Spoiler içeriyor
- Esaretin Bedeli - Evetttt. Tam olarak yks sürecime girmeden önce, bu film o kadar iyi geldi ki kendimde daha çok yaşama sevinci buldum.Peki bu film neden bu kadar mükemmel ondan bahsedelim. İlk önce biraz olay örgüsüyle başlayalım. Kibar, akıllı…devamı- Esaretin Bedeli -
Evetttt. Tam olarak yks sürecime girmeden önce, bu film o kadar iyi geldi ki kendimde daha çok yaşama sevinci buldum.Peki bu film neden bu kadar mükemmel ondan bahsedelim.
İlk önce biraz olay örgüsüyle başlayalım.
Kibar, akıllı ve zeki olan Bay Andy Dufreseye suç atılmasıyla, kendini bodoslama hapishanede bulur. Girer girmez eline verilen İncille hapishane müdürü şöyle der : "burada iki şeye dikkat ederim. 1 - İncil. 2- disiplin"
Aslında dediği bu iki kural da palavradır. Sadece kendi menfaatleri için dini ve disiplini kılıf olarak kullanır ve emin olun film boyunca bu pislik hapishane müdürü toksik bir dindar olmaktan öteye gidemedi.
Zaten normal dünya şartlarında da ortalığı karıştıranlar hep "düzeni sağlıyoruz " diyenler değil midir? Evet öyledir.
Sonra Mr. Dufrese hapishanenin ilk yıllarında çok zorlanır. Tecavüze kadar olaylar kötüleşir. Ama Allah aşkına bir insan bu kadar soğuk kanlı ve sanki başına gelen her kötü olayı önceden planlıyormuş gibi sakin olabilir mi ya? Sürekli bir mücadele halinde. Asla pes etmiyor. Hatta sonlarına doğru o kadar kötü şeyler yaşadı ki, ben bile "intihar ederdim " sanırım dediğim yerde adam tünel kazdı.
İnanabiliyor musunuz? Yaklaşık olarak 20 yıl boyunca küçücük (ismini şuan hatırlamıyorum) baltaya benzer bir şeyle kazıyor. Sonunda da 500 metrelik b*k çukurunda yüzüp özgürlüğe kavuşuyor. Tabiki de film de biraz abartılmış olabileceğini düşündüm, bana biraz gerçeklikten uzak geldi ama sonuçta vermek istenen mesaj aynı. Ne kadar kötü bir durumun içinde olursan ol, ya ölmek için çabalarsın ya da yaşamak için çabalarsın.
Yani ya umudunu kaybedip ölümü bekler bir halde olursun, ya da mücadeleye devam eder ve yaşamak senin için anlamlı hale gelir.
Andy Defresenin o azmini ve sabrını görünce gerçekten kendimden utandım. En ufak bir aksaklık da bile moralimin bozulduğu, istemediğim bir durumla karşılaşınca hemen ölümü bekleyen havalarına girmem.. Hepsi için utanç duydum. Çünkü Andy Dufrese nin ne kadar kurgu bir karakter olduğumu bilsem bile dünyanın bir yerinde onun gibi olan insanlar olduğumdan adım gibi eminim. Çünkü filmler de çoğu zaman bizi anlatır. Bizden olanları anlatır. Dünyanın hiç görmediğimiz yerlerindeki hikayelerden bahsederler.
Her neyse tabiki de bu yaşama sevinci meselesi böyle bir filmle falan olmaz. Sürekli içinde sürdürmen gereken bir olgu. Film ve dizilerin verdiği gazlar seni belli bir konuma kadar getirir. Ondan sonra yine aynı tas aynı hamam.
Pekala konu biraz dağıldı. En son Andy nin hapishanede yaşadığı zorluklardan falan bahsettik. Sonra birden Andy Dufrese in hayatı yükseliş dönemine girer. Yani ilk hallerine göre daha iyi olur. Çünkü iyi bir bankacı olduğundan mesleğini hapishanede kullanmaya başlar. Kütüphane falan yaptırmaya başlar, müdürün kirli parasını aklar. Polis memurları bile Andye ısınır gibi olur.
İşte burada kafama dank etti. Dedim ki "ulan bok çukurunda bile olsan, eğer gerçekten hakkıyla yapabildiğin bir iş varsa mutlaka seni diğer işe yaramazlardan ayıracak şekilde farklı bir konuma sahip olursun" hoş, müdür pisliğin teki olduğu için onu kullanmaya başladı ama sonuçta Andy diğerleri gibi hapishanede boş beleş sürünmek yerine bir şeyler uğruna çabaladı.
Arkadaşlar gerçekten farkında olmayabiliriz ama,
"boş kalp,
boş vakit,
boş zihin "
üçlemesi bir araya gelirse yaşadığın en kötü olaylardan bile daha rezil bir duruma düşersin. Çünkü insanoğlu bir şeyler çabaladığı sürece, bazı şeylerle mücadele ettiği sürece hala hayatı anlamlıdır. Onun dışında boş kaldığın her an sürekli ruhsuz ve depresif olursun. Hayatın boyunca "asla yapmam" dediğin şeyleri bile boş kaldığında, amaçsız olduğunda yaparsın.
Tabi ki de Andy Dufrese için bunları söylemek gerekirse, en kötü ortmada bile boş kalmayıp, eskiden edindiği mesleğini kullanabildiği için bir çıkış yolu buldu. Yerinde oturup hayata ve yaşamına isyan ederek yapmadı bunu.
Tabi Andy bu şekilde hapishanedeki hafif yükseliş dönemindeyken onun yanında çalışan Brooks ile karşılaşırız..
