Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek hiçbir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar." -Stefan Zweig - SATRANÇ
Spoiler içeriyor
Yıllar önce okuduğum ve tekrar okuma fırsatı bulduğum kitapla ilgili düşüncelerimi biraz uzun bir şekilde yazacam. Roman; Çiftlikteki hayvanlar, insan sahibi Bay Jones’un kötü muamelesi sonucu ayaklanarak eşitlik, özgürlük ve adalet hayaliyle isyan eder. Çiftlik sahibinin zalim yönetimine karşı devrim…devamıYıllar önce okuduğum ve tekrar okuma fırsatı bulduğum kitapla ilgili düşüncelerimi biraz uzun bir şekilde yazacam.
Roman; Çiftlikteki hayvanlar, insan sahibi Bay Jones’un kötü muamelesi sonucu ayaklanarak eşitlik, özgürlük ve adalet hayaliyle isyan eder. Çiftlik sahibinin zalim yönetimine karşı devrim gerçekleştiren Hayvanlar, Bay Jones’u çiftlikten kovar ve kendi yönetimlerini kurar. "Bütün hayvanlar eşittir" anlayışıyla başlayan bu devrim büyük bir hayal kırıklığı ile sonların çünkü liderliği üstlenen domuzlar (Napoleon ve Snowball) zamanla gücü ele geçirir ve yönetimi yozlaştırır.
Dikkat! Bundan sonrası Spoiler.
Çiftlikteki hayvanlar, Yaşlı Major adlı bilge domuzun liderliğinde bir araya gelir. Yaşlı Major, hayvanların insanlara boyun eğmek zorunda olmadığını, eşit ve özgür bir yaşam sürdürebileceklerini savunur. Bu konuşma, hayvanlara ilham verir ve hayvanlar “Beasts of England” adlı marş oluştururlar. Başlangıçta hayvanlar “eşitlik ve özgürlük” idealleriyle devrimi gerçekleştirir. Daha sonra Yaşlı Major ölür ve çiftliğin liderliğini domuzlar üstlenir.
Domuzlar hemen "Yedi Emir" adı altında bir dizi kural yazar. Bu kuralların en önemli maddesi şudur: “Bütün hayvanlar eşittir.” Ancak, zamanla bu kurallar değiştirilerek hayvanların aldatılmasına ve sömürülmesine zemin hazırlanır.
Yönetimi üstlenen domuzlar (özellikle Napoleon ve Snowball), zamanla diğer hayvanları baskı altına alır. Eski düzende eleştirilen adaletsizliklerin yerine, daha katı ve baskıcı bir rejim kurarlar. Sloganlar, propagandalar ve korku yönetimi ile hayvanların boyun eğmesini sağlar.
Kitapta, hayvanların devrimden önceki tek motivasyonları, eşitlik ve özgürlüktür fakat devrim gerçekleştikten, domuzların yönetimi ele almasından sonra zamanla bu umutların yerini hayal kırıklığı alır. Bunun sebebi ise özellikle domuzların kitleleri yönetmek için kullandığı propaganda araçlarıdır. (örneğin Squealer karakteri). Domuzlar, hayvanlara bir aracı gönderir ve tüm politik söylem ve çıkarlarını bunun üzerinden hayvanlara iletir. Bu işi Squealer adlı hayvan o kadar profesyonel yapar ki hayvanlar her seferinde ona gözü kapalı inanır, günümüzdeki medyanın da politik amaçlarla kullanımıyla ilişkilendirilebilir. Bilgiye erişim ve doğru haber alma hakkının sınırlandırılması, Orwell’in eleştirdiği konulardan biri.
Kitapta, iktidarların yozlaştırıcı etkisini çok güzel bir şekilde görebiliyoruz. Yola çıkılan Demokrasi, eşitlik veya özgürlük gibi sloganlar iktidarı elde ettikten sonra içinin boşaltıldığı durumlar, Orwell’in anlatısını güncel hale getiriyor.
Hikayeye geri dönelim..
