John Fitzgerald Kennedy...
Amerika Birleşik Devletleri'nin 35. Başkanı. Ölümü suikast mi? Yoksa bir hükûmet darbesi mi?
{•••} {•••} >••< {•••} {•••}
(Uzun gönderi okumaya üşenenler için)
Film, John F. Kennedy ölümü sonrası örtbas edilen gerçekleri ortaya çıkarmayı amaçlayan New Orleans…devamıJohn Fitzgerald Kennedy...
Amerika Birleşik Devletleri'nin 35. Başkanı. Ölümü suikast mi? Yoksa bir hükûmet darbesi mi?
{•••} {•••} >••< {•••} {•••}
(Uzun gönderi okumaya üşenenler için)
Film, John F. Kennedy ölümü sonrası örtbas edilen gerçekleri ortaya çıkarmayı amaçlayan New Orleans Bölge Savcısı Jim Garrison ve ekibini anlatıyor. Kennedy'nin ölümünün altında yatan sebepleri ve bunun sonuçlarını ele alıyor. Amerikan hükûmetinin böyle büyük bir olayı bile kılıfına uydurmuş olmasına inanamıyorum.
(Devamı üşenmeyenler için)
Mükemmel bir film bu, hatta belgesel, hatta aydınlanma çağı, hatta rönesans ve hatta reform...
Oliver Stone "bir şey söylemek istiyorum" demiş ve gerçekten bir şeyler söylemiş. Stone'un keskin üslûbu harikalar yaratmış filmde. Montajlar ne öyle ya? (Zaten en iyi sinematografi ve kurgu Oscar'ını almış.)
Bay X'in yani "esrarengiz adam"ın Washington'ın bir parkında Jim Garrison'a anlattıkları filmdeki en iyi sahnelerden biri.
Aynı şekilde filmdeki mahkeme sahnesinde Jim Garrison'ın savunması bir manifesto niteliğindeydi. Savunma metni öyle etkileyici, öyle dopdolu ki..
O mahkeme sahnesinde Jim Garrison (Kevin Costner) sesi titreyerek savunma yaparken benim de gözlerim doldu. (Hayır, bana ne oluyorsa..)
Gece gökyüzüne bakarken sayacağınız yıldız sayısından daha çok yıldız var bu filmde.
Kevin Costner, Kevin Bacon, Tommy Lee Jones, Laurie Metcalf, Gary Oldman, Michael Rooker, Jay O. Sanders, Sissy Spacek gibi... (Kevin Bacon'ı görünce 'oy oy yavrum sen büyüdünde güzel güzel filmlerde mi oynadın kurban olsun Ela teyzen sana' diyesim geliyor.. Onun oynadığı ilk film, benim onun oyunculuğunu gördüğüm ilk film olmasından kaynaklanıyor sanırım.)
Herkes tarafından tartışılan bu ölümün yanında, Amerika Birleşik Devletleri için savaşmanın gerçek anlamının (para, para, para...) çok güzel ortaya döküldüğü bir film.
Zirâ filmde Kennedy'nin ortadan kaldırılmasının yani öldürülmesinin sebebi olarak Kennedy'nin savaş karşıtı kararları gösterilmektedir ki bu da silah sanayisinden gelecek milyarlarca doların önüne kocaman bir kaya koymaktır. Bu yüzden Kennedy'nin ölümü bir cinayetten çok CIA'in yaptığı bir darbedir.
Onun yerine geçen başkan yardımcısı Lyndon Johnson, Kennedy'nin imzalamadığı bütün kararları takır takır imzalamış bu sayede Vietnam Savaşı başlamış ve Amerika'nın menfaatleri yine korunmuş (?) olur.
Filmdeki ilginç bir detay da halk arasında savaş istemiyor diye Kennedy'den nefret eden manyak Amerikalılardan birisi "Beyaz Saray'da bu İrlandalı, yumuşak komünist dostu yerine bir Texaslı olması gerek." diyordu. Amerika'yı Vietnam Savaşına sokan, Kennedy'nin öldüğü gün yerine geçen başkan yardımcısı Lyndon Johnson nereli dersiniz?..
(Aşağıdaki paragraf filmden bir sahnedir. Jim Garrison'ın mahkeme günü yaptığı konuşmanın bir kısmıdır. Okumak sizlere kalmış...)
"Kimsesizler mezarlığına gömülmüş Lee Harwey Oswald için kim üzülür ki?
Kimse.
Oswald hakkında yanlış beyanlar ve basına sızan bilgiler dünyaya yayılır. Resmi efsane yaratılmıştır. Basın da bunu devam ettirir. Resmi yalanların yaldızı ve JFK'in cenazesinin destansı ihtişamı hepimizin gözlerini bağlar ve akıllarımızı karıştırır. Hitler şöyle demişti "Yalan ne kadar büyük olursa, insanlar da o kadar kolay inanır."
İlgi çekmek isteyen ve başkanı öldürerek muradına eren Lee H. Oswald, bu deli ve yalnız adam uzun bir kurbanlar zincirinin ilk halkasıydı.
Bunun ardından Bobby Kennedy, Martin Luther King gibi değişime ve barışa bağlılıkları yüzünden savaş tutkunlarının cephe aldığı insanlar da peş peşe yine böyle yalnız ve deli adamlar tarafından öldürülecekti.
Cinayeti, bir delinin anlamsız eylemi gibi göstererek her suçtan sıyrılan kişiler.
Hepimiz ülkemizin Hamlet'leri olduk. Katledilen önderimizin, babamızın çocuklarıyız. Onun katilleri ise tahtı ele geçirmiş. John F. Kennedy'nin hayaleti, bizi Amerikan rüyasının ortasındaki gizli cinayetle yüzleşmeye davet ediyor. Dehşet verici soruları bize dayatıyor:
Anayasamızın ilkeleri nedir?
Hayatlarımızın değeri nedir?
