Tekrardan merhabalar! Bu sefer "aa kısa kitap" demeyip, kendimi duygu karmaşasından oluşan bir döneme sokmadan önce akıllılık yaptım.Kitabın gidişatı Zweig'ten gelen eserlerde alışık olduğumuz gibi kimlik arayışı ve yalnızlaşma üzerinden ilerliyor.Siz de bunu iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Kitap sadece bir günü…devamıTekrardan merhabalar! Bu sefer "aa kısa kitap" demeyip, kendimi duygu karmaşasından oluşan bir döneme sokmadan önce akıllılık yaptım.Kitabın gidişatı Zweig'ten gelen eserlerde alışık olduğumuz gibi kimlik arayışı ve yalnızlaşma üzerinden ilerliyor.Siz de bunu iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Kitap sadece bir günü anlatıyor ama o yetmiş sayfa o kadar dolu dolu ki...
Kitap yazmak sanatsa, kitabın ismi ayrı bir sanattır. Çünkü etkisini o belirler, ismine göre öne alıyoruz kitabı, ya da kütüphanede bekletip erteliyoruz okumayı. Ve yazılanı okumak sanatın en önemli, ve en özel kısmı. Bu kitap susmayı, konuşmaya tercih edenlerin, biriyle…devamıKitap yazmak sanatsa, kitabın ismi ayrı bir sanattır. Çünkü etkisini o belirler, ismine göre öne alıyoruz kitabı, ya da kütüphanede bekletip erteliyoruz okumayı. Ve yazılanı okumak sanatın en önemli, ve en özel kısmı.
Bu kitap susmayı, konuşmaya tercih edenlerin, biriyle düşman olduğu halde onunla kardeş olabilme ihtimalini bile düşünen iyi yüreklilerin, kimseye inat edemeyip sonunda kaybedenlerin, kaybettiği için kazanmaya inat edenlerin, ve de YALNIZLAR'ın ertelemeden okuması gereken bir kitap.
Ben susarım çünkü konuşmaya değer bulamıyorum kitaplar gibi, okurum çünkü yazmaya değer bir şey bulamıyorum kitaplar gibi..
Kitabın ismi her ne kadar idam mahkumunun son günü olsa da aslında mahkumun son 6 haftasını okumaktayız. Kitapta o dönemin hayat şartları, alışkanlıkları ve adalet sisteminden de söz edilmekte. Zaman zaman kendinizi mahkumun yerine koyuyorsunuz ve idama mahkum edildiği andaki…devamıKitabın ismi her ne kadar idam mahkumunun son günü olsa da aslında mahkumun son 6 haftasını okumaktayız.
Kitapta o dönemin hayat şartları, alışkanlıkları ve adalet sisteminden de söz edilmekte.
Zaman zaman kendinizi mahkumun yerine koyuyorsunuz ve idama mahkum edildiği andaki duygularını hissedebiliyorsunuz.
Beni en çok etkileyen kısmı mahkum idama götürülürken orada bekleyen kalabalık hakkındaki düşünceleri oldu.
Yolculukta okunup bitirilebilecek bir kitap.
Kitabın kendisi kısa fakat sizde uzun süre geçmeyecek etkiler bırakabilir.
Amerika merkezli yapılan bir araştırmada: "kaçmak, fiziki karşı koyuş ve çığlık başarılı savunma stratejileri olarak gösteriliyor; en az işe yarayan ise saldırganla konuşmaya çalışmak, yalvarmak ve rica etmek; bütün bunlar erkeğin kendi gücüne olan güvenini arttırmaktan başka bir işe yaramıyor."…devamıAmerika merkezli yapılan bir araştırmada:
"kaçmak, fiziki karşı koyuş ve çığlık başarılı savunma stratejileri olarak gösteriliyor; en az işe yarayan ise saldırganla konuşmaya çalışmak, yalvarmak ve rica etmek; bütün bunlar erkeğin kendi gücüne olan güvenini arttırmaktan başka bir işe yaramıyor."
