Spoiler içeriyor
Okuyacağınız bu satırlar, odakta Jagten ve bağlantılı olarak Captan Fantastic filmleriyle alakalı izlemeyen için yoğun miktarda tat kaçırıcı bilgiler içeriyor. Lütfen ona göre okuyun. Art arda gelen iki günde izlediğim bu iki filmi, ufak da olsa bir yerlerden bağlamak benim…devamıOkuyacağınız bu satırlar, odakta Jagten ve bağlantılı olarak Captan Fantastic filmleriyle alakalı izlemeyen için yoğun miktarda tat kaçırıcı bilgiler içeriyor. Lütfen ona göre okuyun. Art arda gelen iki günde izlediğim bu iki filmi, ufak da olsa bir yerlerden bağlamak benim çok hoşuma gitti. Konuya sadece bu ikisi özelinde değineceğim. Umarım siz de keyifle okursunuz.
Jagten/The Hunt/Onur Savaşı. Av. Yani Lucas. Filmi Onedio'nun "Neyin kafası bu? Orijinal İsimlerinden Türkçe'ye Çok Farklı Çevrilmiş Film İsimleri" başlıklı listesinde de görebilirsiniz. Çok alakasız ve saçma çeviriler var ama bunda emin olamadım. "Av" filmin her şeyiyle çok örtüşüyor, ki benim bu iki filmi bağdaştırdığım nokta burası, ama Onur Savaşı da rahatsız eden bir çeviri olmadı benim açımdan.
Film kısaca, anaokulu öğretmeni olan Lucas'ın, aynı okulda öğrenci olan en yakın arkadaşının kızına karşı haksız taciz suçlamaları ve bununla birlikte gelişen olayları anlatıyor. Küçük kızda en belirgin psikolojik tanı OKB ve hareketlerinden de anlaşılacağı üzere yolunda gitmeyen bir şeyler var. Konu, aynı odanın farklı yönlere bakan iki penceresi gibi. Merkezde çocukların var oluşuna karşı sonsuz güvenden gelen tehlikeli bir kayıtsızlık var. Bunun sonuçları da bir istisna ve uç nokta örneğiyle çok güzel anlatılmış. Bu bana, filmi ince nüanslariyla anlayarak izlemeyen birinin kendi hayatında çocuklara karşı gereksiz bir güvensizliğe girme ihtimalini düşündürdü.
Kızdaki OKB'yi bariz şekilde bilen tek kişi Lucas'ken bunu ve kendisini öpmesini bir sorun olarak algılamayıp eyleme geçmemesi, çocuklara karşı kayıtsızlığın filmdeki diğer bir boyutu. Bu boyut benim daha çok dikkatimi çekti. Bir öğretmen olarak en yakın arkadaşının kızının psikolojik durumlarını dile getirmeliydi. Kilit nokta burasıydı, en temel sorundu ve diğer bütün sorunlar bunun üzerine katlanarak şekillendi. Nitekim bu temel iki sorun da daha sonra bahsedilemeyecek bir hale geldi. Kızın babasının en yakın arkadaşına inanma ihtiyacı ve yaşadığı korkunç psikolojik ikilem çok güzel anlatılmış. Tam zıt yöne bakan pencerede de sorgulamayan konsensüsün yıkıcı etkileri klasik olarak işlenmiş. İstisnaları inceleyerken farkındalık yaratması bakımından unutmayacağım bir örnek.
Burada avcılık, toplumsal hayatta önemli bir yere sahip. Filmin sonunda da gördüğümüz gibi erkek çocukları belirli bir yaşta av tüfekleriyle, yani avcılıkla onurlandırılıyor. Avcılıkla kutsanıyor. Baştan sona savunmasız bir av olan Lucas, kendi avcılarıyla birlikte atadan yadigar tüfeği oğluna teslim ederek onun da 'sonunda' bir avcı oluşunu kutluyor. Yaşadıklarının oğlu üzerindeki etkileri böylelikle derinleşmeden son buluyor. Baba, oğlunu güvenceye alıyor. Üstelik av olarak yaşadığı her şeyden sonra kendisi de ondan beklenildiği gibi avcı kimliğinde. Sular duruluyor (?) ve oğlunun bir avcı olarak çıktığı ilk ava kendisi de katılıyor. Suçsuzluğunun cemiyetteki resmiyetini istiyor.
Benzer şekilde Captan Fantastic, bir av sahnesiyle başlıyor. "Medeniyetten" uzak, doğanın içinde, karısı ve altı çocuğuyla kendilerine alışılmışın dışında bir hayat kuran Ben, en büyük oğlunu ilk avının kanıyla kutsayarak şunları söylüyor: "Bugün çocuk öldü ve onun yerine bir adam geldi." Birbiriyle her açıdan bariz farklılıkları olan bu iki atmosferde, yaşam biçiminde, en büyük aynılığın av/avcı temaları oluşu, bazı metaforik toplum dinamikleriyle ilgili çok şey anlatıyor. Yine alakalı sahneler olarak Jagten'de Lucas'a karşı kapanışta; Captan Fantastic'te ise Ben'e karşı kayınpederinin kasıtlı ıskalanan nişanları, avcının hâla ve yine de tetikte olduğunun göstergesi. Ben'in durumunda nihai bir taraf seçmek izleyenin kişiseliyle alakalı olsa da, onun bir av oluşu, bağlamın değişse de anlamların nasıl eklemlenebileceğini göstermesi açısından çok ilgi çekici. Ben, sadece kendi değil, karısı ve çocukları da soyutlandığı, dışında kaldığı hayatın avı konumunda. Öyle ki karısı, belki de bu seçimin dolaylı etkileriyle kendi yaşamına son vermiş. Burada av(lar), film boyunca bazı inançları konusunda diretse de sonunda tetikte yaşamanın verdiği tedirginliği hafifletmeyi seçiyor. Mecbur kalıyor. Biraz daha az dikkat çekerek, yine de ana hatlarıyla kendilerince yaşayabilecekleri daha "ılımlı" bir alternatife yöneliyor.
Bütün bunlar ise bana şunları düşündürüyor; suçsuz dahi olsan bir kere "av" olduktan sonra, o kalabalık ve çılgın partinin göstermelik de olsa verandasında takılmak konuşanları susturmaya yeter mi?