Enteresan bir kişilik. Antik dünyadaki diğer Apollonios'lardan ayırt edebilmek için memleketi olan Tyana ile anılan bu kişi bir yönüyle filozofu, diğer yönüyle kâhin veya peygamberi andırır. Tyana'lı olan birinci yüzyılda yaşamıştır ve şifacılığı, ermişliği ve filozofluğu tartışmalıdır. “Sersem herif sepetin…devamıEnteresan bir kişilik. Antik dünyadaki diğer Apollonios'lardan ayırt edebilmek için memleketi olan Tyana ile anılan bu kişi bir yönüyle filozofu, diğer yönüyle kâhin veya peygamberi andırır.
Tyana'lı olan birinci yüzyılda yaşamıştır ve şifacılığı, ermişliği ve filozofluğu tartışmalıdır. “Sersem herif sepetin tekiydi” demiyorum elbette. Fakat ilk iki niteliğini uluorta kesinmiş gibi dillendirmemek gerekiyor. Şifacı, yani tıpla meşgul? O zaman doktor dememiz gerek. Bu akıllara “Alternatif tıp mı yoksa?” sorusunu gerirmiyor değil. Birtakım ciddi teknikleri saymazsak, o vakit aptal reklam kanallarında sürekli tekrara erişen bal satıcıları kadar mühim bir iyileştirici olmalı.
Ermişliğine değinmiyorum bile, zira ben bir insanın diğer insanların eremediği bir yere erdiğinde bunu onlara anlatmak suretiyle onları da erdirebileceğini varsaymak isterim, böyle bir şeyin olduğunu görmedim. Kaldı ki ermiş bile görmedim.
Filozofluğu mümkün olabilir. Makro ve mikro-evren üzerine düşünen ve neden-sonuç ilişkisi konusunda kırmızı çizgileri olan çoğu kişi ölmeden önce ya da ölümünden sonra filozof olarak kodlanmıştır.
Tyana'lı Apollonius'un asıl olayı İsa ile karşılaştırılmış olmasıdır. Bazıları bu karşılaştırılmayı "karıştırılma" olarak düşünmüş ve “İsa adında biri yokmuş, İsa'yı aslında birinci yüzyılda yaşamış olan Tyana'lı Apollonius adında bir ermiş ile karıştırmışlar, kilisenin tanıttığı İsa oymuş” fikrini edinmiştir. İşin esası pek öyle değil.
Şimdi bu adama uluorta şifacı ve ermiş deniyor ya, bu eskiden de oluyor, yani birileri ona “Tyana'lı şifacıydı, ermişti, birçok mucizesi vardı, hatta bir keresinde bir ölüyü bile diriltti.” diyordu. Denildiği türden bir yeteneği olduğunu sanmıyorum, fakat denmiş işte. Bunu diyenlerin en meşhurlarından biri de üçüncü yüzyılda yaşamış olan, Sossianus Hierocles adında Romalı bir aristokrattır. Bu zat Hıristiyanlardan o kadar çok nefret ediyormuş ki, Hıristiyanlığı yerin dibine sokan bir kitap yazmış. Muhtemelen 302 yılında yayınlanan bu kitabı dönemin Suriye'si ve Filistin'inde ve sonunda 303'te nicomedia'da okuyucuyla buluşmuş. Hierocles klasik Roma'daki yazarın yazdığı kitabı gala gibi bir ortamda yüksek sesle okuması geleneğine uygun olarak kitabına halka açık bir şekilde okumuş. Hierocles, Hıristiyanları gıcık edecek ya, kitabında temel olarak İsa'yı Tyana'lı apollonius ile kıyaslayıp “Ne yani Apollonius'un da mucizeleri var, hatta daha fazla ve büyük mucizeleri var ama ona İsa'ya dediğiniz gibi tanrı demiyorsunuz?” sorusunu yöneltmiştir.
