“Kimsenin çalışmalarını değersizleştirmesine izin verme. Çalış. Güvenebileceğin tek şey o, geri kalan her şey kırılgan.” Evet, asla tam olarak geldim veya gidiyorum diyemediğim raf ziyaretlerimden biri sonucunda ilk defa ‘doğru düzgün’ bir dizi yorumunda bulunacağım. Bir süre öncesinde bunu denemiş…devamı“Kimsenin çalışmalarını değersizleştirmesine izin verme. Çalış. Güvenebileceğin tek şey o, geri kalan her şey kırılgan.”
Evet, asla tam olarak geldim veya gidiyorum diyemediğim raf ziyaretlerimden biri sonucunda ilk defa ‘doğru düzgün’ bir dizi yorumunda bulunacağım. Bir süre öncesinde bunu denemiş pek de içime sinmeyen gönderilerde, düşüncelerimi tam olarak yansıtamadığım paylaşımlarda bulunmuştum. Sonrasında da bunu iyice düşünmeden yapmamaya karar verdim ve sanırım o zaman bu zaman oluyor. Yorumlamaya ise ‘bende olsa da olur olmasa da’ bir diziden başlamak istedim. Bebek adımları gibi düşünüyorum bunu çünkü malumunuz bir şeyi ne kadar severseniz onun hakkında konuşmak o kadar zor oluyor.
Maid. Hikayede bir duygusal şiddet kurbanı Alex’in bağımlılık oluşturduğu ortamdan uzaklaşarak kendisi ve kızı Maddy için daha iyi bir hayat kurma çabasını izliyoruz. Sanıyorum uzun zaman sonra ilk defa bir başrol karaktere ve onun seçimlerine hiçbir konuda kızamadım. Bahsettiğim seçimler her ne kadar yanlış ve ona zarar verecek şeyler olsalar da ne yapmaya çalıştığını veya nasıl bir psikoloji içinde o yollara saptığını biraz düşündüğünüzde, uzun lafı kısası ‘empati’ yapabildiğinizde Alex’e kızmak veya o ve onun gibi kadınları -Danielle...- yermek aklınıza zaten gelmeyecektir. Bahsettiğim psikolojiyi ve her şeyi geçerek söylüyorum, başlı başına Alex’in kızı için gösterdiği çaba bile her defasında bana annelerin gerçek süper kahramanlar olduğuyla ilgili sözü hatırlattı. -Ama tabii sağ olun ben böyle iyiyim.-
Erkek karakterlere değinmek istiyorum biraz aslında. Sean, beni gerçekten yordu. Çocuk kalmış, hatta daha doğrusu büyüyememiş bir karakter. Onun da kendi travmaları var bunu anlayabiliyoruz ama Sean, bunu Alex gibi kendisine saklayanlardan değil de bununla etrafındakileri içten içe çürüten birisi. Alex’le olan ilişkisinde bunu çok net görüyoruz ve Sean bunu yoluna sokmaya da çalışıyor fakat burada asıl mevzu Maddie. Babasının Alex’e yaşattığı travmanın bir benzerini Maddie’ye yaşatan Sean bunun farkında bile değil. Kendisine ve onun gibilere hayatta iyi şanslar diliyorum ve umarım paralel evrendeki bir diğer versiyonu 20 metre çapımda dahi değildir.
Hank karakterini anlatmaya gerek yok diye düşünüyorum Sean’ı yukarıda anlattım çünkü.
Nate… Kendisine üzüldüğüm zamanlama kurbanı bir arkadaş. Ne 3 sene önce doğru zamanda doğru yerdeymiş ne de şimdi. Gerçi 3 sene önceki Alex ve şimdiki aynı insanlar olmadıkları için iki zamanı kıyaslayarak konuşmak doğru olmaz. Birçok kişinin bu yüzden Alex’e hakaretler yağdırdığı ve bir türlü neden yaptığını anlayamadığı o seçim sonucunda işleri mahvetmesine ben pek de üzülmüyorum. Nate her ne kadar çizdiği portreyle gerçekten iyi bir insan ve baba olduğunu gösterse dahi Alex için ‘sırası değil’di. Sean gibi son derece toksik bir insana karşı oluşturduğu bağımlılıktan henüz kurtulamayacağı belliyken Nate ile zaten herhangi bir başlangıç yine sağlıklı olmazdı. Kurtulmuş olsa da sağlıklı olmazdı gerçi çünkü Alex’in önce kendi kendisine yetebilmeyi öğrenmesi gerekiyordu. Hepimizin yapması gereken bu. O yüzden Nate ve Nate gibilere de Robin’den bir söz alıntılayarak iyi dileklerimi sunuyorum: “Timing is a bitch.”
Dizimiz Maid benim için bu kadardı. Margaret Qualley’i gerçekten çok beğendim, daha öncesinde hiçbir işini izlememiştim sanıyorum. Böyle yeni yüzlerin bu derece başarılı işler çıkarttığını görmek beni gereksiz heyecanlandırıyor. Umarım daha da çok geliştirir kendisini. Çekimlerini ve kullanılan müzikleri de ayrıca beğendim. Henüz izlemediyseniz inanın bir şansı hak ediyor.