O yüzden kadının karşı koyması gerektiğini söylüyor Alberto Godenzi:
"Aslında yapılması gereken, bu tür davranışlar erkek düşmanlığı olarak lanse edilse de, kadınların kendilerini korumaları, mücadele etmeleri, kendilerini savunma yöntemlerini öğrenmeleri konusunda cesaretlendirilmeleridir; tabii spor kurallarının gerektirdiği bir dürüstlükle değil, işin gerektirdiği tüm kirli hünerleriyle birlikte. Çünkü cinsel saldırı dürüst sportif bir faaliyet değildir. Erkekler, kadınları ele geçirilecek nesneleler olarak gördükleri sürece bu tür tedbirler zorunludur."
Godenzi erkeklerin kendileriyle hesaplaşmak arı gerektiğini güç ve yıkıcılık körlüğünden kurtulmaları gerektiğini vurgulamaktadır.
Erkekler bu sorunla yüzleşmekten kaçınıyor. Çünkü aterkil düzenin yarattığı ayrıcalıklı durumu korumak daha çok rağbet gören bir durumdur. Erkekler şiddetin nedenlerine inmek istemiyor çünkü sahip oldukları iktidar duygusunu zedeyecek bir uyanış onlara pek çekici gelmiyor. Kadın cinsinin de onunla aynı haklara sahip olması onun sözde başarılı konumunu alaşağı edebilir. O yüzden bu konudan birey olarak kendini soyutlamaya çaba gösterir ve kendinin böyle bir şiddete başvurmayacağını kanıtlama uğraşına girer. Lakin bu çözüm değildir. Kendi uyanışını sağlayan her kadın ilk önce kendi çevresindeki erkeklerin davranışlarını sorgulayacak ve ilk önce onların mevcut düzene uygun hareketlerini eleştirecektir. O yüzden fırsat eşitliğinin ilk önce ev içinde başlaması gerekmektedir. O yüzden erkeğin sahip olduğu ayrıcalıkların bir kısmından feragat etmesi gerekmektedir. Ev işleri ve çocuk bakımında sorumluluğunu arttırmalıdır. Toplumsal cinsiyet rollerinin dayatmasını kırmalı evinde ve çevresinde örnek model bir "erkek" olmalıdır. Ev içinde farklı ev dışında farklı roller sergilemekten vazgeçmelidir.
Godenzi'nin de dediği gibi:
"Cinsel şiddet, kadınları sömüren, onlara sistemin kıyısında bir yer gösteren erkek politikasının önemli bir halkasıdır."
Peki kadınlar ne yaparsa erkekler durumun farkına varabilir? Bunu da şöyle açıklıyor:
"Kadınlar da erkekler gibi davransalar, özgürleşmiş gibi hareket etseler, kendilerini erkek dünyasının dışında tutmayıp, yüklenilen hizmetli rolünü bir tarafa bıraksalardı, tüm yaşamlarını erkeğin ve ailenin mutluluğu doğrultusunda düzenlemeyip, erkekle aynı hak ve özgürlükleri kullansalardı ne olurdu? Böyle bir durum kaosa yol açacak, ancak aynı zamanda erkek egemen düzenin çözülüşü ve yeni bir düzenin başlangıcı da olacaktır."
Kadın görünmeyen emeğinin farkında olmalıdır. Kutsal bir görev diye lanse edilen ev kadınlığı, annelik rolünden erkek egemen sistemin sağladığı çıkarların farkında olmalı ve en önemlisi ona karşı uygulanan fiziki ve cinsel şiddetle baş etmenin yollarını öğrenmelidir.
Bu kitabın araştırma alanları 1980-1990 yılları arasındadır. Ve yapılan anketler, vaka görüşmeleri, telefon görüşmeleri ve mağdur görüşmelerinin sonucunda şiddetle baş etme yollarını genç yaşta öğrenen bekar kadınların evli kadınlara nazaran bu şiddete daha fazla karşı çıktığını gösteriyor. Cinsel şiddet girişimlerini başarıyla bertaraf eden kadınların da bunu içindekileri yoğun öfke duygusunun sayesinde başardıklarını gösteriyor.
