Spoiler içeriyor
Fransız yazar Marcel Proust’un yedi cilt halinde yayımlanan birkaç kısım dışında eksiksiz başyapıtı. Buna rağmen bu kitabı "okudum" kısmına ekleyen herkesin gerçekten kitabı okuduğunu sanmıyorum. Yaklaşık 2 ayda araya birçok kitap ve sözcük iliştirerek sonlandırdığım eser: oldukça yordu! Hayatın, ölümün…devamıFransız yazar Marcel Proust’un yedi cilt halinde yayımlanan birkaç kısım dışında eksiksiz başyapıtı. Buna rağmen bu kitabı "okudum" kısmına ekleyen herkesin gerçekten kitabı okuduğunu sanmıyorum.
Yaklaşık 2 ayda araya birçok kitap ve sözcük iliştirerek sonlandırdığım eser: oldukça yordu! Hayatın, ölümün ve -insanın yok olmasıyla beraber- yiten zaman'ın "yakalanıp/kaydedildiği" kitaptır benim için. Bu kitaba başlamdan önceki halinizle kitabı bitirdikten sonraki haliniz kesinlikle aynı olmayacak ve yazarın son cildin sonlarında (ve bazen aralarda) da anlattığı gibi geçmişte kalan birçok benliğinizi geride ölü bir halde bırakarak kendinizi, entelektüel DNA'sına Proust eklenmiş biri olarak, okumaya başlayacaksınız.
Proust, ilk kitabın başlarındaki meşhur sahnesinde şekerli çöreğin tadı birinci şahıs anlatıcının çocukluğundaki tatil anılarını canlandırır. Betimlemelerdeki ustalık, okuyucuyu esere hapsederken Proust’un sakin, çözümleyici anlatımı okuyucuya hem kendisinin hem de eserin karakterlerinin içsel hayatlarının detaylı değerlendirmelerini sunuyor. Eserde; yer yer durağan sayılabilecek olay örgüsü üzerinden sevgi, kıskançlık, sanatsal tutku, birçok farklı kötü duygu ve erdem işleniyor. Hayatın ‘kaba’ yönleriyle derdi olmayanların ince kederleri için yazılmış bu eser, bıraktığı tad bakımından yedi ciltlik bir şiir kıvamında.
Yazarın, Paris semalarındaki savaş uçaklarını betimlediği zaman dahi ‘bu iç karartıcı durumun en güzel tarafı, Parislilere gökyüzüne bakmanın güzelliğini hatırlatmasıydı’ gibi sürpriz ifadelerle okuyucuyu şaşırtması, meydan okuyan bir zeminde romantik bir âlemi hatırlatması eserin bir başka hoşluğu.
Proust daha sonra kendi hayat öyküsü hakkında yazmaya da girişiyor. Bu otobiyografik boyut eserin sahip olduğu cazibelerden biri olmalı ki ben dahil çoğu insan bunu böyle değerlendiriyor.
Eseri oluşturan yedi cildin sıralaması şu şekilde:
1. Swann'ların Tarafı
2. Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde
3. Guermantes Tarafı
4. Sodom ve Gomorra
5. Mahpus
6. Albertine Kayıp
7. Yakalanan Zaman
Şimdi gerçek bir eleştiri yapacağım. Tüm kitaba olmasa bile eserin hak ettiği gibi bir eleştiri.
