İlk filmi çok beğenerek izlemiştim. Bu filmden beklentim yüksek değildi. Diğerine göre biraz daha hafif kaldığını okumuştum çeşitli yorumlardan...
Ama;
*Yol filmi olması
*Nejat İşler ve Yiğit Özşener gibi çok sevdiğim iki sanatçının oynaması
*İlk filmi çok çok sevmiş olmam…devamıİlk filmi çok beğenerek izlemiştim. Bu filmden beklentim yüksek değildi. Diğerine göre biraz daha hafif kaldığını okumuştum çeşitli yorumlardan...
Ama;
*Yol filmi olması
*Nejat İşler ve Yiğit Özşener gibi çok sevdiğim iki sanatçının oynaması
*İlk filmi çok çok sevmiş olmam gibi... Nedenlerden dolayı izleme listeme almıştım...
Çıralı ve Olimpos'u çok severim... Film oradan görüntülerle başlıyor ve en çok sevdiğim kıyı şeridinde devam ediyor... Motosiklet ile konaklayarak İstanbul'a kadar yolculuklarını sürdürüyorlar..
Tabii yol boyunca özgürlük, ikili ilişkiler, aldatma, aldatılma gibi pek çok şeye tanık oluyorsunuz.. Yine haklı/haksız etiketi herkese yapışıyor...
Ben filmi sevdim... Çok kafa yormayacağınız, yorgun olduğunuz bir zaman diliminde; canınız bol manzaralı bir film izlemek istiyorsa, hele hele de Nejat İ. Ve Yiğit Ö. hayranı iseniz, beklentiyi yüksek tutmadan izleyin derim "Kaybedenler Kulübü Yolda" filmini...
Keyifli seyirler dilerim...
Sevgili Nadine Labaki'nin izlediğim 3. filmi 'Peki şimdi nereye?' Ve tartışmasız herkese önereceğim favori filmlerimin arasına girdi hemen...
Kalbi de, işleri de, kendisi de çok güzel bir yönetmen N. Labaki... Tüm filmlerini izlemeyi düşünüyorum...
Peki şimdi nereye, aslında özünde bir…devamıSevgili Nadine Labaki'nin izlediğim 3. filmi 'Peki şimdi nereye?' Ve tartışmasız herkese önereceğim favori filmlerimin arasına girdi hemen...
Kalbi de, işleri de, kendisi de çok güzel bir yönetmen N. Labaki... Tüm filmlerini izlemeyi düşünüyorum...
Peki şimdi nereye, aslında özünde bir savaş filmi.. Ama öyle çarpışmalı değil.
Bir kadın filmi.. Ama öyle feminist ögeler içeren sertlikte değil.
Karşıt dinlere, ideolojilere sahip insanları anlatan film.. Ama öyle sert nefret içeren ögeleri barındırmıyor...
Öyle naif, öyle hoş, öyle kadınsı, öyle hüzünlü ve insanın yüzünde acı ama gülümseme bırakan sımsıcak filmlerden...
Biraz da filmden bahsedeyim..
Yine kadınların ön planda olduğu kesitsel bir film izliyoruz.. N.Labaki tüm güzelliğiyle yazmış, yönetmiş ve oynamış...
Lübnan'ın bir köyünde geçiyor. Köyde Müslümanlar ve hiristiyanlar uzun yıllar boyunca kardeşçe yaşamışlar ve yaşamaya devam ediyorlar. Aslında Türkiye'nin bir çok yerinde olduğu gibi... Hatta depremden önceki Antakya'mızdaki aynı kareye giren fotolardaki cami, kilise ve havra görüntüleri gibi kareler gözümüze çarpıyor.
Çeşitli yerlerden farklı dinlere mensup insanlar arasında çarpışma, savaş haberlerini duyuyor köy halkı, özellikle de kadınlar..
Bu huzursuzluğun, savaşın, çarpışmanın köylerine sıçramaması için her yola baş vuruyorlar. Ukraynalı kadınları köylerine getirtip erkekleri oyalamak mi dersiniz.. Şarkılar eşliğinde ilaçlar ekleyip pastalar börekler mi yapmak.. İmam ve rahibin ikna çabaları... kadınların din değiştirme pahasına da olsa canavarlaşan, sürekli kavga etmek isteyen erkeklerini yumuşatma uğraşları... Hepsini bazen hüzünlenerek bazen gülümseyerek izliyorsunuz...
Film kendine çekiyor sizi, sımsıcak sarıyor sarmalıyor.
