Spoiler içeriyor
Samuel Beckett'ın yazdığı tek senaryodan (altı sayfa) çekilen, komedinin üstadı Buster Keaton'la Alan Schneider'ı bir araya getiren, sessiz ve yirmi dakika olmasına rağmen üzerine saatlerce konuşulabilecek derinliğe sahip siyah beyaz bir kısa Film. Filmin başından beri izlenmek istemeyen bir adamı…devamıSamuel Beckett'ın yazdığı tek senaryodan (altı sayfa) çekilen, komedinin üstadı Buster Keaton'la Alan Schneider'ı bir araya getiren, sessiz ve yirmi dakika olmasına rağmen üzerine saatlerce konuşulabilecek derinliğe sahip siyah beyaz bir kısa Film.
Filmin başından beri izlenmek istemeyen bir adamı izliyoruz. Kimseyle göz göze gelmemeye çalışan, yüzünü bir bezle kapatan, eve girince duvarda sürüne sürüne perdeyi kapatmaya giden, kedi ve köpeğini dairesinden çıkaran, muhabbet kuşu ve balığının üstünü örten, göz içeren bir resmi ve insanların bulunduğu fotoğrafları yırtan bir adamla karşı karşıya kalıyoruz.
Aslında karşı karşıya demek yanlış bir tabir oldu çünkü filmin sonuna kadar kendisini arka plandan izliyoruz. Ancak ne zaman ki adam her şeyden kurtulmasına, kendini dünyadan soyutlamasına rağmen kendisiyle başbaşa kalıyor, işte biz de o zaman kendisinin yüzünü görebiliyoruz.
🌪 İşte filmin kırılma anı. Bizlere ya da baktığı yönü düşünürsek kendisine "Beni izlemeyi kes." dercesine bakıyor ve yüzünü elleriyle kapatıyor. Gitmiştir umuduyla tekrar ellerini açıyor ama o kendi içine kapandıkça kendisiyle daha da çok başbaşa kalıyor aslında. Tekrar kapıyor, tekrar açıyor, tekrar kapıyor, tekrar açıyor ve film açık bir gözle son buluyor. Benim fikrimce artık kendisinden kaçamayacağını anlıyor, gerçeği kabulleniyor.
Benim bu kısa filmden çıkardığım sonuç: Kişi her şeyden kaçabilir ama kendisinden asla kaçamaz. Vicdan, kıskançlık, ego, sorumluluklar... Kişinin eninde sonunda kendisiyle yüzleştiği gerçeği değişmese de kendisinin karşısına ne şekilde çıktığı değişebiliyor. (Beckett'ın da, ana karakterin kendinden niçin kaçtığını bizlere anlatmayarak bu noktaya değindiğini düşünüyorum.)
🌪 Evcil hayvanlarından kurtulmaya çalışmasını sorumluluklarından kurtulmak istemesi olarak yorumladım. Kimseyle konuşmaması, görünmek istememesi, insanı hatırlatan her şeyi yok etmesi ise, belki de insanların kendisini yargılayacağını düşünmesindendir. Belki de karakterimiz çok kötü bir şey yapmıştır ve sonunda vicdanıyla başbaşa kalıyordur.
💬 Araştırmacılar ve eleştirmenler, 1965’te tamamlanan bu yirmi dakikalık filmi o zamandan beri yorumlamaya çalışıyor. The New Yorker, yazara bu filmi “sokaktaki insan”ın anlayabileceği şekilde açıklamasını istediğindeyse Beckett’ın yanıtı şöyle oldu: “Film, gözlemlemekte olan bir göz hakkında; aynı adamın iki ayrı parçası olan algılanan ve algılayan hakkında. Algılayan, çıldırmışçasına algılamak istiyor ve algılanan da umutsuzca kaçmaya çalışıyor. Sonunda da biri kazanıyor.”
🌪 Muhtemelen "kazanıyor" derken algılayan gözü kestediyor Beckett. Peki bu algılayan göz tam olarak neyi algılıyor ki, algılanan göz bundan çok korkuyor?
🌪 Algılayıcının insan olduğunu varsayarsak: Öncelikle finalde adamın dördüncü duvarı yıkarak bizlere baktığını hatırlayalım. Sonrasında adamın aslında kendine yani algılayan tarafına baktığını, ondan korktuğunu görüyoruz. Yani film bir nevi izleyiciyle algılayan gözü eşleştirmiş oluyor. Birden kendimizi algılayan göz olarak buluyoruz. Ve izleyicinin de herkes olabileceğini göz önünde bulundurursak Beckett tüm insanlığa algılayıcı demek istemiş olabilir. Peki o zaman algılanan ne? Belki de burda içsel bir yolculuğa çıkmamızı istemiştir Beckett. Çünkü algılayıcı insan olunca algılanan kısma somut bir şey kalmıyor. Dünya, hayvanlar, bitkiler... Evet birçok şey var ama bunlar algılayıcının algılamak için çıldıracağı şeyler mi, pek sanmam. Daha gizli, saklı, içsel bir şey olmalı. Bir his, bir duygu olmalı, belki bir inanç olmalı bu algılanan; insandan korkan. Kesin olarak ne olabileceğini ise bence asla bilemeyeceğiz. İnsanlar 1965'ten beri Film'i yorumlamaya çalışıyorlar ama bence ne anlattığı seyirciye bırakılan, herkesin kendine göre yorumlayabileceği bir film bu. Kim neyi korkutuyorsa, algılanan kefesine onu koysun düşüncesiyle yazmış olabilir senaryoyu Beckett. Tabi bunların hepsi benim uydurmalarım. Beckett'le oturup bir muhabbet etmek, bu senaryoyu hangi fikre hizmet amacıyla yazmış, oturup öğrenmek isterdim.
