"İnsan o kadar çok hikaye anlatırsa kendisi de olur. Ve hikaye ondan sonra da yaşar. Böylece insan ölümsüz olur." Tim Burton diye izledim ama sanırım yanlış zaman yanlış film kış güneşi. Bu filmi sevmeye uğraşıcam ve güzel bir tarihte tekrar…devamı"İnsan o kadar çok hikaye anlatırsa kendisi de olur. Ve hikaye ondan sonra da yaşar. Böylece insan ölümsüz olur."
Tim Burton diye izledim ama sanırım yanlış zaman yanlış film kış güneşi.
Bu filmi sevmeye uğraşıcam ve güzel bir tarihte tekrar izleyeceğim.
"Bilmesini istediğimi bilmesini istiyorum." Gönlümün sultanı Kill Bill. "But I have only one more. The last one; the one i’m driving to right now. The only one left. And when i arrive at my destination, I am gonna' kill Bill!"…devamı"Bilmesini istediğimi bilmesini istiyorum."
Gönlümün sultanı Kill Bill.
"But I have only one more. The last one; the one i’m driving to right now. The only one left. And when i arrive at my destination, I am gonna' kill Bill!"
Uzak Doğu, Latin Amerika, Yahşi Batı,
kan, vahşet, intikam,
bol bol aksiyon, muğlak gözyaşları ve ölüm.
O efektler, gölgeler, kamera açıları, müzikler, oyunculuklar...
Her sahnesi şahheser.
Tamam, çok fazla güzel, başarılı, etkileyici film var ama bu benim için bambaşka bir boyut, kazıdım kalbime.
Efsaneydi.
Bir de Beatrix, Bruce Lee'nin Game of Death'deki kıyafetini giyiyor, mükemmel değil mi?
Michael Madsen ❤️
🗡️| 9.8 / 10
"Eğer seni daha az sevseydim sevgimden daha çok bahsederdim." En kötüsü de Mr. Knightly. Kitapta aşık olmuştum adama fakat filmdeki rolü tam tamına hüsran. Muhteşem değil ama keyifli.
"Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu Dünya'nın şahidi olmaktı." Bazı eleştirmenlere göre dünya edebiyatında dahi benzeri görülmemiş bir üstkurmacadır. İhsan Oktay Anar diyor ki: "Ben…devamı"Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu Dünya'nın şahidi olmaktı."
Bazı eleştirmenlere göre dünya edebiyatında dahi benzeri görülmemiş bir üstkurmacadır.
İhsan Oktay Anar diyor ki: "Ben bir jokerim. Yani bazı iskambil oyunlarında, her kartın yerine geçen bir kart gibi. Kelimenin diğer anlamıyla da “Joker”, yani “şakacıyım”.
Puslu Kıtalar Atlası da öyle. Düşü ya da düş denileni müthiş bir gerçekçilikle sunuyor. Felsefi, fantastik ve tarihi altyapılı ve çok ilginç bir kurgusu var.
Romanın karakterleri hep menakıbnamelerden, maveraünnehir anlatılarından, İslam mitolojisinden, seyahatnameden, kıssalardan dünya edebiyatından birer parça.
Baş kahraman Bünyamin'in hikayesinde Tırnova vakasına ve Kont Drakula'ya atıflar vardır. Kendisi de Hz. Yusuf'un kardeşi ile ortak bir çok özellik taşır.
Kötü karakter Ebrehe adını, Fil sûresinde bahsedilen Yemen Kralı Ebrehe'den alır. Kötülüğünün sebebi olarak, ayna metaforuyla dişil yanının eksik olduğu vurgulanır, ayrıca 666 ve Kuzey gibi kötülük simgeleriyle bağdaştırılır.
Vardapet, Ermeni arşimandritin kendisidir.
Efseriyap, Şehname'nin efsanevi kral ve Turan kahramanı diye geçen bir karakteridir.
Kubelik, çek orkestra şefi Rafael Jeronım Kubelík'ten adını alır.
Rendekar, René Descartes'in felsefesini sürdürür.
Uzun İhsan Efendi ve Arap İhsan da yazarın kendidir.
Romanın bütününde devam eden bu atıflar ve metaforlar en çok sevdiğim kısımları. Üstelik İhsan Oktay Anar karakterlerin her biri derinlemesine işlemiş, onların tüm hikayelerini bize anlatmıştır. Böylece olayları kahramanla birlikte değil de, hepsini başından öğreniyor oluyoruz.
"Yaratılmamış olan (8. element)", "zamanın geriye akması", "astral seyahat" ve "Mehdi" gibi unsurlardan da öyle ciddiyetle bahsediyor ki, ve ideolojilerinden, halihazırdaki düş/gerçek, iyi/kötü kategorilerini tarafsız bir şekilde tepetaklak ediyor.
