Kitap Simyacıları Kulübü (1000k'da) ile tanıdım kitabı. Sevgili Yusuf Çorakçı önerdiğinde ilk olarak kitabın adı çok hoşuma gitti. "Beyaz Zenciler"; kitabı bilmeden, tanımadan, okumadan çok anlamlı geldi. Sonra Erling, Charly ve Rita'yı tanıdım. Hatta onlarla yaşadım, arkadaş oldum. Evet bolca…devamıKitap Simyacıları Kulübü (1000k'da) ile tanıdım kitabı.
Sevgili Yusuf Çorakçı önerdiğinde ilk olarak kitabın adı çok hoşuma gitti.
"Beyaz Zenciler"; kitabı bilmeden, tanımadan, okumadan çok anlamlı geldi.
Sonra Erling, Charly ve Rita'yı tanıdım. Hatta onlarla yaşadım, arkadaş oldum.
Evet bolca parasızlık çektiler, sarhoş oldular ve ot sardılar ama edebiyata ve sanata bağlı oldular ve hayatlarının hiç bir döneminde kitapsız ve sanatsız kalmadılar.
Beni en çok etkileyen Erling ve Charly'nin kitap bağımlılığı, Rita'nın resimleri ve aralarındaki yıkılmayan upuzun süren dostluk idi...
Bu dostluk öyle sağlamdı ki; Charly bir seferlik kazandığı yüksek bir meblağ para ile arkadaşlarını ultralüks bir lokantaya götürmüş ve taksi ile şehir turu yaptırmış... Bu dostluk öyle sağlamdı ki; Erling'in kendi yazılarını gönderdiği ve red yediği yayınevinden, Charly'nin ilk denemede kitabının kabul edildiği mektubu Erling açtığında kendisinin kabul edilmiş gibi sevindiği bir dostluk...
Evet yeraltı edebiyatı deyince bir çoğumuz kaçıyoruz biliyorum. H.Günday kadar rahatsız edici de olsa, Beyaz Zenciler gibi daha yumuşatılmış da olsa yeraltında yaşanılanlar "ne yazık ki" varlar. Görmezden gelemeyiz. Hatta bu kitaplar ile bu yaşantıları görüyoruz, çünkü fantastik değil. Zaten kitaplar da aaa çok güzel, siz de gelin bu hayata demiyorlar ki....
Sadece hayatta farkında olmamızı sağlıyorlar...
Kitap Simyacıları Kulübüne ve Yusuf Çorakçı'ya bu guzel farkındalığı bize yaşattığı için bolca teşekkürler...
Hoşça kalın... Kitaplarla kalın...
Canım Zeynep Kaçar. İlk olarak Kabuk ile tanıdım yazarı. Çok sevmiştim Kabuk romanını. Sonra 2. Kitabı Yalnız'ı çıkar çıkmaz almıştım. Ama ancak şimdi okuyabildim. Yalnız'da; -Feray'ı anlatarak kadınları, kızları, seçimlerimizi, kadere boyun eğmeyi, ya da kaderi yenebilmeyi anlatmış Zeynep Kaçar...…devamıCanım Zeynep Kaçar.
İlk olarak Kabuk ile tanıdım yazarı. Çok sevmiştim Kabuk romanını. Sonra 2. Kitabı Yalnız'ı çıkar çıkmaz almıştım. Ama ancak şimdi okuyabildim.
Yalnız'da;
-Feray'ı anlatarak kadınları, kızları, seçimlerimizi, kadere boyun eğmeyi, ya da kaderi yenebilmeyi anlatmış Zeynep Kaçar...
-Veli'yi anlatarak bir hekimin, din ve tarikat adı altında nasıl üfürükçüye evrilebileceğini anlatmış Zeynep Kaçar...
-Esma'yı, Cenneti ve öldürülen diğer kızları kadınları anlatarak Özgecan'ı, Narin'i, Güldünya'yı ve diğer tüm kadın cinayetlerini anlatmış Zeynep Kaçar...
-Ve Defne... Annesinden ayrılıp beyni yıkanan güzel bir genç kızı anlatmış Zeynep Kaçar..
-Sadece insanları değil.. İstanbul'un, taksimin nasıl bozulduğunu.. Tüm ülkenin yozlaşma sürecini usulca, teker teker, tane tane anlatmış romanında Zeynep Kaçar..
Bölümleri şimdiki zaman ve geçmiş zaman olarak ilerliyor...
Sıkılmıyorsunuz, ama ruhunuz daralıyor... İster istemez kararıyor dünya...
Ama umut muhteşem bir his.. Umudun her zaman var olacağını gösteriyor Feray bize...
Kabuk gibi Yalnız'ı da çok severek okudum.