Bu kitapta (olasılık olarak daha güçlü) Adam Smith'in Milletlerin Zenginliği kitabının 146. sayfasında. Birbirini inkar eden ifadeler var; tarihe not düşmek açısından bunu buraya aktarıyorum: Her iki kitapta da, kitapların belirli bir yerinde Sokrates'den bahsedilmiş; Sokrates'in eğitmenlikten para alması konusu ile ilgili milletlerin zenginliği kitabında geçen ifadeler şunlar;
"...Sokrates, sofistlere karşı adını taşıyan yapıtında, o zamanın hocalarına, yaptıkları birbirini tutmadığı için çıkışmaktadır. 'öğrencilere en parlak vaatlerde bulunurlar,' diyor. 'onlara, akıllı, mutlu, adil olabilmelerini öğretmeyi üzerlerine alırlar. böyle önemli bir hizmet karşılığı olarak da, dört beş minae'lik (Zamanın Yunan para birimi) bayağı bir ödülü şart koşarlar. Hikmet öğretenlerin, diye devam ediyor, kendileri de elbette hakim olmak gerektir. Ama, bir kimse öyle bir kelepiri, böyle yok pahasına satmaya kalkarsa, düpedüz zirzopluğuna hükmedilir".
Burada Adam Smith, Sokrates'in yazdığı bir kitaptan alıntı yaparken, Sokrates'in, o devrin belagat eğitmenlerinin, öğretenlerin üç beş kuruşa değil, iyi paralara bu işi yapmaları gerektiğini, böyle yapmazlarsa açıkça salaklık yapmış olacaklarını söylüyor. Yani Sokrates, eğitmenlerin çok para istemelerini öğütlüyor kabaca.
Marcel Proust ise, Kayıp zamanın izinde adlı yapıtının, son cildi olan Yakalan Zaman'da, romanın kahramanlarından olan Jupien'in ağzından şu ifadeleri aktarıyor;
"...suç olarak görmediğiniz bir şeyden maaş almak yasak mıdır peki? Siz benden daha tahsillisiniz, muhtemelen, sokrates'in, verdiği dersler karşılığında para almayı doğru bulmadığını söyleyeceksiniz bana. Ama günümüzde felsefe profesörleri bu görüşü paylaşmıyor; hakimler de, ressamlar da, oyun yazarları da, tiyatro yöneticileri de öyle."
Açıkça görüldüğü üzere, Proust, burada kahramanının ağzından Sokrates'in düşünce yapısına atıf yaparken, Adam Smith'in iddialarının tam aksi yönde ifadeler kullanmış. Yani, Sokrates buna göre, eğitmenlerin, yaptıkları işlerden para almamaları gerektiğini öğütlermiş, söz gelimi.
Burada Proust, roman yazarı olmasından ötürü, cahil bir insana, hayatın bir gerçeği olduğu için, yalan yanlış bir şey söyletmiş olabilir. Sonuçta cahil insanlar bazı şeyleri yanlış bilebilir. Ama, Proust, roman boyunca bunu düzeltecek bir başka girişimde bulunmuyor. Bu da bizi şöyle bir düşünceye sevkediyor; eğer Marcel Proust veya Adam Smith'den biri, kişisel olarak Sokrates'i yanlış bilmiyorlarsa, belirli ve nesnel bir şey hakkında (duygusallık içermeyen ifadelerde ve gerçeklerde), konunun özgürce ele alınabileceği gerçeğinden hareketle, romanlarda, gerçek hayata dair kişiler ve şeylerin nitel ve nicel özelliklerini tamamen geçersiz kılacak, yanlış şeyler yazılabilir mi? Yani ve mesela, bir yazar herhangi bir romanında, özgürlük heykelinin uzunluğunu tamamen sallayabilir mi? Bu da ilginç bir sorun.
Burada çeviri hatasına değiniyorum, kitap ile bir ilgisi yok.
Ayrıca, çeviri kabiliyetini olağanüstü bulduğum Roza Hakmen, çevirinin bu kısmında "maaş" kelimesini kullanmış. maaş Arapça'dan dilimize geçen ve aylık anlamına gelen bir kelime. Yanılıyor da olabilirim ama bir hocamdan şöyle duyduğumu anımsıyorum; "Memurlar maaş alır, onun dışındaki çalışanların kazançlarına ücret denir." ki, bu metinde bahsi geçen roman kahramanı da yevmiye usulü ücret kazanabildiği bir iş yapıyordu.