Spoiler içeriyor
Ne diyebilirim ki ya... Ne desem spoiler olacak :) Kupa oyunları canımı aldı resmen :) Karo ve sinek oyunlarında rahat oturamadım bir türlü :) Militanlar fenaydı. Vatandaşlar daha fena. Her bir oyuncunun hikayesi beni benden aldı. En sevdiğim oyuncu desem,…devamıNe diyebilirim ki ya... Ne desem spoiler olacak :)
Kupa oyunları canımı aldı resmen :) Karo ve sinek oyunlarında rahat oturamadım bir türlü :) Militanlar fenaydı. Vatandaşlar daha fena. Her bir oyuncunun hikayesi beni benden aldı. En sevdiğim oyuncu desem, hiç birini birbirinden ayıramayabilirim.
Final çok iyiydi. Hiç bir açık kapı bırakılmamış, tutarsızlık da farketmedim.
Finalde tek bir şey eksik kaldı bence. O da tamamen benim duygusal yanıma göre eksik :)
Ne desem spoiler olacağından, en üstü kapalı şekilde bu kadar yazabildim :) Tavsiye ederim.
Sanırım favori dizilerimden biri olarak buraya ekleyeceğim.
Spoiler içeriyor
Tanıtımında, yapay zekalı savaş robotu üretmek üzerine bir film olduğunu okuyunca, bilim kurgu iyidir haydi izleyelim diyerek açtım. Beklediğim gibi çıkmadı evet, ama beklediğimden fazlası çıktı karşıma diyebilirim. Herkesin tarzı farklıdır elbet. Bunda hemfikiriz. Aradığınız şey bilimkurgu ise, pek fazla…devamıTanıtımında, yapay zekalı savaş robotu üretmek üzerine bir film olduğunu okuyunca, bilim kurgu iyidir haydi izleyelim diyerek açtım. Beklediğim gibi çıkmadı evet, ama beklediğimden fazlası çıktı karşıma diyebilirim.
Herkesin tarzı farklıdır elbet. Bunda hemfikiriz. Aradığınız şey bilimkurgu ise, pek fazla bulabileceğinizi düşünmüyorum. Heyecan, aksiyon ise hiç bulamayacağınız kesin. Ama bolca psikoloji var, insanlık var, vicdanî sorgulama var. Çerezlik bir film statüsünde idi benim için. Ama hissettirdiği duygular gerçekçiydi. Bir çocuğun gözünden ebeveyn algısını izledik. Bu benim için önemli bir konu idi. Ve sanırım, kutsallaştırmalara karşıyım ama biyolojik ve kültürel süreçleri de göz ardı edemeyeceğimden, anneliğin bu yönlerine vurgu yapıldığını da görüyorum filmde. Bu açılardan pek çok çıkarım söz konusu.
Sosyolojik açıdan düşününce, tüketim toplumunun herşeyi nasıl öğüttüğüne güzel bir vurgu vardı filmde. Yakalayacağınıza eminim.
Bilimkurgu kısmına gelirsek, filmdeki yapay zekalı savaş robotu fikri güzeldi. Ama alanda ilk değil elbette. Bu yüzden aradığınızı bulamayabilirsiniz diye düşünüyorum. Farklı olan kısım; kadın asker, savaş, içgüdüler ve bunların sevgi, vicdan ve bağlılık ile harmanlanmasıydı, diyebilirim.
Son olarak, başrol oyuncusunun film yayınlanmadan, beyin kanaması sebebiyle öldüğünü öğrenmiş olmak, beni üzdü. Filmin üzerine, vurucu etkisi olan bir bilgi oldu benim için, kesinlikle.
Bilimkurgu, aksiyon, macera gibi şeyleri çok fazla beklememeniz, bir dram filmi izlediğinizi düşünmeniz şartıyla, tavsiye ederim.
Dedektif filmlerini sevenler için, kesinlikle eğlenilecek bir film. İzlerken sizin de bir dedektif bakışına sahip olacağınıza eminim:) Yemek yerken 15-20 dk izleyeyip işime geri döneyim demiştim ama bitirmeden kalkamadım bile 😃 Not// film 2 saat kadar sürüyor 😃
İnsanın bam teline dokunan, ama çok da can yakmadan, hassasiyetle varlığını hissettiren bir anime. İyiliğin, güzelliğin, temizliğin kazanacağını iliklerimde hissettim izlerken. Çok sıcak bir atmosfer vardı her daim. Aşk, arkadaşlık, aile, kişisel gelişim; hepsinden biraz biraz vardı. 1960'ların Tokyo'sunu görmek…devamıİnsanın bam teline dokunan, ama çok da can yakmadan, hassasiyetle varlığını hissettiren bir anime. İyiliğin, güzelliğin, temizliğin kazanacağını iliklerimde hissettim izlerken.
