Merve Dizdar, Cannes’da ödül aldığında duydum ilk bu filmi. Epey ses getirmişti, özellikle bazı çevrelerde Dizdar’ın yaptığı konuşmadan gücenenler de oldu. Hepsinin birer saçmalık olduğunu düşündüm. Cannes’da tartışmalı olarak ödül alan biricik, sadece ‘’Kuru Otlar Üstüne’’ de değil; ondan önce…devamıMerve Dizdar, Cannes’da ödül aldığında duydum ilk bu filmi. Epey ses getirmişti, özellikle bazı çevrelerde Dizdar’ın yaptığı konuşmadan gücenenler de oldu. Hepsinin birer saçmalık olduğunu düşündüm. Cannes’da tartışmalı olarak ödül alan biricik, sadece ‘’Kuru Otlar Üstüne’’ de değil; ondan önce ‘’Yol’’ var ki, bu filmi savunmak istesem bir dert, savunmak istemesem bir dert. Lafı nereye mi getireceğim: Yurt dışında ödül alan filmlerimiz neden hep tartışma konusu? Politik nedenlerden dolayı mı? Bu filmleri neden ille de siyasi çerçevede değerlendiriyoruz, sadece film olarak göremiyor muyuz? Bunun cevabı bende yok. O yüzden geçiyorum.
Nuri Bilge Ceylan’ın yine bir taşra filmi, ‘’Kuru Otlar Üstüne’’. Her ne kadar kendisi bu ’taşra filmi’ yaftasını beğenmeyip, ‘insan’ üstünde konuştuğunu, metropoldeki insanla taşradaki insanın eninde sonunda insan olduğunu söylese de (buna katıldığım söylenemez), sonuç olarak taşrada geçiyor. Daha önceki yorumlarda belirtildiği gibi her bir karesi fotoğraf gibi. Ceylan’ın önceden fotoğrafçı olduğu düşünülürse bu konudaki uzmanlığı bu filmde daha iyi hissediliyor: Sosyal medyada bir dönem meşhur olan AI destekli fotoğraf/videolardakine benzeyen sahneler görmek ayrıca hoş olmuş.
Erzurum’da geçen hikayede, yönetmenin hayran olduğu Çehov tarzı hikayecilik, pastoral kareler ve diyaloglar ağır basıyor. Film adeta resimli bir kitap gibi. Eğer daha önce Ceylan’ın filmlerini izlediyseniz az çok nasıl bir şey olduğunu biliyorsunuzdur, tıpkı ‘’Kış Uykusu’’nda olduğu gibi diyaloglar ve karakterler arasında çatışmalar var, ki bu temalar birçok filminde tekrarlanıyor. ‘’Kış Uykusu’’nda olduğu gibi burada da, her şeyden nefret eden, huysuzluğunda Huysuz Virjin’i aratmayan, karamsar, ukala mı ukala, oldukça hödük bir başrol karakterimiz var. Kendisini aydın sınıfından olarak görüyoruz; bir şehirli olarak taşradan nefret ediyor, en sonunda bunalıma giriyor ve bunalımı filmin bütün konusunu oluşturuyor. Ceylan’ın bu idealist aydın sınıfına filmlerinde ayrıca bir değer atfetmesinin bir nedeni var: Babası. Babası bir ziraat mühendisi olarak, Adana’nın bir köyünde görev yapıyor. Entel dantel kişiliğiyle Adana’daki köylülere engin bilgilerini aktarıyor, fakat köylüler onu dinlemiyor bile; sonuç aydının hüsranı. Ve büyük ihtimalle köylüleri anlamadığı sürece bu aydın hep en iyisini bildiğini düşünüp hep hüsrana uğrayacak. (Dipnot: Tolstoy’un kitaplarında ve hayatında da aynı temayı görebiliriz.)
Bundan sonrası için SPOILER (Sürprizbozan) uyarısı.
Filmde çatışmaların iyice arttığı, karakterlerin gerildiği sahnelerde, Ceylan seyircileri için küçük sürprizler yapmış. Bunlardan birisi gayet t📿şşaklı abimizin emanetini masaya vuruşu, birisi de set sahnesi. İkisi de duygusallığın artık pik yaptığı bölümlerde seyirciye oyun oynuyor, bizi artık çözülemeyecek dereceye gelen, kördüğüm olmuş sahnelerde ferahlatıyor. Ceylan bir konuşmasında set sahnesini ‘oyun’ olarak görmediğini sadece kurguda yaparken hoşuna gittiğini ve eklediğini söylese de bu sahneler şaşırtıcılığından bir şey kaybetmiyor. Benim filmde en çok sevdiğim sahnelerden birisi oldu.
Filmdeki bütün karakterler ahlaksız. Herkes işine geldiği gibi davranıyor. Tıpkı t👑şşaklı abimizin dediği gibi çünkü ‘insanlar’. Ortada bir taciz suçlaması varken, karakterler kendi çıkarlarını veya bürokrasiyi düşünüyor. Yönetmenin alaycı üslubu da gözden kaçmıyor.
Ayrıca, filmin pedofili unsurlar içerdiği konusuna katılmıyorum. Zira filmde herhangi bir cinsellik söz konusu değil. Pekala başrol erkeğimizin, öğrencisine olan duyguları rahatsız edici olsa da, cinsel boyuta geçmiyor hiçbir zaman.
Sonuç olarak izlemesi keyifli ve düşündürücü bir film olsa da, bana göre ‘’Kış Uykusu’’ kadar iyi değil. Yönetmenin en çok sevdiğim filmi bu olmaya devam edecek gibi de duruyor.