Bugün ne izlesem diyerek film arayışına giren ve tüm sinemasever arkadaşlarıma öneriyorum... Keyifli seyirler dilerim...
Seray Şahiner'in Antabus kitabından sonra okuduğum 2. Romanı Kul, baştan sona kadar tek bir kişinin iç sesi ile yazılmış bir durum (Kesit) Hikayesidir...
Mercan adında çocuğu olmayan, genç bir kadının hikayesidir bu...
Tam anlamıyla hayattan, tanıdık, samimi ve sürükleyici yazılmış…devamıSeray Şahiner'in Antabus kitabından sonra okuduğum 2. Romanı Kul, baştan sona kadar tek bir kişinin iç sesi ile yazılmış bir durum (Kesit) Hikayesidir...
Mercan adında çocuğu olmayan, genç bir kadının hikayesidir bu...
Tam anlamıyla hayattan, tanıdık, samimi ve sürükleyici yazılmış kesitsel bir hikaye...
Mercan apartman merdivenlerini temizleyerek para kazanan, eşine de bakan bir kadın. Eşi ise çalışmayan, hatta Mercanın alın teri ile kazandığı bu sınırlı parayla ot kullanan gereksiz bir adam...
Öykümüzde sadece Mercan var... Çünkü Mercan bir tartışma sonrası eşine 'gidersen git' demiş ve eşi de gidiş o gidiş... Gitmiş...
Canım Mercan ise eşinin geleceğini düşünmüş hep, pişman olmuş ona soyledikleri için... Çünkü bildiği tek şey eş=çocuk=hayat döngüsü. Eşi gelmedikçe panikliyor; "ulu" diye adlandırdığı türbeler, yatırlar, cem evleri, kiliseler ve falcılardan medet umuyor. Kocası dönsün de çocuğu olsun diye paralarını buralara ve adaklara harcıyor.
Kitabın başından sonuna kadar yaşadığı ikilemleri, hayattaki en büyük dileği olan çocuk isteğini, yalnızlığını, tv ile olan arkadaşlığını, bodrumdaki evini, umudunu, umutsuzluğunu okuyoruz. Bazen gülüyoruz, bazen üzülüyoruz... Yazarın Mercan'ın basit, hiç komplike olmayan, sıradan hayatını bize nasıl bu kadar ilgi çekici, bu kadar sosyolojik çıkarımlarla yansıtabildiğini hayran olarak okuyoruz... İsimlerin sonuna gelen "Hanım" unvanının kişiye göre nasıl değişebileceğini öğretiyor bize Mercan...
Mercan'ın her şeyden çok istediği doğmamış oğlu Haydar'ı, iç sesi eşliğinde tanıyoruz kitapta. Bu öyle samimi, öyle sıcak, öyle sevecen, öyle pişman bir iç ses ki...
Ben kitabı da, Mercan'ı da, Seray Şahiner'i de o kadar çok sevdim ki... Belki siz de Mercan'ın hikayesini okumak, Mercan'ı tanımak istersiniz diye size anlatmak istedim...
Herkese keyifli okumalar dilerim...
Hep derler ya istenirse kitap okumaya, film izlemeye zaman ayrılabilir. Yok olmuyor öyle... Yoğun ve yorucu bir işte çalışıyorsanız eğer, okumaya ve izlemeye ayırdığınız kısıtlı vakitlerde, aşırı yorgunluk nedeniyle istediğiniz verimi de alamıyorsunuz. Öyle oluyor bende. Verim alamayınca da çok…devamıHep derler ya istenirse kitap okumaya, film izlemeye zaman ayrılabilir. Yok olmuyor öyle... Yoğun ve yorucu bir işte çalışıyorsanız eğer, okumaya ve izlemeye ayırdığınız kısıtlı vakitlerde, aşırı yorgunluk nedeniyle istediğiniz verimi de alamıyorsunuz. Öyle oluyor bende. Verim alamayınca da çok üzülüyorum.
Neyse ki az da olsa izinler var.
Suzan Defter uzun zamandır okumak isteyip de zamansızlıktan okumadığım kitaplardandı. Ayfer Tunç'a ait ince sayılabilecek bir roman.
Ayfer Tunç'un kalemini çok seviyorum. Romanlarında kendimi buluyorum adeta. Sanki benim okumam için yazmış gibi hissediyorum. Romandaki kahramanları öyle güzel tanıtıyor ki, bir anda arkadaşım oluyorlar. Bir bakıyorum kitabın içindeymişim de sanki onlarla sohbet edecekmişim gibi hissediyorum. Duyguları da okuyucuya aktarmayı muhteşem yapıyor Ayfer Tunç. Böyle olunca keşke bitmese kitap, keşke hep okusam okusam Ekmel bey ile Derya'nın günlüğünü diyorum...