Çok sıcak bir atmosfer vardı her daim.
Aşk, arkadaşlık, aile, kişisel gelişim; hepsinden biraz biraz vardı. 1960'ların Tokyo'sunu görmek ayrı bir histi bende.
Tavsiye ederim.
Spoiler içeriyor
Bazı filmler, hayallerinizin sinemaya yansıması gibi geliyor mu size de? Yüreğinin sesi isimli animede tam olarak böyle hissettim desem yeridir. Kitap okumayı çok seven bir çocuktum. Hatta, sosyal hayatım kitaplardan ibaretti diyebilirim. Filmin hikâyesi, çocukluk anılarımla birleşip yeni bir resim…devamıBazı filmler, hayallerinizin sinemaya yansıması gibi geliyor mu size de?
Yüreğinin sesi isimli animede tam olarak böyle hissettim desem yeridir.
Kitap okumayı çok seven bir çocuktum. Hatta, sosyal hayatım kitaplardan ibaretti diyebilirim. Filmin hikâyesi, çocukluk anılarımla birleşip yeni bir resim çizdi zihnimde. Hele şu kütüphane kartları... Onları hatırlamak bile heyecanlandırdı beni.
95 yapımı bir anime. O zamanlarda Tüm o teknolojiyi, gelişmişliği görmek, ilginç hissettiriyor. Animenin tarihini bilmeden izlese idim, yakın zamanlarda çekildiğini düşünürdüm muhtemelen.
Aile hayatları ayrıca hoşuma gitti. Annenin durumu, çocukların yaşantısı, aile birlikleri ve bir o kadarda özel hayatlara saygıları. Pek çok yere bir gönderme yapıldığını, belki bir örnek aile ilişkisi sergilendiğini düşünüyorum animede, o günlerin dünyasını düşünürsek. Bir gün ebeveyn olduğumuzda, sergilemek istediğimiz bir davranışı, 95 yapımı bir animede izlemek çok hoştu. Açıkçası gözlerimi dolduran sahne, anne, baba ve Shizuku'nun masada konuştukları o sahneydi. İzleyenler bilecektir :)))
Kedi imgesi, değerli taşlar, sembolik anlatımlar; her biri çok değerli idi benim için.
Elbette Seiji ve Shizuku'nun çatı sahnesi unutulmamalı.
Herşey herkeste aynı duyguları uyandırmaz, bilirim. Benim hissettiklerim, 28 yıllık duygu, düşünce ve tecrübe birikimimden, kabul. Yine de herkesin kendisine göre bir mesaj alacağını düşündüğüm bir anime. Bu sebepten, tavsiye ederim.
Uzun zamandır Hint sinemasına uzaktım, sanırım 2 yıl olacak. Bu süre içerisinde ne çok yeni film, yeni belgesel gelmiş öyle, nasıl yetişeceğim, bilemedim. Ama yine de biliyorum ki, ben gelenekselciyim arkadaşlar :) Tanıdığım, bildiğim oyunculardan geçemiyorum :) Yeni yıla bir…devamıUzun zamandır Hint sinemasına uzaktım, sanırım 2 yıl olacak. Bu süre içerisinde ne çok yeni film, yeni belgesel gelmiş öyle, nasıl yetişeceğim, bilemedim. Ama yine de biliyorum ki, ben gelenekselciyim arkadaşlar :) Tanıdığım, bildiğim oyunculardan geçemiyorum :)
Yeni yıla bir Hint filmi ile girelim dedik. Dilwale'ye denk geldik. Bizim için hafif, kafa dinlemelik, eğlenceli ve yer yer duygusal bir filmdi. İzlenesi bir film. Hint filmlerinin konuları çok can alıcı olmuyor mu ya :)
Filmde Shah Rukh Khan ve Kajol başrolde. İkisini de severim. İkisini birbirine çok yakıştırırım da... Bu iki oyuncuyu başrolde bir kaç farklı filmde daha izlemiştim. İlk Hint filmlerimden, My Name is Khan'da başroldelerdi. My Name is Khan ve New York'ta Beş Minare filmleri, benim zihnimde aynı kulvarda, nedense. İkisinden birini anımsadığımda, diğeri hemen zihnimde belirir. Yıllar oldu, tekrar izlesem mi acaba... :)
Yine iki oyuncunun başrol olduğu Kabhi Kuchi Kabhi Gham (Biraz Neşe Biraz Hüzün, 2001)'da favori Hint filmlerimden. Bu film için daha sonra ayrı bir başlık açacağım.
