
Kaç kişiyi öldürdüm düşlerimde kaç kilo çekerdi yalnızlık kaç kere ezildim altında yaz yağmurlarının belki de palyaçolar ağlardı pazartesi sabahları her sirk geldiğinde ağlamaklı olurduk hep ağlamaklı olurduk gülünecek halimize kim sevmezdi çiçekleri filan “ben sevmezdim” dedim, “yalan” dedi bunu…devamıKaç kişiyi öldürdüm düşlerimde
kaç kilo çekerdi yalnızlık
kaç kere ezildim altında
yaz yağmurlarının
belki de palyaçolar ağlardı pazartesi sabahları
her sirk geldiğinde ağlamaklı olurduk
hep ağlamaklı olurduk gülünecek halimize
kim sevmezdi çiçekleri filan
“ben sevmezdim” dedim, “yalan” dedi
bunu palyaço söyledi,
palyaço söyledi ben yazdım
yazdım, yazmasam ağlayacaktım
herkes ağlarmış biraz, ben de ağladım
sırf bu yüzden mi ağladım
alçaklık gibi bir şey oldu bu biraz
biraz birazdım her şeyden
dün biraz sinirlenmiştim mesela
yarın bir kadını seveceğim biraz
biraz biraz kör oldum bügünlerde
ama rakı kadehlerini boşaltmayın
eksilmesin hiçbir şey
hiçbir şeyden dahi olsa
kalsın biraz
ii.
umursamıyorum yılgınlığımı filan
çünkü sessizce yaşanmalı her şey
bir devrim sesszce olmalı mesela
ve her sözcüğüne inanmalı bir palyaçonun
bir palyaço neden yalan söylesin ki
ben palyaço olsaydım söylemezdim
marangoz olsaydım da söylemezdim
ben insan olsaydım yalan söylemezdim!
hem nereden çıkardınız palyaçonun yalnızlığını
kaç kilo çeker ki bir palyaço
hem neden yüzüme vuruyorsunuz
bir çirkin ördek yavrusu olduğumu
gocunmam ki ben, ben gocunmam
bir palyaço ne kara gocunmazsa
o kadar, o kadar gocunmam işte
rakı doldurun! eksilmesin
iii.
bitmedi, yazacağım daha
yazmazsam ağlayacağım çünkü
alçakça olacak biraz
hem biz o zaman kimdik ki, nerelere giderdik
her sokakta biraz daha eksilirdik
bilirdim, geceleri puslu puslu olurdu bazen
bazen birisi fısıldarmış gibi olurdu
“duyamadım”, derdim, “tekrar et!”
sessizliğe bürünürdü o vakit her şey
sokaklar daha bir puslu
palyaçolar daha bir ağlamaklı olurdu
ve ben daha bir alçak olurdum
ağlardım biraz
hem sen kimsin, çekiştirme diyorum
hatta kuyruğuma basma diyorum
acıyor, tırmalarım,-
diyorum
kahrol, kahrol!
diyorum
iv.
geçen gün yüzüme rastladım bir ilan panosunda
korktum birden, kusacak gibi oldum
“olur öyle” dedi palyaço,
“herkes alçaktır biraz”
“otur ulan!” dedim, bağırdım ona
ben bazen bağırırım biraz
“rakı doldur!” dedim, “eksilmesin!”
ben bazen eksilirim biraz
aslında hepimiz eksilirmişiz biraz
bunu sonradan öğrendim
ben aslında her şeyi sonradan öğrendim
herkes herkesi sonradan öğrenirmiş
bunu da sonradan öğrendim
örneğin;
geçen gün bir kadınla seviştim
biraz değil çok seviştim
ya işte öyle palyaço
diyorum ki,
bunu da yeni öğrendim
sevişmek de eksilmekmiş biraz
v.
kim sevmezdi ki kuş ötüşlerini filan
“ben sevmezdim” dedim, “yalan”
dedi
bunu palyaço söyledi
palyaço söyledi, ben yazdım
yazmasam, alçak olacaktım
hem ben roman da yazdım biraz
bazen diyorum ki, palyaço,
sen olmasan ben ne yaparım
alçakça eksilirim belki biraz
her yağmur yağışında yerindi dibine girerim
hiçbir kadının kasıklarını öpemem belki
ya da unuturum sonradan öğrendiklerimi
biraz biraz anlıyorum ki,
yüzler eller, o terli vücutlar filan
her şey plastikmiş biraz
vi.
haydi sirtaki yapalım palyaço
rakı doldur, yine eksildik biraz
Turgut Uyar
▪️Yıllardır okumaktan bıkmadığım nadide şiirlerden.
Benedict Cumberbatch! Gerçekten oynadığın her rolü yaşıyor ve yaşatıyorsun. YouTube'a yüklenmiş, dostlarım, zamanınız varsa kaçırmayın. ▪️Bunları tiyatroda birebir değilde evde izlediğim için aşırı üzgünüm.