İçim acıyarak ama umutla...
Ferayların hep başarması dileğiyle....
Raf soruyor; - Ne söylemek istersin? Öyle çok şey söylemek isterim, öyle çok şey yazmak isterim ki... Bütün karakterler hakkında günlerce konuşabilir, sayfalarca yazabilirim... Samimiyet, içtenlik, sevgi, iyilik, umut, saflık, aşk gibi olumlu kavramların yanında; kötülük, tembellik, ölüm, mutsuzluk, fakirlik,…devamıRaf soruyor;
- Ne söylemek istersin?
Öyle çok şey söylemek isterim, öyle çok şey yazmak isterim ki...
Bütün karakterler hakkında günlerce konuşabilir, sayfalarca yazabilirim...
Samimiyet, içtenlik, sevgi, iyilik, umut, saflık, aşk gibi olumlu kavramların yanında; kötülük, tembellik, ölüm, mutsuzluk, fakirlik, bekleme, bekletme, kaybeden olma, hep kaybetmek gibi olumsuz kavramları da içinde barındıran muhteşem absürt dizi...
Evet 2012'de sanırım 104. Bölüm ile veda etti ve 11 yıl sonra yeniden çekildi...
Eskisi gibi oldu ya da olmadı. O kısmı benim için önemli değil. Tekrar Mecnun'u görmek, İsmail'in saf sevgisine ortak olmak, Erdal'ın daleveralarına tanık olmak, hırsız ama kültürlü Yavuz'un performansını izlemek, diğer bütün karakterleri yeniden yaşamak, zaman zaman eski bölümleri hatırlamak öyle iyi geldi ki bana. Sevmediğim bir platform olsa da bunu sağladığı için Exxen'e teşekkür ederim.
Gelelim diziyi analiz etmeye. Bu diziyi hiç duymayan insan yoktur bence. Yine de hiç duymayan ve izlemeyen gerçek hayattaki arkadaşlarım ve burayı okuyan raftaki arkadaşlarım için şöyle söylemeliyim; Evet ben çok seviyorum, çok beğeniyorum ve övüyorum ama bir çok insan sevmeyecek ve ıgghh! bu muymuş Leyla ile Mecnun diyecektir.
Dizi absürt komedinin tepe noktasında... Lütfen bunu bilerek başlayın ya da başlamayın. Çünkü; yeri geliyor rüyanın içine giriyorsunuz, yeri geliyor Mecnun ile dünyayı kurtarıyorsunuz... Bazen de Erdal ve ölen eşi gibi, bir türlü ayrılamadığı ruh ile ortak yaşamına tanık oluyorsunuz. Ya da klonlama ile çoğaldığınızdaki komik absürtlükleri izliyorsunuz. Ak sakallı dededen medet umuyorsunuz...
Ama diziyi çok severseniz bunlar öyle normal öyle doğal geliyor ki size...
Sanmayın ki dizide sadece saçma absürt şeyler var. Gündemi, siyaseti, hayat pahallılığını, kadın haklarını, doktora şiddet olaylarını yeri geliyor en güzel, en çarpıcı repliklerle yüzümüze vuruyor.
2011'deki 104 bölümün çoğunu en az 2 defa izlemiş, 2023 deki bölümleri de 1 defa izlemiş bir izleyici olarak diyorum ki, insanlar Leyla ile Mecnun sevenler ve sevmeyenler diye 2'ye ayrılır. Ve gururla söylüyorum ben çok çok sevenler grubundayım..
Leyla ile Mecnun bir tanedir.
Umarım aynı ekip yine toplanır ve kendilerini çok özletmeden yine diziye devam ederler...
İlk filmi çok beğenerek izlemiştim. Bu filmden beklentim yüksek değildi. Diğerine göre biraz daha hafif kaldığını okumuştum çeşitli yorumlardan... Ama; *Yol filmi olması *Nejat İşler ve Yiğit Özşener gibi çok sevdiğim iki sanatçının oynaması *İlk filmi çok çok sevmiş olmam…devamıİlk filmi çok beğenerek izlemiştim. Bu filmden beklentim yüksek değildi. Diğerine göre biraz daha hafif kaldığını okumuştum çeşitli yorumlardan...
Ama;
*Yol filmi olması
*Nejat İşler ve Yiğit Özşener gibi çok sevdiğim iki sanatçının oynaması
*İlk filmi çok çok sevmiş olmam gibi... Nedenlerden dolayı izleme listeme almıştım...
Çıralı ve Olimpos'u çok severim... Film oradan görüntülerle başlıyor ve en çok sevdiğim kıyı şeridinde devam ediyor... Motosiklet ile konaklayarak İstanbul'a kadar yolculuklarını sürdürüyorlar..