Adalet kılını bile kıpırdatmazken bir başkanın şüpheli bir şekilde bir cinayete kurban gidebildiği bir demokrasinin geleceği nedir?
Kalp krizi, intihar, kanser, uyuşturucu koması kisvesi altında daha kaç siyasi cinayet işlenecek?
İç yüzleri ortaya çıkmadan daha kaç uçak ve araba kazası olacak? (Uğur Mumcu..)
"Hıyanetten gelmez hayır." demiş bir İngiliz şair. "Nedeni var elbet. Çünkü gelirse hayır, hiç adı olur mu hıyanet?"
Amerikan halkı daha Zapruder filmini görmedi. Amerikan halkı daha hakiki röntgenleri ve otopsi fotoğraflarını görmedi. Neden?
Yüzlerce belge bu komployu kanıtlamaya yardımcı olabilir. Neden bunlar hükûmet tarafından saklanıyor ya da yakılıyor? Benim bürom ya da siz sıradan insanlar bu soruları sorup kanıt istediğimizde yukarıdan gelen cevap hep aynı:
Ulusal güvenlik.
Önderlerimizden yoksun bırakılıyorsak bu nasıl bir ulusal güvenliktir? Sorarım size, nasıl bir ulusal güvenlik halkın temel gücünü elinden alıp Amerika'da bir devlet içinde devletin üstünlüğünü tanır? Ulusal güvenlikten anlaşılan buysa gerçekte ne olduğu her haliyle ayan beyan ortada. Adını koyabilirsiniz: Faşizm!
İddia ediyorum ki, 22 Kasım 1963'te olanlar bir hükûmet darbesiydi. Doğurduğu en dolaysız ve trajik sonuç da Kennedy'nin Vietnam'dan çekilme kararının tersine döndürülmesi olmuştur.
Savaş, Amerika'daki en kârlı iştir. Yılda 80 milyar dolar getirir. Başkan Kennedy, devletimizin üst düzeyinde planlanan Pentagon ve CIA'in gizli operasyon merkezlerindeki fanatik ve disiplinli soğuk savaş uzmanlarınca uygulanan büyük bir komploya kurban gitmiştir. Burada bulunan Clay Shaw da komplocular arasındadır. Bu ortalık yerde uygulanan bir infazdı ve Dallas Polisindeki, Gizli Servisteki, FBI'daki ve Beyaz Saray'daki benzer kafada insanlar tarafından örtbas edildi. Bu iş, olaydan sonra suç ortağı haline gelen J. Edgar Hoover'ı ve Lyndon Johnson'ı da kapsıyor. Suikast Başkan Johnson'ı geçici bir memur düzeyine indirgedi. Başkanın görevi mümkün olduğu kadar sık ulusun barış arzusundan söz etmekti. Oysa kendisi askeriyenin ve anlaşmalı şirketlerinin kongredeki ticari temsilcisi gibi davrandı.
Kimileri deli olduğumu söylüyor. "Gözü yüksekte olan Güneyli bir küstah" diyorlar. Paranoyak olup olmadığımı öğrenmenin basit bir yolu var. Suikastin en fazla yararını gören iki adamdan, eski başkan Johnson'dan ve yeni başkanınız Nixon'dan Lee Oswald ve Jack Ruby'yle ilgili 51 CIA belgesini göstermelerini isteyin. Fotokopisini alırken yok olan, Oswald'ın Rusya'daki etkinlikleriyle ilgili gizli CIA muhtırasını sorun. Bu belgeler size aittir. Halkın malıdır. Parasını sizler ödüyorsunuz. Ama devlet, sizi bu gerçekle yüzleşirse aşırı tepki gösterecek çocuklar olarak gördüğünden ya da belki de bu işe karışanları linç edeceğinizden bu belgeleri 75 yıl daha göremezsiniz.
Şu sırada 40 küsür yaşındayım. Yani o zaman sıyırmış olacağım yaşamak kaygısından. Ama 8 yaşındaki oğluma kendine iyi bakmasını söylüyorum ki 2038 yılında güzel bir eylül sabahı Ulusal Arşive gidip CIA ve FBI'nın bildiklerini öğrenebilsin.
Tarihi yine ileri atabilirler. Bu bir kuşak meselesi haline gelebilir. Babadan oğula geçen sorular. Ama günün birinde, bir yerlerde, birileri gerçeği öğrenebilir. Öğrensek iyi olur. Yoksa Bağımsızlık Bildirgesinde dendiği gibi eskisi işe yaramaz hale gelince kendimize yeni bir devlet kursak daha iyi. Şöyle biraz daha batıda.
Bir Amerikan natüralisti şöyle yazmış, "Bir vatansever, devletine karşı ülkesini savunmaya daima hazırlıklı olmalıdır."
Bugün sizin yerinizde olmak istemezdim. Düşüneceğiniz çok şey var. Halkın görmediği delilleri gördünüz. Eğer çocukluk günlerimize dönersek sanırım o zamanlar bu salondaki çoğumuz adaletin otomatik olarak geldiğini sanırdık. İyilik yaparsan iyilik bulacağını, iyinin kötüyü yeneceğini. Ama yaşlandıkça anlıyoruz ki, bunlar doğru değil. Tek tek bireyler adaleti uygulamak zorunda ve bu hiç de kolay değil. Çünkü gerçekler, iktidar için bir tehlike oluşturuyor. Ve insan, kendi hayatı pahasına iktidarla savaşmak zorunda kalıyor. S. M. Holland, Lee Bowers, Jean Hill, Willie O'Keefe gibi insanlar bu riski göze alarak tanıklık etmeyi kabul ettiler.
Şu elimdeki zarflarda ülkenin her yerinden gelen 8.000 dolar var. Ev kadınlarının, muslukçuların, araba satıcılarının, öğretmenlerin, harp malullerinin yolladığı bozuk paralar. Bunlar para gönderecek durumda olmayan ama gönderen insanlar. Taksi şoförlüğü yapan, hastanelerde çalışan, çocuklarını Vietnam'a uğurlayan insanlar.