Söz sahibi olan Napoleon ve Snowball adlı iki domuz zamanla aralarında anlaşamazlar ve Napoleon, Snowball’u çiftlikten sürüp kontrolü tamamen ele alır. Bundan sonra çiftlikte yaşanan herhangi bir olumsuzlukta Napoleon sürekli Snowball u suçlar. Hatta Napoleon iktidarını korumak için dış düşman yaratır ve sorunlarını her zaman bu dış güçlere dayatır. Hayvanları, sürekli olarak daha iyi bir yaşam vaatleriyle çalıştırır, ancak durumları giderek kötüleşir. Fakat hayvanlar her kötü durumda başlarını kaldırsa Napoleon’un baskıcı rejimi altında propaganda, korku ve aldatma yöntemleriyle hayvanları sindirir.
Kitapta vurgulanmak istenen noktalar;
Domuzlar, Devrimin liderlerinden Snowball ve Napoleon arasında çiftliğin yönetimi konusunda anlaşmazlık başlar. Snowball, ilerici projeler önerirken (örneğin yel değirmeni), Napoleon otoriter bir yaklaşım benimser. Sonunda Napoleon, köpekleri kullanarak Snowball’u çiftlikten sürer ve tek lider olur. Bu olay, iktidar mücadelesinde entrika ve baskıyı simgeler.
Yel değirmeni, hayvanlara daha iyi bir yaşam vaadiyle inşa edilir. Ancak, değirmen defalarca yıkılır ve hayvanlar her seferinde yeniden inşa etmek zorunda kalır. Yel değirmeni, liderlerin boş vaatlerini ve hayvanların sömürüsünü temsil eder.
Napoleon, çiftlikte tam bir diktatörlük kurar. Propaganda uzmanı Squealer, diğer hayvanlara sürekli yalan söyleyerek Napoleon’un kararlarını haklı çıkarır. Hayvanlar arasında korku ve sindirme politikası uygulanır, dış düşmanlar yaratılarak birlik sağlanmaya çalışılır. Sadık ve çalışkan bir at olan Boxer, “Daha çok çalışacağım” sloganıyla Napoleon’a tamamen güvenir. Ancak ağır çalışma nedeniyle hastalandığında, tedavi edileceği söylenerek mezbahaya gönderilir. Bu olay, liderlerin güç uğruna en sadık destekçilerini bile feda edebileceğini gösterir.
Zamanla Yedi Emir’in içeriği domuzların çıkarlarına göre değiştirilir. Örneğin, “Hiçbir hayvan alkol içmez” kuralı “Aşırıya kaçmamak şartıyla alkol içilebilir” olarak değiştirilir. Sonunda “Bütün hayvanlar eşittir, ama bazıları daha eşittir” ilkesi ortaya çıkar. Kitabın sonunda domuzlar, insanlarla aynı masada oturur ve insanlar gibi davranmaya başlar. Diğer hayvanlar, domuzlarla insanların birbirinden ayırt edilemediğini fark eder. Bu sahne, devrimin tamamen yozlaşmasını ve baskıcı rejimin yeniden kurulmasını simgeler.
Spoiler içeriyor
Ahmet Ümit, bir yandan sürükleyici bir polisiye hikaye sunarken, bir yandan da Türkiye’nin yakın geçmişindeki toplumsal ve siyasi gerçeklere eleştirel bir bakışını görebiliyoruz. Yolsuzluk, güç savaşları, medya oyunları gibi konular hikayeye işlenmiş. Bu olaylar sadece bir polisiye kurgusu değil, aynı…devamıAhmet Ümit, bir yandan sürükleyici bir polisiye hikaye sunarken, bir yandan da Türkiye’nin yakın geçmişindeki toplumsal ve siyasi gerçeklere eleştirel bir bakışını görebiliyoruz. Yolsuzluk, güç savaşları, medya oyunları gibi konular hikayeye işlenmiş. Bu olaylar sadece bir polisiye kurgusu değil, aynı zamanda Türkiye'nin gerçek bir fotoğrafı gibi. Suçun sadece bir bireyin değil, toplumsal yapının da bir sonucu olduğunu vurguluyor.
Romanda, bir cinayet soruşturması üzerinden Türkiye'nin toplumsal ve siyasi gerçekleri anlatılıyor. Kitabın başkahramanı olan Komiser Nevzat, ekibi Ali ve Zeynep ile birlikte, zengin ve nüfuzlu bir iş adamının öldürülmesiyle başlayan cinayet zincirini çözmeye çalışıyor. Ancak bu soruşturma, sadece bir katili bulma mücadelesi değil; aynı zamanda Nevzat’ın geçmişte yaşadığı büyük bir trajediyle de bağlantılıdır.