Tabii yol boyunca özgürlük, ikili ilişkiler, aldatma, aldatılma gibi pek çok şeye tanık oluyorsunuz.. Yine haklı/haksız etiketi herkese yapışıyor...
Ben filmi sevdim... Çok kafa yormayacağınız, yorgun olduğunuz bir zaman diliminde; canınız bol manzaralı bir film izlemek istiyorsa, hele hele de Nejat İ. Ve Yiğit Ö. hayranı iseniz, beklentiyi yüksek tutmadan izleyin derim "Kaybedenler Kulübü Yolda" filmini...
Keyifli seyirler dilerim...
Sevgili Nadine Labaki'nin izlediğim 3. filmi 'Peki şimdi nereye?' Ve tartışmasız herkese önereceğim favori filmlerimin arasına girdi hemen... Kalbi de, işleri de, kendisi de çok güzel bir yönetmen N. Labaki... Tüm filmlerini izlemeyi düşünüyorum... Peki şimdi nereye, aslında özünde bir…devamıSevgili Nadine Labaki'nin izlediğim 3. filmi 'Peki şimdi nereye?' Ve tartışmasız herkese önereceğim favori filmlerimin arasına girdi hemen...
Kalbi de, işleri de, kendisi de çok güzel bir yönetmen N. Labaki... Tüm filmlerini izlemeyi düşünüyorum...
Peki şimdi nereye, aslında özünde bir savaş filmi.. Ama öyle çarpışmalı değil.
Bir kadın filmi.. Ama öyle feminist ögeler içeren sertlikte değil.
Karşıt dinlere, ideolojilere sahip insanları anlatan film.. Ama öyle sert nefret içeren ögeleri barındırmıyor...
Öyle naif, öyle hoş, öyle kadınsı, öyle hüzünlü ve insanın yüzünde acı ama gülümseme bırakan sımsıcak filmlerden...
Biraz da filmden bahsedeyim..
Yine kadınların ön planda olduğu kesitsel bir film izliyoruz.. N.Labaki tüm güzelliğiyle yazmış, yönetmiş ve oynamış...
Lübnan'ın bir köyünde geçiyor. Köyde Müslümanlar ve hiristiyanlar uzun yıllar boyunca kardeşçe yaşamışlar ve yaşamaya devam ediyorlar. Aslında Türkiye'nin bir çok yerinde olduğu gibi... Hatta depremden önceki Antakya'mızdaki aynı kareye giren fotolardaki cami, kilise ve havra görüntüleri gibi kareler gözümüze çarpıyor.
Çeşitli yerlerden farklı dinlere mensup insanlar arasında çarpışma, savaş haberlerini duyuyor köy halkı, özellikle de kadınlar..
Bu huzursuzluğun, savaşın, çarpışmanın köylerine sıçramaması için her yola baş vuruyorlar. Ukraynalı kadınları köylerine getirtip erkekleri oyalamak mi dersiniz.. Şarkılar eşliğinde ilaçlar ekleyip pastalar börekler mi yapmak.. İmam ve rahibin ikna çabaları... kadınların din değiştirme pahasına da olsa canavarlaşan, sürekli kavga etmek isteyen erkeklerini yumuşatma uğraşları... Hepsini bazen hüzünlenerek bazen gülümseyerek izliyorsunuz...
Film kendine çekiyor sizi, sımsıcak sarıyor sarmalıyor.
Bugün ne izlesem diyerek film arayışına giren ve tüm sinemasever arkadaşlarıma öneriyorum... Keyifli seyirler dilerim...
Seray Şahiner'in Antabus kitabından sonra okuduğum 2. Romanı Kul, baştan sona kadar tek bir kişinin iç sesi ile yazılmış bir durum (Kesit) Hikayesidir... Mercan adında çocuğu olmayan, genç bir kadının hikayesidir bu... Tam anlamıyla hayattan, tanıdık, samimi ve sürükleyici yazılmış…devamıSeray Şahiner'in Antabus kitabından sonra okuduğum 2. Romanı Kul, baştan sona kadar tek bir kişinin iç sesi ile yazılmış bir durum (Kesit) Hikayesidir...
Mercan adında çocuğu olmayan, genç bir kadının hikayesidir bu...
Tam anlamıyla hayattan, tanıdık, samimi ve sürükleyici yazılmış kesitsel bir hikaye...
Mercan apartman merdivenlerini temizleyerek para kazanan, eşine de bakan bir kadın. Eşi ise çalışmayan, hatta Mercanın alın teri ile kazandığı bu sınırlı parayla ot kullanan gereksiz bir adam...
Öykümüzde sadece Mercan var... Çünkü Mercan bir tartışma sonrası eşine 'gidersen git' demiş ve eşi de gidiş o gidiş... Gitmiş...