Neden?
Çünkü önemsiyorlar. Çünkü gerçeği öğrenmek istiyorlar. Çünkü ülkelerini geri istiyorlar. Çünkü ülkemiz hâlâ bize ait, halkın inandığı şeyler uğruna mücadele edecek cesareti olduğu sürece. Gerçek, sahip olduğumuz en önemli değerdir. Çünkü hayatımızdan çıkarsa, devlet gerçeği örtbas ederse, bu insanlara saygı duyamazsak, o zaman burası doğduğum ve ölmek istediğim ülke değil demektir.
Tennyson şöyle yazmış: "İktidar ölen bir krala sırtını döner."
Kennedy için bundan daha doğru bir şey söylenemez. Onun öldürülmesi muhtemelen bu ülkenin tarihindeki en korkunç anlardan biriydi.
Biz yani halk, Clay Shaw hakkında hüküm vermek üzere burada bulunan jüri, devlet iktidarına karşı insanlığın umudunu temsil ediyoruz. Bu iskambil kulesinde ilk mahkumiyet kararını Clay Shaw'a karşı vererek görevinizi yerine getirirken ülkeniz sizin için ne yapabilir diye değil, siz ülkeniz için ne yapabilirsiniz diye sorun.
Ölen kralınızı aklınızdan çıkarmayın. Dünyaya gösterin...bu hâlâ "halkın, halk için halk tarafından yönetildiği" bir devlettir. Yaşadığınız sürece bundan daha önemli bir şey olmayacak.
Her şey size bağlı."
Bu sahneyi hiç üşenmeden yazdım. Herkesin okuması gereken bir konuşma. Filmde bu sahneyi izlerken o kadar farklı duygular hissettim ki.. Bir yandan müziklerin ve konuşmanın etkisiyle geriliyorum, diğer yandan Kevin abinin titreyen sesi ve damlayan göz yaşlarına dayanamayıp ağlıyorum.
Ha bu arada Kennedy'nin ölümü hakkındaki belgelerin tamamı 2029 yılında kamuoyuna sunulacak. Sanırım o işe karışanların tamamının ölmesini bekliyorlar..
"-Jim, hayatını nasıl sürdürüyorsun?
+Çalıyorum."
Bu film Esaretin Bedeli, Alcatraz'dan Kaçış ve türdeşlerinin atasıdır. Müthiş derecede kaliteli bir filmdir. Su altı sahnesi gibi döneminde pek rastlanılmayan sahneleri bulunur.
Filmi izlerken 1932 yapımı bir siyah beyaz film izliyor gibi değil, günümüzde…devamı"-Jim, hayatını nasıl sürdürüyorsun?
+Çalıyorum."
Bu film Esaretin Bedeli, Alcatraz'dan Kaçış ve türdeşlerinin atasıdır. Müthiş derecede kaliteli bir filmdir. Su altı sahnesi gibi döneminde pek rastlanılmayan sahneleri bulunur.
Filmi izlerken 1932 yapımı bir siyah beyaz film izliyor gibi değil, günümüzde çekilmiş bir film izliyor hissiyatına kapılırsınız. Gerek konunun her daim taze olması, gerekse Paul Muni abimizin muhteşem oyunculuğu bu hissiyatı sağlar sizlere.
(Paul Muni abimizin muhteşem oyunculuğu demişken bu adam bu filmdeki oyunculuğu dahil tam 6 kere Oscar'a aday gösterilmiş ama yalnızca 1 tanesini kazanabilmiş. Bu kadar başarılı olup sana sadece 1 Oscar verenler utansın be. Şahane bir oyuncusun.)
Masum bir insanın nasıl suçlu olup hayatının kararabileceğini anlatır, Mervyn LeRoy.
Filmde James Allen'ın haksız yere aldığı cezasını, prangayla diğer mahkumlara bağlı ve ağır işler yaparak çekmek zorunda kalışını izleriz.
James Allen abimiz yanlış zamanda, yanlış kişiyle, yanlış mekana gelmiş ve silah zoruyla hırsızlık yapmış (5 dolar) ve parayı eline aldığı ilk an polisler tarafindan yakalanmıştır. 5 doları silah zoruyla çalmış ve 10 yıl hapse mahkum edilmiştir. Vay be, 5 dolar için 10 yıl hapis cezası...
Mervyn LeRoy ceza, hapis, suç, otorite gibi kavramları filmde epey sorgulamış, Amerikan sinamasında o dönemlerde cesaret edilemeyecek seviyede sert bir düzen eleştirisi yapmıştır. Filmde yapılan bu düzen eleştirisinden epeyce etkilenen Amerikan halkı Amerika Birleşik Devletleri'nin hukuk sistemini sorgulamaya ve değiştirmek için harekete geçmeye başlamış. Bu film sayesinde ülke çapında kötü yaşam şartlarına sahip olan bir çok pranga mahkumu bu düzene itiraz edebilmiş ve serbest bırakılmışlar.
Filmde yaşanan olaylar Robert Elliot Burns isimli bir mahkumun gerçek hayat hikayesi. Kendisi hapishaneden firar ediyor, ardından bir dergide editörlük görevine kadar yükselip pranga hapishanelerinde yaşanan vahşet hakkında makaleler yayınlıyor.
Filmde hapishane müdürünün ismi Robert'ın kaldığı hapishane müdürünün ismiyle aynı. Film Amerika'da büyük olay yaratınca müdür, insanların kendisine "acımasız, vahşi ve yanlış saldırılar" düzenlediğini belirterek Warner Bros'a 1 milyon dolarlık dava açıyor.