Susmak değil öfkelenmek, boyun eğmek değil karşı koymak, ses çıkarmak ve olayları meşrulaştırmamak..
Brecht'in bir şiiri ve Godenzi'nin önerdiği önleyici tedbirlerle sonlandırıyorum.
"Rica ederiz, “olağan” demeyin hemen
hergün olup bitenlere!
Kargaşanın hüküm sürdüğü
kanın aktığı,
düzensizliğin at oynattığı,
keyfiliğin kanunlaştığı yerde
demeyin sakın: “Bunlar olağandır!”
Olağan denilen şeylerden çekinin
Kural içindeki kötüyü çıkarın ortaya.
Ve her görüldüğü yerde kötünün
arayın çaresini de bulun!"
Nietzsche,Breuer ve Freud’un temel öğretilerini,fikirlerini anlaşılır kılan bir eser niteliğinde.Schoupenhaur’u da unutmamak gerek tabi:.)Psikolojik çözümleme yaptıran ve aynı zamanda sorgulatan bir kitap.Nietzsche’yi tanımak isteyenlere başlangıç kitabı olarak önerebilirim. Breuer tedavi sırasında hastasına aşık olur ve bu hisler onun hayatında bir…devamıNietzsche,Breuer ve Freud’un temel öğretilerini,fikirlerini anlaşılır kılan bir eser niteliğinde.Schoupenhaur’u da unutmamak gerek tabi:.)Psikolojik çözümleme yaptıran ve aynı zamanda sorgulatan bir kitap.Nietzsche’yi tanımak isteyenlere başlangıç kitabı olarak önerebilirim.
Breuer tedavi sırasında hastasına aşık olur ve bu hisler onun hayatında bir takım engeller yaratmaktadır.Breuer’ın doktor olarak hastasına karşı duygusal anlamda hisler taşıyor olması meslek etiği ihlali ve aynı şekilde Nietzsche’ye bu durumunu açık bir şekilde ifade etmesi,Bertha’nın adını söylemesi hasta mahremiyetinin ihlali söz konusu olduğunu göstermekte.Bunlar kitapta üzerinde durulan,tartışılan konular değil tabi.İhlal yaptığının farkında olup,Nietzsche’ye kimseye bahsetmemesi üzere söz verdiriyor.Ve asıl olaylar bu şekilde gelişmekte.Bertha’dan hiç söz etmese,adını açık bir şekilde vermese acaba Breuer’in Bertha’ya karşı hisleri söner miydi yine?Çünkü annesinin ve kızının adı da Bertha’ydı, bu psikolojik çözümlemeye onlar da dahildi.
Breuer’in Nietzsche’yi iyileştirme çabaları üzerine başlayan mücadelede ilginç olan;kendisinin hasta konumuna düşmesi ve iyileşmesi için Nietzsche’nin ona destek veriyor olması.Bu rol değişikliği teklifine karşı Breuer, Nietzsche’yi hayatına kazanıyor.Birbirlerinin gerçek dünyalarının farkında olmayan bu iki insanın birbirine etkisi nasıl oldu?Buna Nietzsche’nin düşüncelerinden bakalım:
“Evet,o da benim Bertha’m!Siz saplantınızı anlattıkça,onu zihninizden koparıp atmaya çalıştıkça benim içimde konuşmuş oluyordunuz!Siz iki işi birden yapıyordunuz.Ben kendimi sakladım,tıpkı bir kadın gibi;siz gittikten sonra sürünerek saklandığım yerden çıktım ve sizin ayak izlerinize basarak,yürüdüğünüz yoldan yürümeye çalıştım.Bir korkak gibi arkanıza çömeldim .Dostluğun değerini,benim bir kaçık olmadığımı anlamamı,dokunabilen ve dokunulabilen biri olduğumu anlamamı küçümsemeyin.Eskiden Amor fati kavramını tam olarak yakalayamamıştım:Yazgımı sevebilmek için kendimi eğittim,daha doğrusu teslim oldum diyebilirim.Ama şimdi,sizin sayenizde,açıkyüreğiniz sayesinde bir seçim yapabileceğimi anladım.Ben hep yalnız biri olarak kalacağım ama bunda fark var,yaptığım şeyi seçmek son derece farklı.Amor fati;yazgını seç,yazgını sev.”