Canım Mercan ise eşinin geleceğini düşünmüş hep, pişman olmuş ona soyledikleri için... Çünkü bildiği tek şey eş=çocuk=hayat döngüsü. Eşi gelmedikçe panikliyor; "ulu" diye adlandırdığı türbeler, yatırlar, cem evleri, kiliseler ve falcılardan medet umuyor. Kocası dönsün de çocuğu olsun diye paralarını buralara ve adaklara harcıyor.
Kitabın başından sonuna kadar yaşadığı ikilemleri, hayattaki en büyük dileği olan çocuk isteğini, yalnızlığını, tv ile olan arkadaşlığını, bodrumdaki evini, umudunu, umutsuzluğunu okuyoruz. Bazen gülüyoruz, bazen üzülüyoruz... Yazarın Mercan'ın basit, hiç komplike olmayan, sıradan hayatını bize nasıl bu kadar ilgi çekici, bu kadar sosyolojik çıkarımlarla yansıtabildiğini hayran olarak okuyoruz... İsimlerin sonuna gelen "Hanım" unvanının kişiye göre nasıl değişebileceğini öğretiyor bize Mercan...
Mercan'ın her şeyden çok istediği doğmamış oğlu Haydar'ı, iç sesi eşliğinde tanıyoruz kitapta. Bu öyle samimi, öyle sıcak, öyle sevecen, öyle pişman bir iç ses ki...
Ben kitabı da, Mercan'ı da, Seray Şahiner'i de o kadar çok sevdim ki... Belki siz de Mercan'ın hikayesini okumak, Mercan'ı tanımak istersiniz diye size anlatmak istedim...
Herkese keyifli okumalar dilerim...
Hep derler ya istenirse kitap okumaya, film izlemeye zaman ayrılabilir. Yok olmuyor öyle... Yoğun ve yorucu bir işte çalışıyorsanız eğer, okumaya ve izlemeye ayırdığınız kısıtlı vakitlerde, aşırı yorgunluk nedeniyle istediğiniz verimi de alamıyorsunuz. Öyle oluyor bende. Verim alamayınca da çok…devamıHep derler ya istenirse kitap okumaya, film izlemeye zaman ayrılabilir. Yok olmuyor öyle... Yoğun ve yorucu bir işte çalışıyorsanız eğer, okumaya ve izlemeye ayırdığınız kısıtlı vakitlerde, aşırı yorgunluk nedeniyle istediğiniz verimi de alamıyorsunuz. Öyle oluyor bende. Verim alamayınca da çok üzülüyorum.
Neyse ki az da olsa izinler var.
Suzan Defter uzun zamandır okumak isteyip de zamansızlıktan okumadığım kitaplardandı. Ayfer Tunç'a ait ince sayılabilecek bir roman.
Ayfer Tunç'un kalemini çok seviyorum. Romanlarında kendimi buluyorum adeta. Sanki benim okumam için yazmış gibi hissediyorum. Romandaki kahramanları öyle güzel tanıtıyor ki, bir anda arkadaşım oluyorlar. Bir bakıyorum kitabın içindeymişim de sanki onlarla sohbet edecekmişim gibi hissediyorum. Duyguları da okuyucuya aktarmayı muhteşem yapıyor Ayfer Tunç. Böyle olunca keşke bitmese kitap, keşke hep okusam okusam Ekmel bey ile Derya'nın günlüğünü diyorum...
Kitabı belki biliyorsunuzdur. 2 kişinin günlüğü üzerinden gidiyor. Çift sayfadaki günlük Ekmel beye, tek sayfadaki günlük Deryaya ait. Tabii 1 sayfada bitmediğinden o günün yazısı, çift sayfayı atlayıp yine tek sayfadan devam ediyorsunuz. Sonra aynı günkü Deryanın günlüğünü okumak için biraz geriye gidip çift sayfayı okuyorsunuz. Önce biraz zor geliyor ama sonra çok keyifli oluyor. Her biri kendi aklındakileri, o gün beraber yaptıkları sohbeti kendi cümleleriyle anlatıyor. Buna tanık olmak, okumak çok güzel ve çok farklı geldi bana.
Konusunu ise uzun uzun yazmak istemiyorum. Her biri geçmişte yaşadıklarını, pişmanlıklarını, anlatıyor paylaşıyor.
'Aşıkdaşlık değil, arkadaşlık yapmak' istiyor Ekmel bey...
Çok güzel, kısa, etkileyici ve değişik olan Suzan Defter'i ben çok beğenerek okudum ve herkese tavsiye ediyorum. Daha önce Ayfer Tunç okumadıysanız bu kitap ile başlayabilirsiniz... Keyifli okumalarınız olsun...