Adalet mekanizmasının, kanun kitaplarındaki rutinlerin saçmalığını yüzümüze vurur bu film. Hapishane şartlarının, suç işlemiş insanları ıslahtan ziyade eziyet etmek amaçlı kurulmuş mekanlar olduğunu bağırır suratımıza. James Allen gibi savaş gazisi, idealleri uğruna bütün ülkeyi aç biilaç dolaşan ve sonunda saçma sapan, fakat herkesin başına gelme ihtimali bulunan bir olay yüzünden hapse giren, kaçtıktan sonra ismini değiştirip ideallerini bir bir gerçekleştirip toplum için faydalı köprüler vs inşa eden, kısacası hapishanede değil, hapishaneden kaçtıktan sonra kendi kendine ıslah olmuş bir adamı bile sırf intikam alma mentalitesi ile yaklaşıp yalan vaatlerle tekrar mahkum eden adalet bürokrasisinin adiliğini gösterir bizlere.
(Burada azıcık spoiler olabilir)
Klasik bir hapishaneden kaçış filminde masum başrol 1 kere hapishaneden firar eder ve çok uzaklara gidip özgür bir yaşam sürer. Maalesef bu filmde yaşanan olaylar çok daha farklı...
James Allen abimiz binbir zorlukla ilk firarını yapıyor ve bu firarın ardından adını Allen James yaparak ordudayken hayalini kurduğu mühendislik işine atılıyor. Eyaletin en önde gelen mühendislerinden biri olmayı başarıyor. Ama James'i polise ihbar etmekle tehtit eden kahpe Marie ile olan zoraki evliliğinden pek mutlu olmadığı ve yeni tanıştığı bir kadına aşık olduğu için Marie'den boşanmak istiyor. Peki kahpe Marie ne yapıyor?? Doğruca polise gidip ihbar ediyor James'i...
Kahpe Marie yüzünden James tekrardan pranga hapishanesine dönüyor. Sonra, "ben istersem bir daha kaçarım siz kimsiniz ulan" diyip ikinci firarını yapıyor.
Raf'ta şu an 3 kişi izlemiş, 4 kişi izleyecek. Ama bu sayıların artması lazım. Film o kadar kaliteli ki yalnızca 3 kişinin izlemiş olmasını kabullenemiyorum. İzleyin, izleyin, izleyin.
Ahlaki olarak doğru yerde tavır alan filmimiz, izleyicinin bildiği kavramlar üzerinde tekrar düşünmesine sebep olacak, kendimizi sorgulayacağımız güçlü bir başyapıt.
1. Dünya Savaşı gazisi James Allen'ın hayatının altüst olmasını, uydurma bir suç yüzünden prangaya vurulmasını, güney eyaletlerinin birinde ağır işçiliğe mahkum edilmesini izleriz.
Filmimiz, merhametsiz bir suçluya dönüşen masum bir adamın canlı bir portresini sunar seyircilerine.
Amerika'nın çarpık adalet sistemine yaptığı sert eleştirileriyle, muhteşem kaçış sahneleriyle ve yine muhteşem finaliyle unutulmaz bir filmdir.
Mutlaka izleyin..
Ne desem bilemiyorum. Son saniyelerdeki o koşma sesiyle mest oldum. Filmin finali çok iyiydi. İzleyicileri toz pembe dünyalarından çıkarıp hayatın gerçekleriyle yüzleştiriyordu. Beğendim, çok beğendim.
"Nel mezzo del cammin di nostra vita
mi ritrovai per una selva oscura."
••• ••• •••
(Hayat yolumuzun yarısında, kendimi karanlık bir ormanda buldum.)
Her şey bu cümle ile başladı. Bu film, film ile aynı adı taşıyan bilgisayar oyunu (Dante's…devamı"Nel mezzo del cammin di nostra vita
mi ritrovai per una selva oscura."
••• ••• •••
(Hayat yolumuzun yarısında, kendimi karanlık bir ormanda buldum.)
Her şey bu cümle ile başladı. Bu film, film ile aynı adı taşıyan bilgisayar oyunu (Dante's Inferno) ve La Divina Commedia.. Bu cümle ile başladılar.
Öncelikle filmin konusunu anlatarak başlamak istiyorum.
Filmde ana karakterimiz olan Dante, haçlı seferlerinden dönüyor ve konaklarında çalışan hizmetlileri, babasını ve aşık olduğunu kadını -Beatrice'i- ölü buluyor. Beatrice tam cennete doğru yükselirken Lucifer geliyor ve Beatrice'i cehenneme götürüyor. Dante ise sevdiceğini kurtarmak için cehennemin kapısından geçerek yolculuğuna başlıyor.
Aslında bu film, Dante's Inferno için tanıtım niteliğinde bir kaç dakikalık bir animasyon olacakmış. Ama bakmışlar gerçekten güzel oluyor, oyunu temel alan bir film çekelim demişler.
Oyunu inceledim ve açıkçası beğenmedim. Belki The Walking Dead şeklinde beklentilerim olmasından dolayı olabilir. Karakterin oyuncuya çok uzak olmasını sevmiyorum. Cinematic trailerını izleyip 'vay bee' nidalarında bulunmuştum..
Oyunu bu dönemin imkanları ile tekrar hazırlasalar efsane bir şey çıkabilirdi. Ellerinde İlahi Komedya var kardeşim, bundan daha iyi bir konuyu nerede bulacaklar?
Filmde cehennemin 9 katı arasındaki bağlantılar unutulmuş gibiydi. Her biri diğerine saçma bir şekilde bağlandı. Açıkçası, ne oldu ne bitti durumu yaşadım. 1 buçuk saatlik filmde 9 kat çok hızlı geçildi. Dante sen sadece bir insansın. Koskoca şeytanları nasıl kolayca öldürüyorsun? Sırrını ver, bizde faydalanalım.
Cehennemin 9 katı demişken bu 9 kattan bahsedeyim.
1. KAT: Limbo (Belirsizlik)
Bu katta bulunanlar iyi putperest ve dinsizler, kilise tarafından vaftiz edilemeden ölen bebekler. Bu katta ne ceza vardır ne de ödül.
••• ••• •••
2. KAT: Lust (Şehvet)
Şehvet düşkünü insanların bulunduğu yerdir.