Yazdığı bu kitap günümüze ulaşmadı. İçeriğine ilişkin bu bilgiyi Hierocles'in tezine uyuz olan koyu Hıristiyan Lactantius'un (kendisi kilise'ye aykırı olan görüşlerle alay eden karanlık bir tiptir ve “Dünya yuvarlak mıymış? Dönüyor muymuş? Ahahahaha aptallar, dünya tepsi gibidir ve hareketsizdir, öyle olmasa kayar düşerdik, ne aptallar var.” şeklinde konuşan skolastik bireylerin en bilinenlerindendir) ona yazdığı cevaptan ve daha sonra yaşamış olan caesarea'lı Eusebius'un yine cevap niteliği taşıyan eserinden alıyoruz. Tersten giderek, cevaptan soruyu, savunmadan suçlamayı öğreniyoruz.
Eusebius'un cevabında Hierocles'in zekice ve bir o kadar ahlaksızca bir propaganda yürüttüğü tezi hakimdir, buna göre Hierocles İsa gibi tanrı'nın vücut bulduğu yüce bir figürü basit bir büyücüyle kıyaslayarak büyük bir aptallık yapmıştır. Ancak Eusebius'un hedefindeki kişi ziyadesiyle doğrudan Apollonius değil, onun biyografisini yazanlar ve onların aktardıklarıdır. Dolayısıyla burada daha çok Lactantius'un savunması üzerinde duracağım.
Lactantius ise Contra Hieroclem (Hieroles'e karşı) başlıklı metninde Hierocles'i Hıristiyanların saf inancıyla alay etmekle suçlamış ve “İsa'nın tanrı olduğuna inanıyoruz, çünkü o tanrıdır” demiştir. Bununla birlikte Apollonius'un İsa'dan daha yüce bir olduğu konusunda hiçbir şüphesi olmayan Hierocles İsa'ya saldırmakla kalmamış, havarilerden Petrus ile Paulus'a da çamur atmış, onları, "şarlatan" olmakla itham etmiştir.
lactantius ise havariler meselesi üzerinde pek durmayıp isa'nın apollonius'a olan yüceliğini inanç dışındaki çileci duyuşla da kanıtlamaya çalışmıştır. buna göre isa gibi roma devleti tarafından suçlu bulunan apollonius'un kaçtığına, buna karşın isa'nın yakalanmak şöyle dursun çarmıhını bizzat kendisi taşıyarak ölüme gittiğini söylemiştir. insanlığı kurtarmak adına sergilenmiş olan bu çileci tavrın tanrı'ya, apollonius'un tavrının ise, afedersiniz, tavuk-yürekli birine yakıştığını söylemiştir. tavuk-yürekli tamlamasını ben ekledim tabi ki, böyle bir şey yok.
Lactantius'a göre İsa'nın Apollonius'a olan bir üstünlüğü de İsa'nın adının önceden Yahudi kehanet metinlerinde geçmesi, buna karşın tavuk-yüreklinin adının geçmemesidir. Dahası Lactantius ziyadesiyle yunan felsefesiyle meşgul olan Apollonius'un (tavuk-yürekli demeyelim, belki inananları vardır, mahkemeye vermesin sonra kutsalına hakaret ettik diye) Yahudi geleneğinin müjdelediği kurtarıcının kendisi olamayacağını da söylemiştir, “Bizim fikirlerimiz felsefeyi aşar.”
Ayrıca Apollonius'un şifacılığı, ermişliği, büyücülüğü minvalindeki dedikoduları çıkartan cinlerle irtibat kurarak gerçekleştirdiği, adına Thaumaturgus denilen karanlık törenleri de vardır. “Bu nasıl kurtarıcı yahu?” der gibi olmuştur Lactantius.
Her neyse, metinden çok saptım.
Apollonius, Türkiye'de yeterince tartışılmamıştır, ancak batıda kendisinin gerçek İsa olduğuna dair birçok yayın yapılmış, birçok tartışma olmuştur. “Peki, bunun aslı var mıdır?” Yaşadığı döneme dair anlatıların azlığından ötürü bu soruya cevap vermek zor, sadece metinsel anlatılara odaklanmak daha doğru olur, elbette insanlar spekülasyon üretmek konusunda hürdür, ancak bunun için de refersans kaynağı olarak kullanılabilecek antik metinler var.
