"Ve yine soruyorum kendime: "Ne yaptın yıllarına? En iyi zamanlarını nereye gömdün? Yaşadın mı, yaşamadın mı?" Ve yine kendi kendime diyorum ki: "Bak, çevrendeki her şey nasıl gittikçe soğuyor... Umutsuzluk, yalnızlık içinde yıllar geçecek, titrek yaşlılık bastonuna dayanarak karşına dikilecek.…devamı"Ve yine soruyorum kendime: "Ne yaptın yıllarına? En iyi zamanlarını nereye gömdün? Yaşadın mı, yaşamadın mı?" Ve yine kendi kendime diyorum ki: "Bak, çevrendeki her şey nasıl gittikçe soğuyor... Umutsuzluk, yalnızlık içinde yıllar geçecek, titrek yaşlılık bastonuna dayanarak karşına dikilecek. Her şey hüzne, kedere bürünecek... Yaşadığın o parlak dünya sönecek, düşler sarı yapraklar gibi bir bir dökülecek... Ah Nastenka, yalnız, yapayalnız kalmak hüzünlü olacak; üstelik ardından üzülebileceğin bir şeyin de olmayacak: Hiçbir şeyin, hiçbir şeyin olmayacak... Çünkü bütün kaybettiklerin kocaman bir sıfır, saçma sapan bir düş..."
Yazıma okumuş olduğunuz alıntıyla başlamak istedim çünkü bu satırlarda benliğimi görmenin verdiği burukluğu hissetmek beni kendime getirdi. Kitabımız, farklı farklı hikayelerden oluşan, Dostoyevski abimizin o muazzam kaleminden çıkan ve okurken su gibi akan (her ne kadar konu bakımından olmasa bile) satırlardan oluşuyor. Rus edebiyatının baş yazarlarından olan Dostoyevski abimiz, diğer yazmış olduğu kitapları olan Suç ve Ceza, Karamazov Kardeşler ya da Eccinler gibi ağır bir eserle baş başa bırakmıyor bizleri. Bu kitap, daha çok "Dostoyevski'ye giriş" niteliği taşıyor. Roman kısmında gayet başarılı olan yazarımız, öyküler kısmında da bir kaç eksiği dışında kendisini net bir şekilde ispatlıyor. Özellikle Nastenka'nın bulunduğu öyküye kalbimi bıraktım. Her ne kadar içim burkulsa bile, hafif bir tebessümle bitirdim öyküyü. Diğer bölümlere ise "bunun kadar iyi" veya "ortalamanın üstünde" dersem yalan söylemiş olurum çünkü beni kitaba çeken, hevesle okumamı sağlayan öyküler değillerdi maalesef. Bu eksiği kitabı kötü mü yapıyor? Kesinlikle hayır. Sadece kişisel olarak beklentimi yüksek tuttuğum için beğenmedim. Daha çok yeşilçam filmlerinin seneryolarına benzettim bazı yerleri. Kimileri klişe, kimileri ise çok sıkıcıydı. Sanırım diğer kitaplarına oranla beklentiyi yüksek tutmam, benim yapmış olduğum bir hataydı. İki öykü dışında maalesef diğerlerini beğenemedim. Özellikle şu aralar Tolstoy ve Dostoyevski arasında gidip gelen okuma trafiğim, net bir şekilde Tolstoy'a doğru kayıyor. Yazım tarzı, üslup ve konu itibariyle bir türlü Dostoyevski'yle kendisini bir tutamıyorum çünkü Tolstoy bana daha çok hitap ediyor. Evet, bu konuya girmesem olmazdı. Tolstoy mu, Dostoyevski mi konusunun net ve değiştirelemez cevabını söylüyorum. Dostoyevski gitsin, kumda oynasın. Tolstoy abimiz, Dostoyevski'yi döver :D
"Kalbim konuşurken nasıl sessiz olacağımı bilmiyorum."
Neyse, kitaba dönelim. Açıkcası yazar kısmında Dostoyevski adını görmesem, düşük kalitede bir kitap olarak nitelendirirdim ama bu ismin bir ağırlığı olması sebebiyle, "eh işte" damgasını yapıştırıyorum. Velhasıl kelam, "Beyaz Geceler" ve "Başkasının Karısı" öykülerini beğendiğim, betimleme, akıcılık ve yazım tarzı olarak sevdiğim ama konu bakımından beni içine bir türlü çekmeyen ve hayal kırıklığı yaratan bir Dostoyevski kitabı oldu. Keşke böyle bir öykü kitabından daha fazlasını beklemeseydim. Büyük beklentileri bir kenara atıp okunduğunda, sizlerde yeterli bir tatmin hissi bırakır düşünüyorum.