••• ••• •••
3. KAT: Gluttony (Oburluk)
Bu kattaki kişiler karınları doymasına rağmen daha fazlasını yiyen oburlardır. Dante'nin cehenneminin gerçek olma ihtimali varsa Amerika'nın büyük bir çoğunluğu 3. katta bulunur diye tahmin ediyorum.
••• ••• •••
4. KAT: Greed (Açgözlülük)
"Altınla gümüşü tanrı yaptınız kendinize; puta tapardan farkınız, bir yerine yüz puta tapmanız."
Burada bulunan insanlar paraya her şeyden daha çok değer veren, cimri ve açgözlü insanlardır. Filmde bu kat tamamen altından yapılmıştır ve insanlar kaynamış altınlara atılıp acı çekerler.
••• ••• •••
5. KAT: Anger (Öfke)
Bu katın havası bile öfke kokar... hayatları boyunca öfkeli olup insanlara acı çektiren soysuzlar burada yer alır.
••• ••• •••
6. KAT: Heresy (Sapkınlık)
Bu katta Aristo, Platon gibi filozoflar bulunur. Buradakilerin genel özellikleri dince kabul görmüş düşüncelere karşı aykırı düşüncelere sahip olmalarıdır.
••• ••• •••
7. KAT: Violence (Şiddet)
Bu kattakiler savaşlarda insanların canına kıymış kişilerdir. Burada Atilla'ya, İskender'e rastlamak mümkündür. Dante Alighieri'nin cehenneminde kutsal savaş diye bir şey yoktur. Tanrı'nın, öldürdükleri canları affedeceğini sanmak aptallıktır. Tanrı bunu affetmez ve cehennemin 7. katında bulurlar kendilerini.
••• ••• •••
8. KAT: Fraud (Hilekârlık)
Bu katta hile yapıp insanları kandıranlar bulunur. Okeyde taş çalmışsanız yeriniz buradır.
••• ••• •••
9. KAT: Treachery (İhanet)
"Düştüm ama ateşe değil...uçsuz bucaksız,donmuş bir toprağa. Cehennemin tam ortasına. Tanrı'nın kutsal ışığından...tüm alemdeki en uzak yere. İhanet, cehennemin dokuzuncu çemberi."
Burası dokuzuncu kat... Bu katta hainler, ihanet edenler vardır.
Lucifer, ihanet katında bulunur. Tanrı'ya ihanet etmiş, insanlara kulluk etmeyeceğini söylemiştir.
İlk sekiz katın ateşle sarılı olup, dokuzuncu kata dondurucu soğuğun hakim olması çok hoştu.
Filmi dikkatle izlerseniz göreceksiniz ki geçtiği her katta Dante'nin hem kendisinin, hem zırhının, hem de silahının görüntüsü değişiyor. Bu fiziksel değişimle beraber her katta hatırladığı anılar da değişime uğruyor. Ama ben bu değişimin çok iyi yansıtıldığını düşünmüyorum. Oyuna bağlı kalmak yerine İlahi Komedya'ya bağlı kalsalar daha da güzel olabilirdi.
"L: Ne demiştim? En saf ruhlar bile bozulabilir. Dante, tanıdığın kişi değil.
B: Bunu ona sen yaptın. Kalbini bozdun.
L: Binlerce yıldır insanları etkilemeye ihtiyacım yok. Ben sadece günahı yarattım. Onu bir hastalık gibi yayan, besleyen ve güçlendiren insanoğlu."
Bu sahneden fazlasıyla etkilendim. Her şeyde şeytanı suçluyoruz. Ama o sadece günah tohumlarını attı, insanlığın tarlasına. O tarlayı sulayan, tohumlar büyüsün ve çoğalsın diye elinden geleni yapanlar bizler değil miyiz? Suçlanması gereken şeytan mı, yoksa biz miyiz?
Filminden ve oyunundan çokça bahsetmişken Ilahi Komedya'dan da bahsetmek istiyorum.
İlahi Komedya 3 kısımdan oluşur. Bu kısımlar şu şekilde:
Inferno (Cehennem)
Purgatorio (Araf)
Paradiso (Cennet)
Biz filmde sadece cehennem kısmını izliyoruz.
İlahi Komedya'nın, "Hayat yolumuzun yarısında, kendimi karanlık bir ormanda buldum." sözleriyle başladığını en başta belirtmiştim. 1300 yılında düşsel yolculuğuna başlayan Dante, 1265 yılında doğmuştur, yani 35 yaşındadır.
Cahit Sıtkı'nın "Otuz Beş Yaş" şiirinde de geçer, Dante.
"Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün."
Dante nereden esinlendi? Neden otuz beş yaş için 'ömrün yarısı' dedi?
Onun esin kaynağı ise Zebur.
Zebur'daki ilgili bölüm şu:
"Ömrümüz yetmiş yıl sürüyor,
Bilemedin seksen, o da sağlıklıysak;
En güzel yıllar da zahmetle, kederle geçiyor,
Çabucak bitiyor, uçup gidiyoruz."
(Zebur 90:10)
Normalde Dante kitabına Commedia (komedya) ismini vermiş. Kendisi öldükten sonra, 1360 yılında Giovanni Boccaccio tarafından başına La Divina (ilahi) kelimesi eklenmiş böylece kitap İlahi Komedya adını almış.
Kitapta Dante'nin yolculuğu 7 Nisan 1300 yılında başlıyor, 14 Nisan 1300 de ise sona eriyor. Bende 7 Nisan 2021 tarihinde Dante'nin yolculuğuna eşlik edeceğim. Ama bu yolculukta yalnız olmamak adına @kemalim_yapmaz'ı da yanımda sürükleyeceğim.
Altın Kitaplar çok güzel bir baskıyla çıkarmış ama Oğlak Yayınları'nın Rekin Tekinsoy gibi bir çevirmeni var...