Dilwale'ye gelelim. Filmdeki mekanlara bayıldım. Filmi durdurup burası neresi ya diye baktım. Goa, Hindistan'ın kıyı şehirlerinden. 1500'lerde Portekizler tarafından ele geçirildikten sonra hızla Fransisken ve Cizvit misyonerlerin yerleşim yeri olmuş. Cizvit çalışmalarım sırasında Goa ismini duymuştum ama diğer onlarca şehirden biri idi benim için, araştırma gereği duymamıştım, hata etmişim. Şehir, rengarenk ve yemyeşil :) Ayrıca Avrupa havası da söz konusu. Diğer bölgelere göre de daha zenginmiş. Film de hem zengin, hem Avrupai, hem de rengarenkti :) Ev içi dizaynlarına bayıldım. Tabi eşim hemen "Fenerbahçe renkleri sonuçta" diyerek fanatikliğini ortaya koydu, hiç kaçırmaz böyle şeyleri :) Asıl meseleye gelelim, o arabalar. Neydiler onlar be öyle. Tarifi yok arkadaşlar, gözlerime araba şöleni yaptırdı film :)
Güzel bir aşk hikayesi, aksiyon, araba, manzara görmek isteyene tavsiyedir. İzlemeye değer.
Spoiler içeriyor
Az önce izledim, çerezlik bir film olsun diyerek açmıştım, öyleydi de. Kaos yürüyüşü (Chaos Walking), 2021 yapımı bir film. Patrick Ness'in The Knife of Never Letting Go (2014) adlı romanından uyarlama imiş. Kitabı okumadım. Film-kitap uyarlaması hakkında konuşmayacağım yani. Benim…devamıAz önce izledim, çerezlik bir film olsun diyerek açmıştım, öyleydi de. Kaos yürüyüşü (Chaos Walking), 2021 yapımı bir film. Patrick Ness'in The Knife of Never Letting Go (2014) adlı romanından uyarlama imiş. Kitabı okumadım. Film-kitap uyarlaması hakkında konuşmayacağım yani. Benim düşündüğüm şey bambaşka.
Filmde (spoiler sayılmaz), yaşadıkları gezegenin özelliği olarak, erkeklerin iç sesleri diğer kişiler tarafından duyulmakta; kadınların ise böyle özel bir durumları yok. Bu sebepten, kadınların sır saklayabilmeleri, saflarını belli etmemeleri, erkeklerin bu durumdan duydukları rahatsızlık ile ilgili bazı ifadeler geçiyor filmde.
Bu konu üzerinde biraz düşündüm de...
Kadın erkek ayrımı, binlerce yıldır süren bir savaş. Üstünlük veyahut kompleks. Bu benim değil, kadın çalışmaları anabilim dalının konusu veya sosyolojinin. Benim düşüncem daha çok "insanı insandan ayırmış olma meselesi". Kadın ve erkek diye ayırmak, yalnızca biyolojik açıklamalar ilgili olmalıydı. Zihinsel ve fiziksel süreç ile ilgili değil. Evet kabul ediyorum, biyolojik süreçler zihni ve fiziği etkiler, doğru. Ama demek istediğim tam olarak bu; mesele sadece biyolojik olmalıydı. Ne zaman zihne, bedene, hayata, hayale, var olup olmama hakkına geldi konu, ben kaçırmışım. Neyse, konu bu değil. Benim konum daha çok bilimsel/kurgusal ve felsefi bir bakış açısı. Cinslerden birinin tükendiğini varsaysak mesela, kadınlar veya erkeklerden biri yok olsa. Hayat nasıl olurdu? Bu konuda yarım yamalak hatırladığım bir bilimsel araştırmaya göre kadınların kendi kendine üremesi genetik olarak mümkünmüş, ama yenidoğanların hepsi XX genine sahip olacak, yani kadın. Peki ya erkekler? Onların durumu ne olurdu? Ya da cinsiyet ayrımı olmasaydı, herkes herşey olsaydı mesela. Ursula K. Le Guin'de bu konu üzerine düşünmüş, gerçekten takdire şayan bir hayal gücü. Karanlığın Sol Eli, kitabın adı. Cinsiyeti uykuda olan insanlar aylık döngüler içerisinde kısa bir süre için kadına veya erkeğe dönüşüyor. Yani bir insan, bazen bir çocuğu doğuran annesi iken, bazen babası oluyor. Bu kitabı bitirdikten sonra günlerce, cinsiyetsiz bir toplumda yaşamak nasıl olurdu diye düşündüm. Çocukken ve gençken her zaman, cinsiyet ayrımının kafamızın içinden dışarıya aktığını düşünürdüm. Evet, kesinlikle öyle. Ve o kadar çok taşmış ki kültürle eklemlenmiş; ayrılmaları imkansıza evrilmiş. En hümanist