Descartes'in "Düşünüyorum öyleyse varım." önermesini önüne katarak "Düşündüğüm için ben var değilim, sizler varsınız. Sizler benim zihnimdeki düşüncelerden ibaretsiniz." temeliyle bitiyor.
TRT Dinle'de uyarlanma bir radyo tiyatrosu var. Çok eksik ama başarılı sayılır.
*10/10
Hiç bir şey göründüğü gibi değilmiş, Hiç bir şey görünürden ibaret değilmiş, Her zaman bir ihtimal daha varmış, O da her zaman ölmek değilmiş, Pes etmek büyük hataymış, Önyargılar hakikati görmeyi engellermiş, Her zaman küçük ayrıntılar büyük resmi gösterirmiş, İmkansız…devamıHiç bir şey göründüğü gibi değilmiş,
Hiç bir şey görünürden ibaret değilmiş,
Her zaman bir ihtimal daha varmış,
O da her zaman ölmek değilmiş,
Pes etmek büyük hataymış,
Önyargılar hakikati görmeyi engellermiş,
Her zaman küçük ayrıntılar büyük resmi gösterirmiş,
İmkansız reddedilmiş bir mümkünmüş,
Gerçek ile doğru arasında hiç bağlantı yokmuş,
Herşeye ikinci, üçüncü, dördüncü şansı vermek gerekirmiş,
İnanarak her şeyi edinmek mümkünmüş,
İstikrarlı hayal hakikatmiş,
İnandığını insan gerçek kılarmış,
İnsan öyle acizmiş ki, en zayıf halka tarafından bile mağrurluğunun yersizliği yüzüne çarpabilirmiş,
Her şey bir anda zıttına dönüşebilir ya da anlamsızlığa kavuşabilirmiş,
Tutunduğun her dal kırılma potansiyeli taşırmış,
Emin olmak yalnız bir gafletmiş,
Şüphe tek gerçekmiş,
Yüzeysel olan hiç bir şey yokmuş hayatta,
Önemsiz gördüğün her ayrıntı derinlerdekilerin yansımasıymış,
Ben de tek mekanlı filmlere önyargı ile bakmamalıymışım.
Ne adamlar onlar öyle. Hepsi büyük bir asaletle oynamış.
🗞️ | 69 / 100
"Zaten en parlak numaralar, her zaman en basitleri olmuştur. Yeter ki dalavereye ortaklık eden birileri olsun." Kitap muhteşem bir kitap. Kurgusuyla, işlenişiyle, betimlemeleriyle, gerçekçiliğiyle, güçlü karakterleriyle, psikolojik anlatımlarıyla, polisiye ve romantik deresiyle. Fakat bana kalırsa bunlardan ziyade kitapla ilgili asıl…devamı"Zaten en parlak numaralar, her zaman en basitleri olmuştur. Yeter ki dalavereye ortaklık eden birileri olsun."
Kitap muhteşem bir kitap. Kurgusuyla, işlenişiyle, betimlemeleriyle, gerçekçiliğiyle, güçlü karakterleriyle, psikolojik anlatımlarıyla, polisiye ve romantik deresiyle.
Fakat bana kalırsa bunlardan ziyade kitapla ilgili asıl mevzu, önü ve arkasıdır.
14 Ocak 1853 tarihinde İtalyan anarşistler tarafından III. Napolyon'a, eski Paris operasının önünde, suikast düzenlendi. III. Napolyon ve eşi Eugénnie de Montijo yara almadan kurtulabildiler fakat bu suikast girişimi 8 ölüye ve 150 yaralıya mal oldu. Olayın ertesi günü, Napolyon tarafından, harap olan yapının yerine yeni bir Opera binasının inşaa edilmesine karar verildi.
Mimarı seçmek amacıyla 29 Aralık 1860 tarihinde bir yarışma başladı. Jüri başkanlığına Napolyon Bonaparte'nın oğlu Prens Walewski seçildi. 30 Mayıs 1861; katılımda bulunan 171 mimarın içinden, ilk inşaatını yapacak olan Charles Garnier (36) ipi göğüsledi. Opera Garnier ya da Palais Garnier, ismini de burdan alıyor.
Tamamlanan binanın tüm görkemi ve ihtişamı herkes gibi Fransız gazeteci ve polisiye yazarı Gaston Leroux'yü de (fazlaca) etkisi altında bırakmıştı. Operanın her noktasına girip incelemişti. Binanın bir hapishane üzerine inşaa edilmesi, bir çok seyirciyi yaralayan trajik avize kazası, labirenti anımsatan bodrumları, zifiri karanlığın içindeki hücreler ve bulduğu bir yeraltı gölü onu operada dolanmakta olan kederli bir hayaletin var olduğuna dair iddialara götürmüştür. Netice olarak da "Operadaki Hayalet" kitabını kaleme alıp ortaya koymuştur. Bu inanış o dönem oldukça yaygınlaşmış, Gaston Leroux da iddiaları son nefesine kadar sürdürmüştür. İşte kitabın yazılış hikayesi.