Rekin Tekinsoy, İlahi Komedya'ya verdiği insanüstü emeklerinden dolayı İtalyan Senatosu Çeviri Ödülü'ne layık görülmüş. Biz de Oğlak Yayınları'nın baskısını alacağız. Çok umutluyum.
Kitabı okunmalı, filmi izlenmeli ama oyunu.. bence oynanmamalı.
Sakın ola Dante'nin cehennemine girecek şeyler yapmayın.
"Ölü canlar diyarına ölmeden gelen bu adam da kim?"
Bugün ayın 13'ü...Günlerden cuma.
"13. Cuma" çağımızın sinemadaki en büyük kötü adamlarından birine hayat verdi.
Evlerinizin kapılarını kilitleyin, çadırlarınızın fermuarlarını çekin ve aracınızın gerçekten çalıştığından emin olun. Çünkü bugün o her yerde olabilir... Kimden mi bahsediyorum? Jason'dan...Jason Voorhees'ten.
13. Cuma…devamıBugün ayın 13'ü...Günlerden cuma.
"13. Cuma" çağımızın sinemadaki en büyük kötü adamlarından birine hayat verdi.
Evlerinizin kapılarını kilitleyin, çadırlarınızın fermuarlarını çekin ve aracınızın gerçekten çalıştığından emin olun. Çünkü bugün o her yerde olabilir... Kimden mi bahsediyorum? Jason'dan...Jason Voorhees'ten.
13. Cuma filmlerinin genelinin konusu şöyledir:
Ortalama 8 kişiden oluşan kanı kaynamış ergenler Crystal Lake'e, Jason'ın kutsal mekanına gelir. Jason ise rahatsız edilmekten asla hoşlanmaz bu nedenle 1 kişi hariç (nadiren 2 kişi) herkesi oldukça yaratıcı yöntemlerle katleder. Seride sevişen çiftler, tek başlarına gezenler ve erkekler ölür. En kanlı ölümler genellikle sevişen çiftlerin başına gelir. Jason sevişen çiftlerden nefret eder. Bunun nedeni, Jason'ın çocukken gölde boğulduğu sıralarda kamp görevlilerinin içeride sevişip Jason'ın yardım çığlıklarını duymamalarıdır.
Jason tam bir namus bekçisidir. Filmin herhangi bir sahnesinde memelerinizi mi gösterdiniz? Ölürsünüz. Seviştiniz mi? Yine ölürsünüz. Çıplak kadın dergilerine mi baktınız? Maalesef ölürsünüz.
Seri boyunca yaşayacak kişileri de tahmin etmek hiç zor değildir. Her filmde mutlaka 1 kadın karakter Jason'dan kurtulmayı başarır. Bu kadın karakterlerimizin çoğu film boyunca asla kimseyle öpüşmez, memelerini göstermez ve gayet ahlak sahibidirler. Bazen bu kadın karakterlere yardım eden erkek karakterlerde yaşar. Ama bazen... Eğer erkekseniz ve 13. Cuma filminde oynuyorsanız genellikle ölürsünüz.
Zamanda biraz geriye gidelim. Ayın 13'ünün cuma gününe denk gelmesi neden uğursuz kabul edilir?
Fransa Kralı IV. Philippe’ in kafirlik, eşcinsellik, dinsizlik ve putperestlik gibi suçlamaları yönelttiği; Hristiyan hacıları korumakla görevli olan Tapınak Şövalyeleri, Papa tarafından aforoz edilmiş ve 13 Ekim 1307 yılında cuma günü yakılarak idam edilmiş. Tapınak Şövalyelerini seven halk ise bu günü uğursuz kabul edip lanetlemiş. Bu olaydan 713 yıl sonra bile ayın 13'ünün cumaya denk gelmesi çoğu insan tarafından uğursuz olarak bilinir.
Filmlere gelelim. Seri 12 film ve 1 belgeselden oluşuyor. Belgeselide film kabul edersek serimiz 13 filmden oluşmakta.
1- Friday the 13th (1980)
2- Friday the 13th Part 2 (1981)
3- Friday the 13th Part 3 (1982)
4- Friday the 13th: The Final Chapter (1984)
5- Friday the 13th: A New Beginning (1985)
6- Jason Lives: Friday the 13th Part 6 (1986)
7- Friday the 13th Part 7: The New Blood (1988)
8- Friday the 13th Part 8: Jason Takes Manhattan (1989)
9- Jason Goes to Hell: The Final Friday (1993)
10- Freddy vs Jason (2003)
11- Jason X (2001)
12- Friday the 13th (2009)
13- His Name Was Jason: 30 Years of Friday the 13th (2009)
Öncelikle bu sıralamada 10. film 11'den sonra çekilmesine rağmen 10'a koydum çünkü Jason Goes to Hell filminin sonu Freddy vs Jason filminin başlangıcı ile bağlantılı. Jason X'i seriden bağımsız gibi düşünmek daha doğru çünkü önceki filmlerle herhangi bir bağı yok.
1980 yılında çıkan 13. Cuma filminde 150 civarında insanı öldüren Jason yok. Onun pek muhterem anası Pamela Voorhees var. Pamela anamız Jason'ın, tek oğlunun ölmesine dayanamayıp tüm kamp görevlilerini öldürür ve bu olaydan sonra kamp kapatılır. Aradan yıllar geçer ve bir salak kampı yeniden açmaya karar verir. Sonrasında Pamela anamız yine gelir Alice hariç herkesi öldürür. Alice de filmin sonunda gölün kenarında Pamela anamızın kafasını uçurur. Jason ise gölde anasının öldürülüşünü izler. Sonrasında anasının intikamını almak için Crystal Lake'te, New York'ta ve hatta uzayda bile insanları öldürür.
Part 2'de ise Jason kafasına geçirdiği bir patates çuvalı ile önce anasını öldüren Alice'i ve Crystal Lake'e 5 yıl sonra tekrar gelen salakları öldürür. Benim seride en sevdiğim kadın karakter Ginny, Jason'ın anasının kazağını giyer ve Jason'ı bir kaç saniye şaşırtır. Bu şaşırtma onun yaşam bileti olur, hayatta kalmayı başarır.