Komiser Nevzat, yıllar önce eşi ve kızını bir terör saldırısında kaybetmiştir. Bu acı olay onun hayatında derin izler bırakmış, adalete olan inancını ve sorumluluk duygusunu güçlendirmiştir. Roman boyunca Nevzat’ın ailesini kaybetmesine yol açan cinayeti kimin işlediği sorusu, hikayenin arka planında bir gölge gibi durur. Bu trajedi, Nevzat’ın hem bir polis hem de bir insan olarak olaylara yaklaşımını şekillendirir.
Hikaye, zengin ve güçlü bir iş adamının öldürülmesiyle başlıyor. Olay, görünüşte sıradan bir cinayet gibi dursa da soruşturma ilerledikçe karanlık ilişkiler ve geçmişte kalan sırlar birer birer ortaya çıkıyor. Nevzat ve ekibi, cinayetin ardında mafya bağlantıları, çıkar çatışmaları ve siyasi ilişkiler olduğunu keşfeder. Cinayetler zinciri devam ettikçe olayın boyutları büyür ve Nevzat, sadece suçluları bulmak değil, aynı zamanda bu karanlık düzenin nedenlerini anlamak için de mücadele eder.
KİTABIN İKİNCİ SERİSİ OLAN İNSAN ENDİŞELİ BİR DAMLA HEM PARÇACIK HEM DALGA. Uygulamada bulamadığım için düşüncelerimi bu serinin altında paylaşacam Kitaptan Alıntı: “ Bin yılı aşkın bir süredir, akıl ve mantık Müslüman olduklarını iddia edenler tarafından rehin alındı ve beddua…devamıKİTABIN İKİNCİ SERİSİ OLAN İNSAN ENDİŞELİ BİR DAMLA HEM PARÇACIK HEM DALGA. Uygulamada bulamadığım için düşüncelerimi bu serinin altında paylaşacam
Kitaptan Alıntı: “ Bin yılı aşkın bir süredir, akıl ve mantık Müslüman olduklarını iddia edenler tarafından rehin alındı ve beddua ettikleri Gavurlar atom altı seviyeleri aşıp yeni canlı üretme ve yıldızlar arası seyahat peşinde koştular. Onlar ise gözyaşı dökerek, sırtüstü uzanıp kavli duaya devam ettiler, bilim ve teknolojide taş üstüne taş koymadı, ter dökmedi, şöhret, servet, şehvet, cinsellik, huri, iki bacak arası fetvalarla oyalandılar. Köpek kedi beslemenin cevazı, amin lafzı sesli mi söylenir sessiz mi gibi fetvalarla uğraşıp oyalandılar. Yabancılar ilimle, bilimle, insan klonlama, insan kopyalama ile uğraşırken biz bu tür fetvalarla oyalandık. Sultanın atına binen, sultanın borusunu çalar.”
Prof. İsmail Hakkı Aydın çok yakından takip ettiğim bir beyin cerrahı. Vaktiniz varsa söyleyiş ve videolarını yakından takip etmenizi öneririm. Kitapla ilgili düşüncelerime gelirsek çok etkilendiğimi söylemek mümkün. Fakat kitabı okurken Profesörün bazı söylem ve kavramları hakkında bilgi sahibi olmanız gerekiyor. Direkt alıp okursanız bazı kavramlar size yabancı gelebilir.
Kitabın temelinde yatan ana fikir, insanın çok katmanlı ve karmaşık bir varlık olduğudur. İnsanın maddi ve manevi boyutlarının bir arada düşünülmesi gerektiğini vurgulayan Profesör bu iki boyutun birbirinden ayrı ele alınmayacağını savunur.
Kitabın adı, kuantum fiziğindeki “dalga-parçacık” ikilemine gönderme yapar. Bu ikililik, ışığın hem parçacık (foton) hem de dalga formunda hareket edebileceğini ifade eder.
Prof. İsmail Hakkı Aydın, kitabında insanı varoluşsal bir yolculuğa çıkarıyor. Kuantum fiziğinden yola çıkarak, insan doğasının “hem parçacık” hem de “dalga” olarak tanımlıyor. Bu tanım insanın sadece maddi bir varlık olmadığını, aynı zamanda düşünceleri, ruhu ve maneviyatıyla çok boyutlu bir varlık olduğunu ifade ediyor.