Kurgudan ziyade kitapların yazılış hikayesi daha çok ilgimi çeker. Daha çok şey anlatır, daha çok şey öğretir. Bu hikaye de, bırakmazsanız sizi "Sultan Abdülaziz"e, "hünkarbeğendi" yemeğine, "Joséphine"e kadar götürür. Neyse fakat uzatmayalım.
Operadaki Hayalet, Opera Garnier'i size gezdiriyor. Çok güzel bir aşk hikayesi önünüze sunuyor ve gotik edebiyatı daha da sevdiriyor.
Ayrıca filme ve müzikallere uyarlanarak bize bir ikonu kazandırıyor. Eric'i.
Ren yayınlarının çevirisi felaket kötüydü. Diğer yayınları denemedim ama Dex yayınlarınınkini güzel.
Arkasından favorim: Finlandiyalı senfonik metal grubu Nightwish'in coverladığı "The Phantom of the Opera" şarkısı. Bir de ondan da uyarlanan batesmotelpro - tuttur en kral sensin.
Buralara kadar sirayet etmesi de açıklıyor zaten eserin harikuladeliğini.
* 8/10
"Benjamin irkildi; adeta kimyasal bir değişim sonucunda bedeninin tüm unsurları çözülüp dağılıyor ve yeniden birleşiyor gibiydi. Tepeden tırnağa ürperdi, yanaklarına ve alnına kan hücum etti, kulaklarında kendi kalbinin atışını duyuyordu. İlk aşktı bu." * - Yaşlı bir adam olarak dünyaya…devamı"Benjamin irkildi; adeta kimyasal bir değişim sonucunda bedeninin tüm unsurları çözülüp dağılıyor ve yeniden birleşiyor gibiydi. Tepeden tırnağa ürperdi, yanaklarına ve alnına kan hücum etti, kulaklarında kendi kalbinin atışını duyuyordu. İlk aşktı bu."
*
- Yaşlı bir adam olarak dünyaya gelip zamanla gençleşme fikri F. Scott Fitzgerald'ı büyülüyordu. Yazarın iki yıl boyunca zihninde evirip çevirdikten sonra 1922 yılında yazdığı 'Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi'ni Mark Twain'in şu sözü esinlemişti: "Hayatın en iyi kısmının başta, en kötü kısmının da sonda olması ne yazık."-
*
50 sayfalık kısacık bir öykü, nasıl bu kadar delici olabilirdi ki? Yazarın o müthiş betimlemeleri, doktorların ve Roger Button'ın, sabahın ilk saatlerinde hastaneye varış aşamasında ve oğluyla ilk tanışmasında, yaşadıkları o tedirginliği iliklerine kadar hissettiriyor okura. Öyle ki, bu tedirginlik hissi tüm öyküye sirayet etmiş vaziyette. Karakterlerin içine düştüğü daimi bir bilinmezlik, sizin de paçanızı kavrıyor. Hikayeyi muhakkak bildiğiniz halde. Benjamin'in, vaziyettinin bir gün normale döneceği ümidi, sizinkinin bandını geriye doğru sarılmasına yol açıyor. Üslubu berrak fakat bir o kadar da derin bir kitap. Doyumsuz bir eser ki 50 sayfa asla yeterli gelmiyor. Atmosfer gibi olayların da tüm ayrıntılarıyla anlatılmış olmasını dilerdim. Öyle olmuyor maalesef, hayatı hızla akıp gidiyor. Yutkunuyor gibi bir hâl, üstünden eksik olmuyor.
* 8.7 / 10
"Birbirimize sürekli koşup durmamız çok garip. Belki bir anlamı vardır." ✨ | Ne yazık ki, beklentimin çok altındaydı. Şahane bir film izleyeceğimi zannetmiştim. Az sayıda karakter içermesi ve hemen her sahnesinin kalabalık içerisinde olması hoş değildi. Bana kalırsa, güzel bir…devamı"Birbirimize sürekli koşup durmamız çok garip. Belki bir anlamı vardır."
✨ | Ne yazık ki, beklentimin çok altındaydı. Şahane bir film izleyeceğimi zannetmiştim. Az sayıda karakter içermesi ve hemen her sahnesinin kalabalık içerisinde olması hoş değildi. Bana kalırsa, güzel bir aşk hikayesi de değildi. Aslında baş yapıt olma potansiyeline sahip bir film lakin ben çiftimizin ilişkisinden hiç hoşlanmadım. Yüz binlerce şairane betimlemeye değer aşk bu olmamalı bana kalırsa. Kalite olarak, yeterli bir film. Nahoş bulmamı romantik türünü sevmeme bağlıyorum.
Emma Stone da çok yakışmış bu filme, biraz güzelse bu sebepten.
🌆 | 5.6 / 10