Aslında Jason hep yanlış anlaşılmıştı. Onun duygularını en iyi anlayan kişi ise Ginny'ydi. O, Jason'ın neler hissettiğini anladı. Belki de bu sebeple hayatta kaldı?
Part 3, Jason'ı Jason yapan o meşhur hokey maskesinin bulunduğu filmdir. Shelly isimli, kıvırcık saçlı eleman bu maskeyi takarken Jason tarafından öldürülür ve Jason o maskeyi takmaya başlar. Keşke o maskeyi nasıl bulduğunu izleseydik. 3. filmde bu maskenin nasıl bulunduğunu bilmiyoruz ama 2009 yılında çıkan 1, 2 ve 3. filmlerin birleştirilip azıcık değiştirilmiş hali olan 13. Cuma'da Jason'ın maskeyi bulmasını izleyebiliyoruz.
Part 3'ün konuşulmaya değer tek yanı Jason'ın maskeyi bulmuş olması..
4. filmde karşımıza Jason'ın belki de en güçlü düşmanı Tommy Jarvis çıkıyor. Tabi Tommy o zamanlar daha 11 yaşında bir çocuk. Ama onca gencin yapamadığını yapıp Jason'ı bir güzel öldürüyor... Bu filmde beni en çok üzen olay, 2. filmde ölen kız kardeşinin intikamı için gelip Jason'ı öldürmeyi amaçlayan elemanın ölmesiydi. Seri boyunca Tommy Jarvis'ten sonra en sevdiğim erkek karakter oydu.
Jason, bir ölüm makinesinin kocaman bedenine hapsolmuş sorunlu, zihinsel engelli bir çocuktu. Dış görünüşünüz nedeniyle dışlanıp göle atılsanız ve annenizin kafasının kesilmesine şahit olsanız sizde herkesten, her şeyden nefret etmez miydiniz? O yalnızca kendisine yapılan zalimliklere ve annesinin öldürülmesine karşı hissettiği öfkeyi Crystal Lake'e gelen insanlardan çıkarıyordu. Asıl kurban her zaman Jason olmuştu.
Ah Jason my special, special boy...
Eylül ayında izlemeye başladığım ve bitmesine üzüldüğüm bir seriydi 13. Cuma. Kaliteli değildi, senaryosu bomboştu ama Jason Voorhees'i izlemek bile yetiyordu.
Eylülden beri bu günü bekliyordum gönderi atmak için. En sonunda atabilmek çok rahatlattı. Bu seriyi herkese önermek isterdim ama Jason'ı tanımayan veya katil filmlerinden hoşlanmayan insanların sıkılacağından emin olduğum için sadece meşhur katillerin filmlerini izlemeyi seven insanlara öneriyorum. Buraya kadar okumuş olan veya gönderi uzun diye okumaktan vazgeçen herkese teşekkürlerimi sunuyorum.
Ve son olarak hepinize bir nasihatım var. Eğer biri, sizi Camp Crystal Lake'e davet ederse sakın gitmeyin...
İyi geceler canlar
Yarın günlerden 5 kasım
Her sene 5 kasımda bir kaç arkadaşım ile V For Vendetta'yı yeniden izliyoruz. Aranızda bunu yapan insanlar vardır belki. Filmi izlemiş, izlememiş hepinizi yarın V For izlemeye davet ediyorum.
Ön sıradan biletimi kaptım…devamıİyi geceler canlar
Yarın günlerden 5 kasım
Her sene 5 kasımda bir kaç arkadaşım ile V For Vendetta'yı yeniden izliyoruz. Aranızda bunu yapan insanlar vardır belki. Filmi izlemiş, izlememiş hepinizi yarın V For izlemeye davet ediyorum.
Ön sıradan biletimi kaptım biletler tükenmeden alın hele...
Spoiler içeriyor
“Özgürlüğe uzun bir yol yürüdüm. Bu, ıssız bir yol ve henüz bitmedi. Biliyorum ki ülkem, nefretin toprakları olmak için yaratılmadı. Kimse renginden dolayı başkasından nefret ederek doğmaz. İnsanlar nefret etmeyi öğrenir. Sevmek öğretilebilir. Çünkü sevgi insanın kalbine çok daha doğal…devamı“Özgürlüğe uzun bir yol yürüdüm. Bu, ıssız bir yol ve henüz bitmedi. Biliyorum ki ülkem, nefretin toprakları olmak için yaratılmadı. Kimse renginden dolayı başkasından nefret ederek doğmaz. İnsanlar nefret etmeyi öğrenir. Sevmek öğretilebilir. Çünkü sevgi insanın kalbine çok daha doğal gelen şeydir.”
Film, Nelson Mandela'nın hayatını anlatıyor. Beyazların içinde siyahi bir avukat olmanın zorluklarını, tanıdığı insanların beyaz polisler tarafından suçsuz yere öldürülüp hukuka aykırı davranmış olmalarına rağmen elinden hiçbir şey gelmemesi, devamında arkadaşlarıyla beraber özgür bir devlet kurma idealleri ve bu yolda hayatlarından feda ettikleri seneler... Madiba hiç kuşkusuz Güney Afrika halkı için 'Ulusun Babası'ydı. Halkının özgürlüğü için çok uzun bir yol yürüdü.
“Ben, tüm insanların uyum ve eşit fırsatlara sahip şekilde beraberce yaşadığı, demokratik ve özgür bir toplum idealini benimsedim. Bu, uğrunda yaşamak ve ulaşmak istediğim bir idealdir. Ama gerektiğinde bunun uğrunda ölürüm de.”