Parçacık Yönü: İnsan bedeni, biyolojik varlığı, maddesel yönüyle sınırlı ve somut bir varlıktır
Dalga Yönü: İnsan ruhu, düşünceleri, bilinci ve hayalleri, soyut ve sonsuz olan manevi bir boyutta yer alır.
Kitapta endişe, insan olmanın kaçınılmaz bir sonucu olarak ele alınıyor. İnsan varoluşunun anlamını ararken sürekli endişe içindedir. Bu endişe aslında insanı harekete geçiren, sorgulatan ve anlam arayışına iten bir güçtür.
Kitaptan birkaç alıntıyı buraya eklemek istiyorum
“İnsan bir damladır, çünkü onun maddi varlığı küçücük bir hacme sığar. Ancak aynı insan bir dalgadır; düşünceleriyle, duygularıyla ve ruhuyla sonsuzluğa uzanır.”
“Kuantum dünyasında her şey hem belirsizdir hem de kesin; insanın doğası da böyledir.”
"İnsan değiştikçe kitaplarda değişiyor aslında. Onlara bakmamız onları yorumlamamız, olayları çözümlemelerimiz de değişiyor. 30 undan önce okuduğun kitap 30 undan sonra bambaşka pencereler açıyor sana. Farklı duygular yaşıyorsun. Farklı betimlemeler..."
Spoiler içeriyor
- Hayyam gözlerini kapatarak son sözleriyle şöyle dua etti: " Allahım, elimden geldiğince Seni algılamaya çalıştığımı biliyorsun. Sana doğru izlediğim tek yol Senin hakkındaki bilgim oldu. Bu yüzden beni bağışla." Bir daha gözlerini açamadı. Roman, 11. yüzyılda yaşamış ünlü İranlı…devamı- Hayyam gözlerini kapatarak son sözleriyle şöyle dua etti: " Allahım, elimden geldiğince Seni algılamaya çalıştığımı biliyorsun. Sana doğru izlediğim tek yol Senin hakkındaki bilgim oldu. Bu yüzden beni bağışla." Bir daha gözlerini açamadı.
Roman, 11. yüzyılda yaşamış ünlü İranlı şair ve filozof Ömer Hayyam’ın hayatını ve onun ünlü eseri "Rubaiyat"ın hikâyesini anlatır. Roman, iki ana bölümden oluşur ve tarihi olaylarla kurgusal karakterleri harmanlar.
Birinci Bölüm: Ömer Hayyam’ın Hikâyesi
Ömer Hayyam, Semerkant’a gelir ve burada kadı Ebu Tahir ile tanışır. Kadı, Hayyam’ın bilgeliğini fark eder ve ona bir defter hediye eder. Hayyam, bu deftere rubailerini yazar. Bu süreçte, Selçuklu veziri Nizamülmülk ve Hasan Sabbah ile tanışır. Hasan Sabbah, Alamut Kalesi’nde bir İsmaili ordusu kurar ve Müslümanlığı yaymak için mücadele eder.
-Kadın peçesini indirmeden önce iyice yukarı kaldırdı ve öyle bir bakış serdi ki gözler önüne, Hayyam o bakışı tutmak ve hiç bırakmamak istedi. Bu kısacık an, âşık için bir sonsuzluktu. Ömer bu bakıştan sonra dudaklarından şu sözler döküldü “Zamanın iki yüzü var; Uzunluğunu güneşin seyri belirliyor, kalınlığını ise tutkular.”
-Semerkant Yazması’ndan alınmış bir mesel:
“Üç arkadaş İran’ın yüksek yaylarında gezintiye çıkmış. Karşılarına bir pars çıkmış, dünyanın en yırtıcı yaratığıymış. Pars bu üç adamı uzun uzun süzmüş, sonra üzerlerine doğru koşmaya başlamış. Birincisi, en yaşlı, en zengin, en güçlüleriymiş. Haykırmış ‘Ben buraların hâkimiyim, bana ait olan bu toprakları bir hayvanın mahvetmesine asla izin veremem.’ Yanındaki iki av köpeğini parsın üzerine salmış. Pars köpekleri öldürdükten sonra efendilerinin üzerine atlamış ve karnını deşmiş. Nizamülmülkün payına bu düşmüş.