Kitabı belki biliyorsunuzdur. 2 kişinin günlüğü üzerinden gidiyor. Çift sayfadaki günlük Ekmel beye, tek sayfadaki günlük Deryaya ait. Tabii 1 sayfada bitmediğinden o günün yazısı, çift sayfayı atlayıp yine tek sayfadan devam ediyorsunuz. Sonra aynı günkü Deryanın günlüğünü okumak için biraz geriye gidip çift sayfayı okuyorsunuz. Önce biraz zor geliyor ama sonra çok keyifli oluyor. Her biri kendi aklındakileri, o gün beraber yaptıkları sohbeti kendi cümleleriyle anlatıyor. Buna tanık olmak, okumak çok güzel ve çok farklı geldi bana.
Konusunu ise uzun uzun yazmak istemiyorum. Her biri geçmişte yaşadıklarını, pişmanlıklarını, anlatıyor paylaşıyor.
'Aşıkdaşlık değil, arkadaşlık yapmak' istiyor Ekmel bey...
Çok güzel, kısa, etkileyici ve değişik olan Suzan Defter'i ben çok beğenerek okudum ve herkese tavsiye ediyorum. Daha önce Ayfer Tunç okumadıysanız bu kitap ile başlayabilirsiniz... Keyifli okumalarınız olsun...
MUTLU YILLAR...
Her anın tadını çıkaracağımız, sağlıklı, mutlu, keyifli ve huzurlu günlerle dolu bir yıl olsun...
Kötü şeylerin geride kaldığı; kitapların, sanatın, huzurun ve bilimin her daim bizimle olduğu aydınlık başlangıçların yılı olsun...🥰🥰🥰
Bugün eşimle sinemada izledik filmi... Muhteşemdi. Çok sürükleyici, tüyleri diken diken yapan, muhteşem kurgu, muhteşem oyunculuk, gerçekçilik...
Gerçekten bitsin istemedim ve bir kez daha son 20 yılda yaşadıklarımızı düşündüm ve yine içim daraldı daraldı 😔
Oğlum da kız arkadaşıyla gitti…devamıBugün eşimle sinemada izledik filmi... Muhteşemdi. Çok sürükleyici, tüyleri diken diken yapan, muhteşem kurgu, muhteşem oyunculuk, gerçekçilik...
Gerçekten bitsin istemedim ve bir kez daha son 20 yılda yaşadıklarımızı düşündüm ve yine içim daraldı daraldı 😔
Oğlum da kız arkadaşıyla gitti filme.
Biz ailecek görevimizi yaptık... Her yerde herkese de anlatacam filmi...
Bakanlığın yaptığı haksızlığa karşı duruş sergilemenin yanı sıra muhteşem metaforlarla süslenen muhteşem bir film izlemeye hazır olun arkadaşlarım 👍🌸🍀🥰💯💯💯
Daha fazla yazmak istemiyorum çünkü tanıtıma bile gerek yok bence...
Mutlaka izlenmeli diyorum ve bitiriyorum
Spoiler içeriyor
Kar
Blutv de festival filmleri kategorisinde izlediğim yerli film.
2017 de gösterime giren filmin yönetmenliğini Emre Erdoğdu yapmış. Çok genç ama belli ki ileride adını çokça duyacağımız bir yönetmen Emre Erdoğdu.
Film kasvetli, karanlık... Çünkü yine kaybedenler var... Biraz Hakan…devamıKar
Blutv de festival filmleri kategorisinde izlediğim yerli film.
2017 de gösterime giren filmin yönetmenliğini Emre Erdoğdu yapmış. Çok genç ama belli ki ileride adını çokça duyacağımız bir yönetmen Emre Erdoğdu.
Film kasvetli, karanlık... Çünkü yine kaybedenler var... Biraz Hakan Günday romanları gibi. Sert bir film.
Bir grup lise gençliği... yaşları büyük.. sınıfta kalmışlar. Film ilerledikçe çok derinlere dalmadan tanıyoruz onları. Müzeyyen (Hazar Ergüçlü) başrolde. Hazerhan, ve Bekir i de tanıyoruz.
Bolca uyuşturucu, küfür sahneleri var. Seks ve arakçılık da ekleniyor bu sahnelere ara ara...
