Kaleme aldıklarım.... Bu sefer diğer yazılarıma nazaran geçmişte yazdığım, uzun mu uzun ve devamı olan bir yazı paylaşacağım. (Raf'da sınır olduğu için devamını paylaşamadım) Bu uzun yazımı şimdiden zamanını ayırıp hepsini okuyan kişilere teşekkür ederim. Olumlu ya da olumsuz yorumlarınızı…devamıKaleme aldıklarım....
Bu sefer diğer yazılarıma nazaran geçmişte yazdığım, uzun mu uzun ve devamı olan bir yazı paylaşacağım. (Raf'da sınır olduğu için devamını paylaşamadım) Bu uzun yazımı şimdiden zamanını ayırıp hepsini okuyan kişilere teşekkür ederim. Olumlu ya da olumsuz yorumlarınızı ve eğer varsa eleştirilerinizi bekliyorum.
Sıcak bir yaz günüydü. Hava kasvetli, boğucu ve bunaltıcıydı. Herkesin bildiği üzere Nortvey'in yaz mevsimi cehennem ateşini anımsatırdı. İnsanlar sıcaktan kıyafetlerini çıkarır, her gün marketlere koşarak soğuk meşrubat ve buna benzer içeçekleri depolar, yakında kıtlık çıkar düşüncesiyle evlerinin küçük bir köşesine erzak ve temel araç gereçleri sıralardı.
Nortvey kasabası garip bir yerdi. Dünya'dan uzak, ilkel ve bilgiden yoksun bir şekilde yaşanan ufak bir yerleşimdi. İnternet kullanılmaz, televizyon seyredilmezdi burada. Sokağın ucunda, henüz 65'i yeni geçmiş ve küçük, üç odası bulunan Bungalov tipi bir evde yaşlı Finiks yaşardı. Karısını 2 sene önce gittikleri New York tatilinde, aniden gelen kalp krizi sebebiyle kaybetmişti. O günden sonra psikolojik olarak yıkılmış, yaşı itibari ile de iyice garip haraketler ve sözcükler sarf etmeye başlamıştı. Dişleri sararmış, saçları dökülmeye yüz tutmuş, vücudunu saran kırışıklıklar giydiği kıyafetlerden taşmaya ve sarkmaya başlamıştı. Bedensel olarak yıpranmış gibi gözükse de, kendisine göre zihinsel olarak iyi durumdaydı. Ara sıra sokağa çıkarak bağırır, komşularına küfürler yağdırırdı. Bundan bıkan komşuları ise bazen müdahale eder, bazen de kendi haline bırakırlardı yaşlı adamı. Northvey'de "Kaçık Finks" diye bilinirdi. Adının hakkını verdiği ise su götürmez bir gerçekti.
Daha bu sabah, güneş kendini yavaş yavaş göstermeye ve Dünya'yı göz alıcı ışınları ile parlatmaya başlarken, bir ses duyuldu. "Uyanın sizi kafirler! Uyanın sizi alçaklar! Uyanın sizi günahkar pislikler!" Bu ses, bizim kaçık Finks'in sesiydi. Teker teker sıralanmış evlerin ışıkları açılmaya başlamış, uzak bir köşede oturan adamın birisi, "Geldi yine ucube. Bıktım artık, öldüreceğim bu yaşlı bunağı" diye haykırıyordu. Kaçık Finks sesleri aldırmıyor, bağırmaya devam ediyordu. "Cehennem ateşini Dünya'ya siz getirdiniz. Sizin pis ve sapkınlık dolu haraketleriniz hepimizin sonu olacak. Kutsal ruh sizleri lanetledi. Hepimiz mahvolacağız, hepimiz öleceğiz." Kasaba halkı pijamalarla, dağınık saçlar ve yarı uykulu gözlerle dışarı çıkmaya ve olayları anlamaya çalışıyordu. Babasının elini tutan küçük bir kız meraklı gözler ile Finks'i izliyor, ne yaptığını anlamak için kendisini zorluyordu. "Baba, bu adam ne yapıyor böyle?" diye sordu minik kız ama babası cevap vermedi. Minik kız merakına yenik düşerek "Baba, neden bu adamın üstüne yırtık kıyafetler ve haç var. Bir Papaz mı?" diye tekrardan sordu. O sırada arkasından gelen annesi, "Hayır, o papaz değil Emily. Kendisini peygamber sanan aptalın teki" diye cevap verdi. Kız gülmemek için kendisini zor tuttu. Muhafazakar bir ailenin çocuğu olarak bu konulara gülmenin cezasını biliyordu ve bunu hiç istemiyordu. Bu sırada Kaçık Finks, yavaş yavaş yürüdü ve bağırmayı sürdürdü. Kısa bir süre durdu, nefesini topladı ve herkesin onu izlediğinden emin olduktan sonra sözlerine devam etti. "Eğer elin seni günaha sokuyorsa, onu kes at; çolak olarak hayata erişmen iki elli olarak Hinnom Vadisine, sönmez ateşe gitmenden iyidir. Eğer ayağın seni günaha sokuyorsa, onu kes at; topal olarak hayata erişmen iki ayağınla Hinnom Vadisine atılmandan iyidir. Eğer gözün seni günaha sokuyorsa, onu çıkarıp at; tek gözlü olarak Tanrı'nın krallığına erişmen iki gözünle Hinnom Vadisine atılmandan iyidir. Orada onların kurdu ölmez ve ateşi sönmez." Bu sözler karşısında tekrardan kalabalığa bir göz attı ve sustu.