🌪 Algılananın insan olduğunu varsayarsak: Beckett bize filmi sonradan ortaya çıkan adamın gözünden izlettirdiği gibi ana karakterimizin gözünden de izlettiriyor. Bizlere korktuğu, kendisini izlememesini istediği şeyi gösteriyor. Yani burda da izleyiciyi algılananla eşleştirmiş oluyor diyebiliriz. Aynı şekilde ikinci paragrafta anlatmış olduğum adamın yaptığı şeyler de algılanmama isteğini bizlere gösterdiğinden bu varsayımı destekliyor. Peki ne tarafından algılanmaktan korkuyor? Finalde ortaya çıkan adam, ana karakterimizin aynısıydı. Yani yine içsel bir şeyden kaçıyor olmalı. İlk varsayımla aynı olaylar, sadece taraflar değişti. Bu kaçınılan içsel şeyin ne olduğu ise yine muamma. Yine izleyiciye bırakıldığını düşünüyorum bunun. Vicdan, kıskançlık, ego, sorumluluklar... Herkesin kendi içinde neyden kaçtığı değişebiliyor.
🌪 Ana karakterimizin fotoğraflara gayet rahat bir şekilde bakarken kendini görünce neden birden hepsini yırtmaya başladı, bunu hâlâ çözemedim. Belki de diğer her şeyden (kendisi dışındaki) tüm bu kaçışı, saklanmayı tetikleyen aslında kendisiydi. Peki neden? Belki de kendini görmek ona yaptığı kötü bir şeyi hatırlatıyordur ve bu yüzden de her şeyden kaçmaya çalışıyordur. İlk olarak kendisinden ve sonra da geriye kalan her şeyden... Bu da vicdan varsayımımı destekliyor gibi.
🌪 Peki ana karakterimiz neden kendisiyle karşılaşmadan önce nabzını kontrol ediyor? Sanki ölüm saatini beklermiş gibi... Belki de içsel benliğini ölüm olarak görüyordur. Tam bu olaydan sonra hemen uykuya dalıp tekrar uyanması ise bu ölümün gerçek bir ölüm değil de aslında bir hesaplaşma olduğunu bizlere gösterir nitelikte.
🌪 Belki de başından beri kendisiyle karşılaşacağını biliyordu? Evet kendini görünce çok şaşırması bunu desteklemiyor ama bu, bilse bile inanmak istemeyeceği bir gerçek de olabilir. Bu yüzden düşündüğü şey gerçekleştiğinde bu kadar şaşırmış olabilir.
🌪 Neden göz bandı takan, tek gözü kapalı bir karakter izliyoruz? Gözler ruha açılan pencereler değil midir? Bence ana karakterimiz içsel benliğinin içinde kalmasını, dışarı çıkmamasını istemesi sebebiyle bu göz bandını takmış olabilir.
💬 Alan Schneider'ın senaryo ve Beckett’le çalışmakla ilgili cümleleri: “Senaryo 1963’ün ilkbaharında geldi ve tamamen anlaşılmaz olduğu bölümler dışında oldukça şaşırtıcı altı sayfalık bir taslaktan oluşuyordu. Samuel’in gayri resmi tonuyla yazılmış ekler de içeriyordu: açıklayıcı notlar, felsefi ilaveler, mütevazı çekim önerileri, elle çizilmiş bir dizi şema… Bunu bir yıllık bir hazırlık aşaması takip etti. Bu süre boyunca hiçbir diyalogun olmadığı (karakterlerden birinin ‘Şşş’ diye fısıldaması dışında) senaryoyu tekrar tekrar okuduk, Sam’e yüzlerce soru sorduk –çoğu zaman postayla, bir kere de Montparnasse’daki dairesinde bizzat görüşerek– ve bu kışkırtıcı altı sayfanın görsel açıdan gerektirdiklerini kafamızda canlandırmaya çalıştık. Nihayetinde Beckett’in her yeni çalışmasının ortak paydası olan gizemler ve soru işaretleri büyüleyici bir netlikle çözüldü ve karşımızda belirdi."
Ek olarak Beckett, başrol için Charlie Chaplin'de ısrar etmiş ancak bir kaynakta Chaplin'in teklifi reddettiği, bir kaynakta ise senaryonun kendisine hiç ulaşmadığı yazıyor.