Kendisi 40 yıla yakındır Hapishanede kalmış , sakin (son sahnelerde pek öyle olmadı ama) , kendi halinde, kütüphanesiyle ilgilenen ve "Bu adamın orada ne işi var? " diyebileceğimiz türde birisi. Gayet sıradan ve klasik gelse de, filmin ortalarında af gelmesi ile hapishaneden çıkar. "Eee ne güzel işte, kurtuldu " diyeceğimiz sırada Adam kendini asar.
Evet. Yanlış duymadınız Adam kendini asdı!!
Neden? Çünkü bir yere bağlanmanız için oranın çok mükemmel olması gerekmiyor. Orada anılarınızın olması, yaşanmışlıklarınızın olması oraya bağlanmanız için yeterlidir. İşte Brooks da böyle olmuştu. Aslında 40 yılı aşkındır yaşadığı hapishaneye alışmıştı. O yüzden dışarı çıkması onun için özgürlük olmadı, alışkanlıklarını ondan ayırdığı için sonunu getirdi.
Aslında burada hapishaneyi biraz daha soyut olarak ele alırsak bir insan gibi de düşünebiliriz. Bazen birisi ne kadar kötü ve b*ktan olsa da elimizde olmadan ona bağlanırız. O kişiyle ya da mekanla iyi anılarınızın olmasına gerek yok. Yıllar içinde alışmanız yeterlidir.
Mesela bu yüzden çoğumuz çocukluğumuza hep bir özlem duyarız. Ne kadar büyüklerimiz "bizim zamanımızda şöyle güzeldi, böyle güzeldi "dese de aslında onlara öyle geliyordur. Çünkü özellikle çocuk olduğumuz yıllar her şeye, herkese daha bir saf niyetle yaklaştığımızdan, o dönemdeki anılarımız ve yaşanmışlıklarımıza bağlanırız. Büyüdükçe ve hata yaptıkça özümüzü hatırlamak için çocukluğumuza özlem duyarız.
Yani burada kısaca çıkarılacak şey, bütün sevdiğimiz ve bağlandığımız insanlar ve mekanlar : çok iyi oldukları için değildir. Onların bizlerde bıraktığı ruhsal izler yüzündendir.
İşte sevgili Brooks da öylece reklam arası gibi geçip giderken Andy yükseliş dönemini sonlandıracak bir şey yaptı :
Koskoca Hapishanede müzik dinletisi yaptı.
Tabi burası biraz fazla abartılmış gibi gelse de gerçekten ben o sahnede çok etkilendim. Neden, biliyor musunuz? Çünkü hırsızı, çakalı, yalancısı.. Gibi gibi her çeşit insan bir anlığına aynı şeye odaklandı. Hatta Red çalan müzik için ne diyordu?
"İki dakikalığına kasvetli duvarlar incelik kazanmıştı. Ne dediğini anlamıyorduk ama şarkı içimize işliyordu. "
İşte burası sözün bittiği yerdir. Sanat aslında bence bunun için vardır. İnsan olarak hepimizi bir arada tutan, bir anlığına bütün ideolojilerimizi, sert fikirlerimizi bize unutturur. Nereden geldiğimizi ve yine sonumuzun ne olacağını? Hatırlatır bize. Sizde de olmuştur ya hani, müzik dinlerken dünyevi bütün sıkıntılarınızdan bir anlığına sıyrılmışsınıdır.
Hatta Andy nin müzik için daha güzel bir tanımı vardı,
"Müzik taşlardan ibaret bir hayatının olmadığından, dışarı da farklı bir nehrin aktığından haberin olmanı sağlar. "
Sonrada devamınında bunun "Umut " olduğunu söyler. Yani neymiş? Sanat insanlığımızın temel taşı olan "Umut " u bize hatırlatıyormuş.
"Umut iyi bir şeydir ve iyi şeyler asla ölmez. "
Sanırım işte o kısımda film benim için kopmuştu. Yani sonu da elbette etkileyiciydi ama ben mesajı orada aldım.
Son olarak Red 'in serbest kaldıktan sonra çalıştığı yerde her seferinde lavaboya gitmek için izin aldığı sahnelerde bir sözü vardı,
" 40 yıl boyunca hep işemek için izin almıştım. "
Aslında daha genel olarak düşünürsek hayatımızdaki çoğu şey de işemek için izin almak gibi değil mi? Elbette huzurlu bir dünya düzeni için kurallar olmalı. Ama bu kurallar bizi kalıplara sokmamalı, tek tipleştiren, sanattan ve farklı olmaktan uzak tutan sistemler olmamalı. Bizi tekdüzeliğe götüren makineler olmamızdan ziyade insan olduğumuzun bilincinde olan, hatalar da yapabileceğimizin bilincinde olan, insan olduğumuzu bize unutturmayan toplumlar ve sistemler inşa edilmeli.
Ancak bu şekilde umuttan ve anlamlı bir yaşam biçiminden bahsedebiliriz.
Filme 10 üzerinden 9 verdim. Bir puanı: bazı kısımlar bana göre çok abartıldığı için ve filmde gerçeklikten kopup biraz daha masa başı hayalleri gibi olduğundan kırdım.
Onun dışında gayet güzel mesajlar çıkarılabilecek, can sıkıntısından değil de adam gibi oturup 3 saatinizi vererek sindire sindire izleyebileceğiniz, güzel bir yapım olmuş. Tabi İmbd de uzun zamandır ilk sırada olması ve "En iyi film " denilmesi gayet tartışılır. Ki zaten bana göre bir filmin kişiye göre En iyi olup olmaması da aslında yaşadığı dönemle alakalı bir mesele. İnsan yıllar boyunca ruhunun hangi tarafını beslemişse, o kısımla ilgili olan yapımları sever.
İnsanların çoğu da "umut " denilen değerle yaşadığından ve ayakta durduğundan, bu kadar çok sevmiş olabilirler.
🌱