Herkes gibi evinin önünde uykulu bir şekilde duran Bayan Skola, "Senden de, senin bir taraflarından uydurduğun alıntı sözlerinden de bıktık. Sen kendini ne sanıyorsun be adam?" diye çıkıştı. Kaçık Finks tepki vermedi. Biraz bekledikten sonra dudağına kondurduğu ufak bir sırıtma ile şu sözcükleri söyledi. "Ben Tanrı'nın buyruklarını, emir ve yasaklarını iletmek, göstermek ve uygulamak için sizin gibi kafirlere gönderilmiş olan basit ve sıradan bir insanım". Sinirleri gerilmiş olan kasaba halkı istemeden de olsa gülmeye ve kahkaha atmaya başladı. Bunu gören Finks daha da sinirlenerek hızlı hızlı yürümeye ve bağırmaya devam etti. "Gülün sizi pislikler. Cehennemin en son ve en alçak katında sizler için hazırlanmış o ateşin başında bekleyeceğim. İşte o zaman, bende sizlere, sizin bana güldüğünüz gibi güleceğim". Sonra aniden durdu, başını öne eğdi ve dizlerinin üstüne çöktü. İki elinide havaya kaldırarak yolun ortasında dua etmeye başladı. "Tanrım! Yüce göklerin ve yerin yaratıcısı! Her şeye kadir olan sen, bana yol göster. Bu kafirlerin cezasını ver. Ey ulu Tanrım! Senin adını yüceltmek için çabalıyorum. Senin emirleri....." Kafasına atılan bir su şişesi ile duası yarıda kaldı. Henüz 20 yaşına yeni girmiş bir delikanlı, " Hey, yaşlı moruk. Bir tane daha ister misin!" diye bağırdı ve herkes kahkaya boğuldu. Finks ayağa kalkmaya çalıştı ama genç delikanlı dışında kasaba halkının diğer sakinleri de onu aşağılamaya ve ellerine ne geçerse fırlatmaya başladı. İnsanların attığı şeyler yüzünden kalkmaya çalışsa da bunu başaramadı. Sinirleri tavan yapmış bir kaç kişi Finks'in üzerine yürümeye başlayınca araya giren tek kişi Bayan Hudson oldu.
"Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz! Hiç utanmaz mısınız bu yapılanlara. Nasıl insanlarsınız da bunlara müsaade ediyorsunuz!" diye bağırdı etrafta bulunan, olayları meraklı gözler ile izleyen kişilere. Bu tepkisi Finks'in üstüne gelen kişileri geri püskürttü. Bayan Hudson daha sonra Finks'in yanına yaklaşarak kalmaksına yardım etti. "Benimle gelin lütfen, size bir şeyler ikram edeyim ve bu meseleyi ardımızda bırakalım." Finks sustu ama gözlerinde ki ışıltıyı ve mahçup ifadeyi anlatmak mümkün değildi. Ayağa kalkarken nefes nefese, "Biliyor musun evladım, bu zalim, acımasız ve günahkarlar ile dolu Dünya'yı senin gibi iyi kalpli ve yardım sever insanlar kurtaracak" dedi. Bayan Hudson bu sözlere güldü. Bir yandan Finks'in durumuna üzülüyor, bir yandan da dediklerinin doğru olduğunu düşünüyordu. Ona yapılan bu şeyler kabul edilemezdi ve diğer insanların bu yapılanlara nasıl sustuğunu ve izin verdiğini de hala anlayamıyordu. Bayan Hudson bu düşüncelerinden sıyrılıp kolunun altında olan Finks'e göz ucuyla baktı. "Size böyle davranmaları ruhumu zedeliyor. Bunu yapmalarına sebebiyet veren sözlerinizden neden vazgeçmiyorsunuz. Bütün bunların anlamı ne." Yaşlı adam, Bayan Hudson'un yüzüne hüzünle baktı ve iç geçirdi. Olanlardan hoşlanmadığı çok açıktı. Biraz durduktan sonra konuşmaya başladı. "İsterseniz evinizde bu soruları sorun, bu akbabaların sert ve acımasız bakan gözleri benim bedenimi parçalıyor." Bayan Hudson etrafına baktı. Bu bakışlar onu da rahatsız etmişti. Finks haklıydı, bu akbabaların bakışlarına katlanmak gerçekten de zordu. "Ne bakıyorsunuz, evinize girsensize!" diye bağırdı Bayan Hudson. Toplanan kalabalık yüksek sesle homdurdandı ve yavaş yavaş evlerine girmeye başladı. "Gelin Bay Finks, kolumu tutun." Daha sonra ikisi de Bayan Hudson'un evinin yolunu tuttu......