Sonra Müzeyyenin kardeşi çıkageliyor Bolu'dan. Bir şekilde gruba dahil oluyor.
Film çok gerçekçi, sahneler, oyuncular da öyle...
...Spoiler...
Baştan uyarmam lazım oldukça rahatsız edici sahneleri var. Bence sondaki olay başka bir şey.. Bildiğimiz ensest değil.
Ali ısrarla ben babam değilim, göreceksin bak diyor ve babası gibi oluyor.
Filmin adı da sadece 1 sahneden dolayı var. Etkileyici
Ali;
Huzur; Bolu'da kar yeni yağdığında uçsuz bucaksız beyazı izlerken hissedilendir huzur...
Müzeyyen;
Ben hiç kar görmedim ki, burası Antalya buraya hiç kar yağmaz...
Spoiler bitti...
Çok bir beklentiye girmeyiniz, senaryo biraz sığ, ama genel olarak cesur, fark yaratan bir film. Ben 'vasat-iyi' arasında buldum.
Yönetmeni farkedebilmek adına izlenmesi gereken filmlerden diyebilirim sadece...
Keyifli seyirler.
Hızımı alamayıp bir de film incelemesi bırakayım 😊
Eski bir film 'Barda'.
Ve inanılmaz sert ve rahatsız edici. Yıldızlar geçidi olmuş filmde... oyuncular ve oyunculuklar muhteşem.
Nejat İşler yerli erkek oyuncular arasında en sevdiklerim sıralamasında her daim üst sıralardadır benim…devamıHızımı alamayıp bir de film incelemesi bırakayım 😊
Eski bir film 'Barda'.
Ve inanılmaz sert ve rahatsız edici. Yıldızlar geçidi olmuş filmde... oyuncular ve oyunculuklar muhteşem.
Nejat İşler yerli erkek oyuncular arasında en sevdiklerim sıralamasında her daim üst sıralardadır benim için. Ama bu film ile artık daha yukarılara taşıdığım kesin 😊.
Filmi nedensiz bir şekilde hep erteliyordum. Belki tek başıma izleme isteğimden dolayı olabilir ki haklıymışım.
Gerçek bir olaydan esinlenilerek yapılmış. Ancak mekan gerçek olaydan biraz daha farklı. Film barda geçiyor gerçek olay evde.
Gerçek olayın yaşandığı yerin benim yaşadığım şehirde ve zamanın da benim öğrenci olduğum yıllarda gerçekleşmiş olması filmden daha da etkilenmeme neden oldu.
İlk 20 dakikada olaya maruz kalan gençleri, arkadaşlıklarını, ilişkilerini izliyoruz. Gayet normal, sıradan hayatlar ve sonra her zaman gittikleri barda tam çıkmaya hazırlanırken ki son biralarını içiyorlardır; bir grup serseri görünümlü insan bara gelir ve olaylar başlar... Filmi mahkeme görüntüleri ve flashbackler ile izleriz artık...Uyuşturucu, taciz, tecavüz, dayak, işkence, cinayet sahneleri birbiri ardına sıralanır. Şiddet uygulayan Egzozcu Selim Ketenci (Nejat İşler), Patlak Osman (Hakan Boyav), 45 (Serdar Orçin), Köylü Nasır (Erdal Beşikçioğlu) ve çırak (sadece çırak kötünün iyisidir)...
Bu 5 insan görünümlü canavar kılıklılar gençlerin bulunduğu bu bara normal saatlerde giremeyeceklerini, onlarla takılamayacaklarını düşünen, aşağılık kompleksine sahip, dışarıda gördüklerinde bu gençleri kin ile süzen insanlardır. ..
Öyle ki hayattaki tüm olumsuzluklarının yenilgilerinin kinini o gece o gençlerden çıkarmaya yeminliymiş gibi davranırlar. Oysa hiç biri diğeri yüzünden orada değildir.
Film biraz eşitsizlikleri de düşünmemizi istercesine yönleniyor.
Ama hiç bir şey, hiç bir replik, hiç bir maddi manevi eşitsizlik böylesine bir zulmü değil masumlaştırmak derecesini bile azaltamaz... Azaltmamalı...
Filmin sonu çok az rahatlatsa da gerçek hayattaki suçluların genel aftan faydalanarak elini kolunu sallayarak dışarıda dolaşıyor olmalarına inanılmaz kızdım ve öfkelendim.
Filmi hâlâ izlemeyen ve izleyebilecek olanlara öneririm ama çok keyifli dakikalar olmayacağını da söylemek isterim