Bu metinlerin ilki ve en önemlisi, Tyanalı Apollonios'un yaşamını anlatan Atinalı Philostratos'un literatürde Vita Apollonii olarak anılan, 8 kitaptan oluşan eseridir. bu, günümüze ulaşan biyografik nitelikli en uzun metindir.
İlk dört kitap Apollonios'un Hindistan'daki bilgeleri ziyareti ile başlar, Roma'ya gelişi ve imparator Nero'nun tiranlığını deneyimlemesiyle son bulur. Diğer dört kitap farklı konular içerir, örneğin Apollonios'un Etiyopya'yı ziyareti ve orada “çıplak adamlar ile” (Gymnosofistler) buluşması anlatılır, daha sonra Roma'da zalim imparator Domitianus tarafından tehlikeli bulunup yargılandığı, hapse atıldığı ve orada yaptığı konuşmalarla ve kendisine atfedilen mucizelerle serbest bırakıldığı üzerinde durulur.
Philostratos'un metninin önümüze koyduğu Apollonios, bazen Pythagorasçı ruh ve dünya öğretisinin savunucusu bir filozoftur. Nitekim etrafındaki kişilerle yaptığı konuşmalar aktarılırken, tıpkı Pythagoras gibi bir üstat olarak sunulur. Apollonios'un Pythagoras'ı daimon yani tanrı ile insan arasında özel bir tanrısal varlık olarak gördüğünü anlıyoruz. Benim metinden edindiğim izlenim, onun kendisini de yeryüzündeki daimonlar sınıfına ait gördüğüdür.
Mesajının adresi sadece roma, Etiyopya veya Hindistan'da karşılaştığı kişiler değil, tüm insanlıkmış gibi görünüyor. bu açıdan bakıldığında kinik ve stoacı kosmopolitanizm idealinin de savunucusudur, yurdunu tüm dünya olarak belirler, tüm insanlığı kardeşler birliği olarak görür, bunu da herkesin tanrı'yla akraba olduğu fikrine dayandırır.
Diğer Roma imparatorlarıyla olan diyalogları iktidar temsillerinden çekinmediğini, hatta kendisini onları tarih önünde yargılayabilecek kadar onlardan üstün gördüğünü ortaya koyuyor. İmparator Vespasianus'a yazdığı bir mektupta onu yunanlara tanınan birtakım hakları kısıtlamasından ötürü eleştirir ve Nero'nun tanıdığı hakları iptal etmekle, hatta Atina'yı yakan Persia'nın kralı Kserkses'e öykünmekle suçlar. Sophokles'in kral Oidipous'undaki Teiresias Oidipous'a “Senin için değil, tanrı Apollon için yaşıyorum” der, Tyanalı Apollonios da imparator Domitianus karşısındaki konumunu bu mottoyu örnek alarak belirlemiş, tek farkla, Apollon yerine bilgeliği koymuş. [Philost. vit. ap. 7.4.2] Bu, onun hiçbir imparatora ve yeryüzü yasasına tabi olmadığını ifade ediş biçimidir, o sadece bilgelik aracılığıyla kavradığı, tüm evrene hükmeden tanrısal iradeye tabidir.
Son olarak, tyanalı Apollonios şöyle dua edermiş: “Ey tanrılar, bana hak ettiğimi verin.” [Philost. vit. ap. 4.40.2] Bu gönderiyi, herkesin hak ettiğini bulması dileğiyle kapatmak isterdim, fakat bu iyimserliği rasyonel bir şekilde temellendirilmemiş bir dilek, bu sebepfen ötürü gönderiyi ünlü feylesof Bob Dylan'ın son şarkısı false prophet'ın giriş dizeleriyle bitirmek daha doğru olur diye düşündüm:
"another day that don't end
another ship goin' out
another day of anger, bitterness, and doubt"