Nelson Mandela, renk ayırt etmeksizin herkesin eşit haklara sahip olması ideali için canından bile vazgeçmeye hazır bir liderdi. Şimdi kendinize sorun. Bu dünyada ne uğruna kendinizden bile vazgeçersiniz? Araba mı, para mı, şan mı, şöhret mi, ülke mi? Ne uğruna çaba harcıyorsunuz, bunca sıkıntıya katlanıyorsunuz? Her gün yastığa başınızı koyarken vicdanınız rahat oluyor mu? Bu soruların cevabını en doğru yanıtlayacak vicdanlarınız olacak. Kimileri yatarken maddi durumunu düşünür, kimileri sınavını kimileriyse sevdiklerini. İnsan peşinde koştuğu idealleri kadar değerlidir. Onlara ulaşsa da ulaşmasa da. Mandela bu gayesine ulaşmak için 27 yıl hapis yattı. Bu gayesine ulaştığı için devlet lideri oldu.
Mandela, Nobel Barış Ödülü ve Atatürk Barış Ödülü (1992 yılında verilen ödülü politik sebeplerden dolayı reddetti ancak 1999 yılında kabul etti.) dahil 250'den fazla ödül aldı.
Filmin senaryosunda eksiklikler var. Örneğin Mandela'nın ilk karısını çok az görebildik. 3. karısını hiç göremedik. Madiba'nın çocukları ile ilişkisinde derinlere inilememişti ancak bunun sebebi yürüyüşlere katılmak için evden uzaklaşması ve hapiste kaldığı 27 yıldan dolayı olabilir diyerek pek üstünde durmak istemiyorum ama daha fazla görmek isterdim. İlk karısı "Çocukların hariç Güney Afrika'nın tüm çocukları ile ilgileniyorsun." demişti. Ben şahsen ilk karısına bolca hak veriyorum. Tamam çok güzel ideallere sahipsin, bu idealler uğruna çocuklarınla yeteri kadar ilgilenemiyorsun ama evden uzak olduğun her an gidip karını aldatmazsın yani. Üstüne hiçbir suçluluk hissetmeden eve gelip karın bunları dedi diye onu dövmeye yeltenmezsin. Mandela'yı çok sevmiş olsamda ilk karısına yaptıklarını hiç doğru bulmuyorum. Winnie ile de 3 gün içinde tanışıp evlendiler. İlk gün Winnie'yi araba beklerken görüp,
-Gideceğin yere bırakmamı ister misin?
+Tabii
-Yabancıların gideceğin yere bırakma tekliflerini her zaman kabul eder misin?
+Sen yabancı değilsin ki, Nelson Mandela'sın.
sözüyle Winnie'yi arabaya alıp çayır çimen gezdirdikten sonra evine bırakıp seviştiler. Sabahına Winnie, Madiba'ya balkonda sarılıyordu. Ertesi gün de evlendiler.
Neyse bunlar Nelson'ı ilgilendirir.
Nelson Mandela'nın hayatı yüzeysel anlatılmış olsa da hiç tanımayan birinin, hakkında bilgi edinebileceği bir film olmuş.
Yasal sebeplerden ötürü ailenizle yıllardır görüşemediğinizi hayal edin. Ve size onlarla özlem gidermek için 3 dakika verdiklerini. Zaman dursun isterdiniz değil mi?
The Border Network for Human Rights (İnsan Hakları için Sınır Ağı) isimli sivil toplum kuruluşunun 2018 yılında yaptığı…devamıYasal sebeplerden ötürü ailenizle yıllardır görüşemediğinizi hayal edin. Ve size onlarla özlem gidermek için 3 dakika verdiklerini. Zaman dursun isterdiniz değil mi?
The Border Network for Human Rights (İnsan Hakları için Sınır Ağı) isimli sivil toplum kuruluşunun 2018 yılında yaptığı bir etkinlik. ABD ve Meksika sınırında binlerce insan yalnızca 3 dakika sevdiklerine sarılabildi. Yalnızca 3 dakika. Yasal sebeplerden dolayı bazı aileler birbiriyle 10 yılı aşkın süredir görüşemiyor. Birbirlerine sarılmaları için onlara sadece 3 dakika veriyorlar.
Tüm ailelerin zamanın durmasını istediklerine eminim. Hiç o 3 dakika geçsin istememişlerdir. Hiç ayrılmak istememişlerdir. Verilen sürenin bitişinde ayrılırken hem hüznü hem de neşeyi tam anlamıyla yaşadılar. Gerçekten çok güzeldi. Rafta izleyen ilk kişi benmişim lütfen son kişi de ben olmayayım. 28 dakikanızı ayırıp izleyin. Değecek izlediğinize emin olabilirsiniz.
''Her yıl dünyada 12 milyon çocuk gelinin hayalleri asla uçuşa geçemeyecek.''
Neden? 21. yüzyıldayız, neden küçücük kızlar dedesi yaşındaki erkeklerle evlendirilmeye mecbur bırakılıyor? Bir çocuğun elinden hayatını çalmak neden bu kadar kolay? Dışarıda kendi yaşıtları eğlenirken neden onlar kocalarının yemeğini…devamı ''Her yıl dünyada 12 milyon çocuk gelinin hayalleri asla uçuşa geçemeyecek.''
Neden? 21. yüzyıldayız, neden küçücük kızlar dedesi yaşındaki erkeklerle evlendirilmeye mecbur bırakılıyor? Bir çocuğun elinden hayatını çalmak neden bu kadar kolay? Dışarıda kendi yaşıtları eğlenirken neden onlar kocalarının yemeğini yapmakla uğraşıyor? Neden kendi bedeninin farkına bile varmamış, cinselliğin ne olduğunu bile bilmeyen kız çocukları bir adamın zevk oyuncağı haline geliyor? Size burada daha bir çok neden diye soru sorabilirim. Peki biz ne zaman bu soruları sormayı bırakacağız? Ne zaman gündemimizde kız çocuklarına yapılan tecavüzler, kadın cinayetleri, hayvan cinayetleri olmayacak?
NE ZAMAN GERÇEKTEN İNSAN OLMAYI ÖĞRENECEK İNSANOĞLU?