İkincisi şöyle demiş kendi kendine: ‘Ben bir ilim adamıyım, herkes bana saygı duyup itibar ediyor, niye kaderimi köpeklerle parsın arasındaki kavganın sonucuna bağlayım?’ Dövüşün sonucunu beklemeden sırtını dönüp kaçmış. O zamandan beri yırtıcı hayvanın kendi izinde olduğunu düşünüyor ve mağaradan mağaraya, oradan oraya dolanıp duruyormuş. Ömer Hayyamın payına bu düşmüş
Üçüncüsü bir inanç adamıymış. Ellerini açıp, hâkim bakışlarını üzerine dikip, güzel sözler söyleyerek parsa doğru ilerlemiş. ‘Bu topraklara hoş geldin’ demiş. ‘Arkadaşlarım benden daha zengindi, onları soydun, benden daha gururluydular onları alçalttın.’ Hayvan büyülenmiş, uysallaşmış bir halde dinliyormuş. Adam onun üzerinde egemenlik kurmuş ve onu evcilleştirmeyi başarmış. Sabbah’ın payına da bu düşmüş.”
İkinci Bölüm: Benjamin O. Lesage’in Hikâyesi
Romanın ikinci yarısında, Amerikalı oryantalist Benjamin O. Lesage, Ömer Hayyam’ın kayıp el yazması "Rubaiyat"ını bulmak için bir maceraya atılır. Bu bölümde, Benjamin’in İran’daki modernleşme çabaları ve Hayyam’ın eserini arayışı anlatılır. Kitap, Benjamin’in Titanic gemisinde "Rubaiyat"ı kaybetmesiyle sona erer.
Benjamin’in hikâyesi, modern zamanlarla tarihi olayları birleştirerek, geçmişin izlerini günümüzde arayan bir yolculuğa çıkarır.
Romanda Ömer Hayyam’ın karakteri, bilgelik ve şiirsellik ile dolu. Onun rubaileri, sadece edebi birer eser değil, aynı zamanda hayatın anlamı üzerine derin düşünceler içeriyor.
-Yarı deli bir kral, Nasreddin’in eşek çaldığı için idama mahkûm etmiş. Tam idam edilecekken Nasreddin haykırmış: “Bu hayvan aslında benim kardeşimdir, bir büyücü onu bu kılığa soktu, bir yıllığına bana teslim edilirse bizim gibi konuşmayı öğretirim ona!” Aklı karışan hükümdar sanığa vaadini yinelettirmiş, sonra da hükmünü vermiş. “Öyle olsun! Ama günü gününe bir yıl içinde bu eşek konuşmazsa idam edileceksin.” Oradan ayrılırken karısı Nasreddin’in yakasına yapışmış: “ Böyle bir şeyi nasıl vaat edebildin? Bu eşek konuşmayacak, biliyorsun. “Tabi ki biliyorum, diye cevap vermiş ama bir yıl sonra kim öle kim kala? Bir yıl içinde kral da ölebilir, eşek de ölebilir, ben de ölebilirim.”
Film, Körfez Savaşı sırasında esir düşen ve beyinleri yıkanarak ülkelerine karşı kullanılmak üzere programlanan Amerikan askerlerini konu alıyor. Denzel Washington’un canlandırdığı Ben Marco, bu askerlerden biridir ve savaştan döndükten sonra yaşadığı tuhaf rüyalar ve anılarla mücadele eder. Film, politik entrikalar…devamıFilm, Körfez Savaşı sırasında esir düşen ve beyinleri yıkanarak ülkelerine karşı kullanılmak üzere programlanan Amerikan askerlerini konu alıyor. Denzel Washington’un canlandırdığı Ben Marco, bu askerlerden biridir ve savaştan döndükten sonra yaşadığı tuhaf rüyalar ve anılarla mücadele eder.
Film, politik entrikalar ve psikolojik gerilim unsurlarını ustalıkla birleştiriyor. Denzel Washington’un performansı, karakterinin içsel çatışmalarını ve paranoyasını etkileyici bir şekilde yansıtıyor. Meryl Streep ise her zamanki gibi güçlü bir performans sergileyerek, manipülatif ve soğukkanlı bir karakter olan Eleanor Shaw’ı canlandırıyor.
