"1968 yılı ABD için dönüm noktası oldu. İşkenceler, tecavüzler, biyolojik saldırılar, köy baskınları, diri diri insan yakmalar gibi savaş alanı görüntüleri gelmeye başladıkça Amerika’da savaş karşıtı gösteriler artmaya başladı. Hükümet, çok ağır bir maddi yükün altına girmişti, halkın desteğini kaybedemezdi.…devamı"1968 yılı ABD için dönüm noktası oldu. İşkenceler, tecavüzler, biyolojik saldırılar, köy baskınları, diri diri insan yakmalar gibi savaş alanı görüntüleri gelmeye başladıkça Amerika’da savaş karşıtı gösteriler artmaya başladı. Hükümet, çok ağır bir maddi yükün altına girmişti, halkın desteğini kaybedemezdi. Bu nedenle en ufak muhalif ses büyük bir şiddetle bastırılıyordu.
Vietnam’daki Savaşı Bitirmek İçin Ulusal Seferberlik Komitesi (MOBE), Demokratik Toplum için Öğrenciler (SDS) ve Uluslararası Gençlik Partisi (Yippies) üyeleri, savaş karşıtı olan insanları bir araya getirmek için yoğun çaba gösterdi. Ağustos ayı sonunda ülkenin dört bir tarafından on binlerce insan Şikago’ya gelmişti. Amerikan hükümeti, protestocuların dağılması için üç günlük sokağa çıkma yasağı ilan etti. İnsanlar sokağa çıkma yasağına uymayarak Grant Park’ta toplanmaya ve şehrin dört bir yanında yürüyüş yapmaya devam etti. Bunun üzerine polis ile göstericiler arasında şiddetli bir çatışma patlak verdi. Hükümet, 12 bin polis memuru, 7.500 asker ve 6 bin ulusal muhafızı Şikago’ya gönderdi. Göstericiler, “Bütün dünya bizi izliyor” diye slogan atarken polis hiçbir şey duymuyordu. Öyle ki yüzlerce gösterici olaylar sırasında ağır yaralandı. Polis şiddeti devam ederken aralarında Şikago Yedilisi’nin de olduğu 600’e yakın kişi tutuklandı."
Hikâyenin iç yüzü hakkında öncelikli bilmeniz gerekenler bunlar. Sonrasini filmi izleyenler zaten görecektir, izlemiş olanlar ise şuan fıldır fıldır filmi ve karakterleri araştırıyor muhtemelen. Çünkü benim, filmi izledikten sonraki ilk işim buydu.
Siyasetle ilgilenmiyor olabilirsiniz, fakat o sizinle ilgileniyor. Hayatımızın kaçınılmaz bir gerçeği, Türkiye için ise neredeyse günlük hayatımızın bir parçası. Bu film ise ister ilgilenin ister ilgilenmeyin, sadece Amerika değil; tüm dünyada insanın gördüğü en büyük kötülüğün yine insandan geldiğini çarpıcı bir biçimde gözler önüne seren bir film.
60'lı yıllar, özellikle filmlerde idealize edilmesi en kolay kuşağın ortaya çıkışıdır. Psikedelik unsurlar, çiçekler, dumanaltı sahneler, 'savaşma seviş' edebiyatı vs. İnsana görsel bir şölen sunması açısından gerçekten de yönetmenlere kolaylık sağlayacak unsurlar. (Bizim de sevdiğimiz şeyler yalan yok.) Fakat filmin yönetmeni olan Aaron Sorkin, bu kuşağı anlatırken kullanılan klişe unsurlara yaslanmadan tamamen gerçekleri görebileceğimiz bir bakış açısıyla ele almış bu filmi.
Ve gerçekten de çok ama çok başarılı, etkileyici bir yapıt koymuş ortaya.
Gerek filmde kullanılan müzikler olsun (ki arkaplanda rock'n roll çalacağını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz), gerek protesto sahneleri ve en önemlisi mahkemenin bilinenden uzak ama yaşatılan duygulara eğilen en doğru atmosferde yeniden canlandırılması insana izlerken derin derin iç çektirecek.
Tabii ki bir film eleştirisinde siyaset konuşmayacağım fakat şunu bilin isterim, en başta da belirttiğim gibi siyasetten ne kadar kaçarsanız kontrol edilmeniz o kadar kolay olur. O yüzden sırf siyasi içerikli diye filmi izlemek istemeyen arkadaşlar tekrar düşünsünler.
Bu film hem psikolojik, hem sosyolojik, hem de ideolojik analizler yapabilmeniz için izleyebileceginiz en iyi filmlerden biri.
"Çünkü, yaptıklarımızdan değil; kimliğimizden dolayı hapse atılıyoruz!"