olduğunu savunan kişide bile cinsiyet ayrımı izlerini gördüğüme yemin edebilirim. Bu cümleleri yazan benim bile zihnim cinsiyetçi ifadeler ile dolu. Oysa ki bilgi boyutunda "Üstünlük yalnız takvadadır" diyen Muhammed Peygamber'in sözünü kazımıştım kafama. Önce insan olduğumuzu savunup durmuştum. Daha bir hafta önce, pozitif ayrımcılık da bir ayrımcılıktır'ı savunmuştum; çünkü o gün, hasta olduğu her haliyle belli olan erkek çalışana gösterilmeyen hoşgörünün, hasta olduğunu iddia eden kadın çalışana gösterilmesi üzmüştü beni. Evet, biyolojik farklılıklar veya durumlar dikkate alınmalı, ama kadında alındığı kadar erkekte de alınmalı. Hatta ve hatta biyolojik farklılıklar ve durumlar, insanda dikkate alınmalı, cinsiyetlere özel bakılmamalı duruma. Üstünlük de böyle. Üstünlük diye bir şey olmazsa, kompleks de olmaz, değil mi? Kültürler kompleksleri yaratmasa, üstünlük yaşayamaz, değil mi? Kadın erkek yerine insan-insanlık dışı gibi ayrımlar yapılmalı belki. Evrensel ahlaka vurgu, insanlığı kurtarabilir, bir umut. Gerçi, evrensel ahlakı da tartışmak gerek ama şimdi değil :)
Film güzeldi, çerezlikti, ama güzeldi. Bir kaç gün oyalar zihnimi :) Tavsiye ederim.
Diziyi eşim duymuş ilk, "izleyelim mi?" dedi. Ondan teklif gelince balıklama dalarım da ben :) Diziyi ilk açtığımızda ne izleyeceğimizi, konuyu, kaynağını hiç bilmiyordum (Bu aralar çok sık yaptığım şeylerden). Çocukken Adams Ailesi isimli çizgi filmi görmüştüm, duymuştum; hatırlıyorum hayal…devamıDiziyi eşim duymuş ilk, "izleyelim mi?" dedi. Ondan teklif gelince balıklama dalarım da ben :)
Diziyi ilk açtığımızda ne izleyeceğimizi, konuyu, kaynağını hiç bilmiyordum (Bu aralar çok sık yaptığım şeylerden).
Çocukken Adams Ailesi isimli çizgi filmi görmüştüm, duymuştum; hatırlıyorum hayal meyal (Galiba Cartoon Network'ten). 'Şey'i de sanırım oradan tanıyorum ya da başka yerden, bilemedim şimdi. İzlerken okulu görünce Hogwarts'ı anımsadım, ama daha çok Ölü Gelin'i. Neyse, sonuç olarak Tim Burton eseri imiş, Ölü Gelin animasyonu gibi. Ölü Gelin'i severim. Tim Burton'ı da. Buraya benden bir artı :)
Gotik tarzı (belki de gotik sanat demeliyim, doğru terimi tam olarak bilmiyorum), nereden duyduğumu hatırlamadığım bir zamanlardan beri biliyorum. Gotik, Barok, Rokoko mimarisi. Sanırım ilkokul ve ortaokulda okuduğum ansiklopedilerden. Oradan yola çıkıp Gotik tarz giyim, düşünce tarzları vs. hakkında bir şeyler okumuş öğrenmişim besbelli. Yakın zamanlar belki ama Model Grubu'nun Pembe Mezarlık (2011 çıkışlı imiş) şarkısını da çok severdim :) Her neyse, buraya benden bir artı daha :)
En büyük artım ise başrolde kadın kahraman olması. İtiraf edeyim, kadın erkek ayrımını, kadına pozitif ayrımcılık yaparak kendi kendimize yaptığımızı düşünüyorum. Kadın kahramana dikkat çekmemin bile kafamızdaki kadın erkek ayrımına işaret olduğunu... Ama bu tartışılır bir mesele. Üç beş cümle ile burada düşüncelerimi ve tercihlerimi ifade edebilmem veya başkasını anlamam mümkün değil. Yeri ve zamanı da değil açıkçası. Kısaca, kahramanın Wednesday olması, kendinden bu kadar emin bir genç kızı izliyor olmak, içimdeki küçük kızı canlandırdı diyebilirim. Çocuklarıma izletmek istediğim diziler listesine girdi böylece.
Ek olarak, Wednesday çok yetenekli bir genç. Gıpta ettiğimi söylemek isterim. Babası ile arasında geçen konuşma sahnesi sonrasında düşündüğüm tek şey "yetenekli ve başarılı çocuklar, destekleyici aileler ile mümkün."
Karanlık temalı fantastik öğelerden hoşlananlar için güzel bir dizi olacaktır. Dizi içerisinde de güzel bir müzik şöleni sizi bekliyor. Pişman olmazsınız:)
İyi seyirler dilerim.