Filmin en dikkat çekici yönlerinden biri, bireylerin zihinlerinin nasıl manipüle edilebileceği ve bunun politik arenada nasıl kullanılabileceği üzerine yaptığı derinlemesine inceleme. Bu açıdan bakıldığında, film sadece bir gerilim değil, aynı zamanda toplumsal ve politik bir eleştiri niteliği taşıyor.
Herkesin okuması gereken harika bir kitap. Çok çok beğendiğimi söylemek istiyorum. Kitap 24 farklı kişiliğe sahip olan Billy Milligan’ın gerçek hikâyesini anlatıyor. Ve bu harika kitabı birkaç günde bitirdiğimi söylemek istiyorum. (Kitabın ön sözünde yazar Billy ile nasıl tanıştığını ve…devamıHerkesin okuması gereken harika bir kitap. Çok çok beğendiğimi söylemek istiyorum. Kitap 24 farklı kişiliğe sahip olan Billy Milligan’ın gerçek hikâyesini anlatıyor. Ve bu harika kitabı birkaç günde bitirdiğimi söylemek istiyorum. (Kitabın ön sözünde yazar Billy ile nasıl tanıştığını ve hayat hikâyesini nasıl yazmaya başladığını detaylı olarak belirtmiştir.)
Billy küçük yaşta üvey babasının tacizine uğradıktan sonra bilinci 24 farklı kişiliğe bürünüyor. Her kişiliğin farklı yetenekleri ve zekâ seviyesi var. Billy'nin her kişiliği kendi alanında kendini geliştirmiş. Kişilikleri neye göre ortaya çıkıyor derseniz Billy zihninde spot (sahne, ışık, bilinç) diye bir kavram oluşturmuş ve yaşadığı duruma göre spota hangi kişiliğin geçeceğine karar veriyor. Mesela bir saldırı durumunda Spota (ışığa, bilincine) Ragen adındaki kişiliği geçiyor. Bu kişiliğin amacı bedeni ve diğer kişilikleri tehlikelere karşı korumak. Ragen kendini bir Slav olarak tanıtıyor ve o dilde konuşuyor. Çünkü Slavların ilk barbar toplum olduğunu bildiği için daha tehditkâr olacağı kanısında vs. gibi... Billy’nin yaşadığı olay örgüsü kişilik değişimleri kitapta ustaca ele alınmış. Kitabı hiç sıkılmadan okuyabiliyorsunuz. Yazar kişilikleri o kadar ustaca kaleme almış ki Billy her kişilik değiştirdiğinde gerçekte öyle bir karakter varmış gibi hissediyorsunuz. Bu kadar kişiliğe sahip biri zamanla zaman kayması yaşıyor ve zaman içinde ortak bir kişilik olan Öğretmen adında yeni bir kişiliği ortaya çıkıyor. Öğretmen tüm bilinçlerin ortak kaynaması diyebiliriz. Öğretmen ise kendini ifade etmek için hakkındaki her şeyi yazara anlatıp hayat hikâyesi ortaya çıkıyor. Ve böylece ortaya harika bir kitap çıkıyor.
Kitapta dikkatimi çeken birkaç şey oldu. Bunlardan ilki Billy’in hemen hemen her kişiliği farklı şeylere ilgi duyması ve kendini o alanda geliştirmesi. Kişilikleri tıp mühendislik, Sanat, Müzik, Resim, Yakın Dönüş, Biyoloji, Sanat Tarihi, Farklı Diller vs. gibi birçok alanda geliştirip birçok dili konuşabilmesi. İkincisi ise insan beyninin ne kadar muazzam bir yapıya sahip olması. Acaba insanlar kendini bu denli çoklu şekilde geliştirebilir mi? Üçüncü olarak adalet kavramı. Billy’nin yaşadıkları durumda sürekli yargıç karşısına çıkmaları orada yetkin olan psikolog ve psikiyatrların dinlenmesi ve bunların değerlendirilmesi beni şuan yaşadığımız ülkenin adalet sistemiyle kıyaslamaya itti. Ülkemizde böyle bir olay olduğunu düşünsenize? Burada çalışmayan adalet sistemi arasında yok olup gidiyorsunuz. Kitabı okurken Mahkemelerin ne kadar bağımsız olması gerektiğini ve toplumlar için adaletin ne kadar önemli olduğunu net bir şekilde görebiliyoruz.