Anna O.’nun söylemiyle,Breuer’in uyguladığı Baca Temizleme Yöntemi;karşılıklı konuşma ile ilerleyen bir yöntem.Ben hipnoz ve bu yöntemin Freudla beraber işbirliği yaparak doğrudan Nietzsche üzerinde uygulayacağını kurgulamıştım tıpkı Breuer gibi.Ama bu rol değişikliği fikriyle işler değişti ve bu beni oldukça etkiledi.Eminim okuyan ve okuyacak herkesi etkisi altına alacaktır.
Peki son olarak Nietzsche’nin gözyaşlarının dili olsaydı neler söylerdi ?
“Sonunda özgürüm!Yıllardır buraya kapatılmıştım!Bu adam,bu sert acımasız adam benim akmama bir kez olsun izin vermedi.Özgürlük ne güzel şey!Kırk yıl,durgun bir havuzda kaldım.Sonunda,en sonunda bu yaşlı adam ev temizliğine kara verdi!Ah,daha önce çok kaçmak istedim!Ama hiçbir çıkış yolu yoktu;ta ki o Viyanalı doktor gelip de paslı kapıları açana kadar.”
Keyifli okumalar:.)
İlk sayfasından son sayfasına kadar nefesimi tutup okuduğum, tek bir satırda bile sıkılmadığım muhteşem bir kitaptı. Sanırım okuyan herkes bu fikirde olacaktır. Inceleme yapabilecek kelime dağarcığına sahip miyim emin değilim bu kitaba. Ama elimden geleni yapacağım :) Bu Amin Maalouf'un…devamıİlk sayfasından son sayfasına kadar nefesimi tutup okuduğum, tek bir satırda bile sıkılmadığım muhteşem bir kitaptı.
Sanırım okuyan herkes bu fikirde olacaktır.
Inceleme yapabilecek kelime dağarcığına sahip miyim emin değilim bu kitaba. Ama elimden geleni yapacağım :)
Bu Amin Maalouf'un okuduğum dördüncü kitabı. "Ölümcül kimlikler"le başlayıp, "Çivisi çıkmış dünya"yla kendisine ısınıp, "Afrikali Leo"yla hayal kırıklığına uğrayıp ama "Semerkant"la ise tam anlamıyla baştan çıkarıldım...:)
Tarih ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Soluksuz, sıkılmadan ve yazarın hayal gücüne büyük hayranlık duyarak bitirdim kitabı. Bu ne güzel kurgudur, olaylar ne kadar güzel bağlanmış birbirine....
Bu olanlar gerçek mi? Ya da hangisi gerçek? diye diye bitirdim kitabı.
Bu kitabı bir zaman yolculuğu olarak düşünün. Arkanıza yaslanın, inanilmaz bir tarihi şölenin tadını çıkarın.
Ömer Hayyam'la Semerkant'ta başladığınız bu yolculuk Titanik'te son bulacak. Corona nedeniyle gezemedigimiz şu günlerde bu macera ilaç gibi gelecek size :) Ama uyarmalıyım ki yazar Semerkant, Tebriz, Tahran'dan söz ettikçe oraları gezme görme isteğiniz kabarabilir...:)
Birinci ve ikinci kitapta bilim insanı olan Ömer Hayyam'ın Semerkant yazması'nı yani Rubaiyat'ı yazma serüveni anlatılıyor. Her satırda Ömer'in üstün zekasının pırıltıları karşılıyor sizi...
Başkomiser Nevzat geri döndü. Ekibi Komiser Ali, Kriminolog Zeynep ile birlikte çocuk tacizcilerini öldüren ve Körebe ismini verdikleri bir seri katilin peşine düşüyorlar. 12 cinayet işleyen Körebe uzun süre sonra tekrar ortaya çıkınca bu cinayetleri çözme görevi Başkomiser Nevzat ve…devamıBaşkomiser Nevzat geri döndü. Ekibi Komiser Ali, Kriminolog Zeynep ile birlikte çocuk tacizcilerini öldüren ve Körebe ismini verdikleri bir seri katilin peşine düşüyorlar. 12 cinayet işleyen Körebe uzun süre sonra tekrar ortaya çıkınca bu cinayetleri çözme görevi Başkomiser Nevzat ve ekibine düşüyor...