Bayan Hudson Finks'e, "Yemek için bir şeyler ister misiniz? Dünden kalan çorbayı ısıtabilirim. Biraz da ekmeğim kalmış." Finks, "Hayır teşekkür ederim" dedi ve gözlerini oturduğu masanın ortasına dikti. Bayan Hudson 3 odalı ve küçük bir evde oturuyordu. Evine ve kendisine pek özen göstermeyen pasaklı bir kadındı. Bir yandan etrafı toplamaya, diğer yandan ise Finks ile konuşmaya devam ediyordu. "Tekrar soruyorum, neden bu şeyleri söylüyorsunuz. İnsanlar sizden korkuyor. Yaşlı bir kaçık olduğunuzu düşünüyorlar." Finks ani bir sinirle masaya yumruğunu vurdu. "Kaçık olan ben değilim, o günahkarlar! Ben, sadece olanı söylüyorum. Onları uyarıyorum ve bana gösterdikleri teşekkür ise kafama attıkları lanet olası çöpler ve şişeler!" Bağırırken tükürükler saçıyor, takma dişlerini gıcırdatıyordu. Biraz durduktan sonra devam etti. "Ben insanlara doğru yolu göstermeye çalışıyorum, tek istedi...." Bayan Hudson, "doğru yol böyle gösterilmez. İnsanları sabahın erken saatlerinde bağırarak uyandıramazsınız. Bu da yetmezmiş gibi uydurduğunuz alıntılar ile insanlara kafir ve günahlar muamelesi yapıyorsunuz" diye araya girdi.
Sinirden gözü dönmüş Finks, "onlar zaten kafir" diye bağırdı. Bayan Hudson'un sabrı taşımıştı. "Bu kadar yeter. Nerede olduğunuzu bilin ve ona göre davranın lütfen" diye sert bir çıkış yaptı Finks'e. "Sizi onların elinden kurtardım. Bana bağırarak mı teşekkür ediyorsunuz" diye alaycı bir ifade ile yaşlı Finks'e baktı. "Bu yaptığınız ilk olay değil. Kasaba sakinleri sizden bıktı artık. Bunlara bir son vermelisiniz. "Finks, bakışlarını masadan kaldırdı ve Bayan Hudson'a çevirdi. "Son mu vermeliyim? Ben bu günahkar ve kafirlere karşı susmalı mıyım? Neler diyorsunuz si..." Bayan Hudson, "Siz ne Tanrı, ne de peygambersiniz. İnsanların günahları sizi ilgilendirmez. Kimseyi de kafir veya günahkar olarak suçlayamazsınız. Yerinizi ve haddinizi bilin" diye bağırdı. Finks sustu ve başını eğdi. Bu tepkiye karşı kafasını sallamakla yetindi. Bayan Hudson "Kusura bakmayın bağırdığım için. Fakat bu olaylar benimde sinirimi bozmaya başladı. Her neyse, aç olmadığınıza emin misiniz. Bir şeyler ikram etseydim, böyle rahat edemem" dedi ve Finks'e döndü. Finks, "Teşekkür ederim, aç değilim. Bana evime kadar eşlik ederseniz size minnettar kalırım." Bayan Hudson yaşlı adama acıyan gözler ile baktı, "Elbette, elbette size eşlik ederim. Gelin haydi gidelim. "Bayan Hudson üstün körü toparladığı evine son kez bakarak dışarı açılan kapıya doğru yöneldi. Tam da o sırada kapıya şiddetli bir şekilde vuruldu.
Kapının diğer ucunda beklemediği bir manzara ile karşılaşan Bayan Hudson şaşırmıştı. "Şey, nasıl yardımcı olabilirim memur bey. Bir sorun mu var?" Bayan Hudson'un elleri titremeye, başı dönmeye başlamıştı.