Ahmet Ümit’in kaleminden yeni bir komiser nevzat macerası yani . Konusundan , sürprizlerinden çok, suriyeli sığınmacıların hayatlarına, dramlarına, çaresizliklerine değinmiş olmasını takdir ettim acizane. gerçekten biz bu insancıklara gerçekten iyilik mi ediyoruz?
Ahmet Ümit’in en iyi kitabı değil ama bence en duygusal kitabı olmuş.
Tüm ikonik temalarını ve tüm ikonik işbirlikçilerini bir araya getiren Scorsese’s The Irishman, Russell’ın suç ailesi için tetikçi olan bir kamyon şoförü olan Frank Sheeran’ın (Robert De Niro) çok nesil hikayesini anlatan bir Amerikan suç destanıdır. On yıllardır süren bir…devamıTüm ikonik temalarını ve tüm ikonik işbirlikçilerini bir araya getiren Scorsese’s The Irishman, Russell’ın suç ailesi için tetikçi olan bir kamyon şoförü olan Frank Sheeran’ın (Robert De Niro) çok nesil hikayesini anlatan bir Amerikan suç destanıdır. On yıllardır süren bir suç ve yolsuzluk hikayesi sunmak için en ileri yaşlanma etkilerini birleştiren film, 1960’larda JFK’ye suikast ve ünlü işçi sendikası lideri Jimmy Hoffa’nın ortadan kalkması gibi anları kapsayan gerçek olaylardan ilham alıyor.
Terapist - danışan ilişkisinde cinsel suistimalin sorgulanmasıyla başlıyor kitap. Danışanına cinsel suistimal ile suçlanan psikoterapist Seymour Trotter'ın disiplin soruşturmasını genç psikoterapist Ernest Lash yapacaktı. Sonrası ne derseniz, sonrası uzun. Bir disiplin soruşturması ile başlayan kitap, sonrasında farklı karakterlerin girmesiyle bir…devamıTerapist - danışan ilişkisinde cinsel suistimalin sorgulanmasıyla başlıyor kitap. Danışanına cinsel suistimal ile suçlanan psikoterapist Seymour Trotter'ın disiplin soruşturmasını genç psikoterapist Ernest Lash yapacaktı. Sonrası ne derseniz, sonrası uzun. Bir disiplin soruşturması ile başlayan kitap, sonrasında farklı karakterlerin girmesiyle bir iç yolculuğa dönüşüyor.
.
Tüm karakterlerin ayrı ayrı özelliklerinde , karanlıkta kalmış bir kaç duyguyu kendinizde yakalıyorsunuz. Sevgi, teori, etik, benlik, kibir, öfke , hınç, açgözlülük gibi kavramlar zihninizde bambaşka bir hal alıyor. Tüm bu duyguları kovalıyorsunuz satırları okurken kendi içinize doğru.
.
"Etik" kavramı üzerine yapılan tartışmalar, eski uygulanan psikoterapi yöntemlerinin sorgulanması, evlilikler, kendini bulma çabaları çok akıcı ve sade bir dille anlatılmış. Hiç psikoterapi alanına dair bir bilginiz olmasa bile kitabın sadeliği ve yazım dili her okurun bu alandaki terimleri anlamasını kolaylaştırır şekilde açıklayıcı bir şekilde yazılmış.
.
Belki de hiç farkında olmadığınız duyguları fark edeceğiniz, kendinizi nasıl yorumlamanız gerektiğine dair ipuçları bulacağınız ve istemediğiniz, sizi engellediğini düşündüğünüz duygu durumlarınız ile nasıl baş edeceğinizi , zengin ve akıcı bir kurgu eşliğinde satırlarda bulabilirsiniz.