Spoiler içeriyor
Özetle rasyonel-irrasyonel yönlendiriciler üzerinden yorumlanan insan doğası kavramını daha derin düşünmenin gerekliliğini hatırlatan bir çalışma. detaylı anlatmaya çalışırsak: - 1920'li yıllarda, sanayi devrimi sonrası hümanizmin ayak sesleri duyulmaya başlamışken, Edward Bernays savaşta işe yaradığını gördüğü propagandayı sivil hayata da entegre…devamıÖzetle rasyonel-irrasyonel yönlendiriciler üzerinden yorumlanan insan doğası kavramını daha derin düşünmenin gerekliliğini hatırlatan bir çalışma. detaylı anlatmaya çalışırsak:
-
1920'li yıllarda, sanayi devrimi sonrası hümanizmin ayak sesleri duyulmaya başlamışken, Edward Bernays savaşta işe yaradığını gördüğü propagandayı sivil hayata da entegre etmeyi aklına koyar ve amcası Freud'un psikanaliz yöntemlerini kullanarak bunu 'halkla ilişkiler konseyi' adı altında kurumsallaştırır.
İlk iş olarak binlerce insanın katıldığı, tüm basının ilgisi altındaki paskalya töreni geçişi sırasında, 'özgürlük meşaleleri' adını verdiği bir proje hazırlar. Amaç, pazarının yarısını kazanamayan sigara firmalarına kadın içiciler kazandırmaktır. bunun için, kadınlar arasında sigara içmenin moda olmasını sağlamak gerekir. törende "kadınların seçme ve seçilme hakkı yürüyüşü" esnasında sosyetenin ünlü kadınlarını sigara içmeye teşvik eder. Son derece akıl dışı olmasına rağmen bu hareket; kadınların sigara içmesi ile özgürlük ve bağımsızlık anlamlarını insanların zihninde irrasyonel bir şekilde birleştirir.
Aslında, olan biten şey tam olarak sanayi devrimi'yle ortaya çıkan, ihtiyaç kültüründen arzu kültürüne geçiştir. "Mutluluk makineleri" olarak şekillendirilmek istenen sıradan insanlardır. Onları motive edecek psikolojik araçları, efektif kullanabilmenin yöntemleri geliştirilmeye başlanır. yükselen hümanizmle birlikte bireysel özgürlük idealinin cazipleştirilmesi ve herkesin müstesna olması vurgulanır. Tüketicilik kültürü yaratılarak reklamlar vasıtasıyla popüler hale getirilir.
Zamanla insanlardaki bilinçdışı saldırgan içgüdülerin topluluk halinde nasıl etkili hale gelebileceği ve ne derece kontrol edilebileceği amerika ve avrupa'da çeşitli örnekleriyle yaşanmaktaydı.
Sigmund freud insanları sevmez ve inzivada yaşamayı tercih ederken, yeğeni edward onun metodlarıyla kitlelerin bilinçdışı duygularını kontrol etmenin gücünü kullanır. yeni dünya düzeninde, artık kitle zihninin işleyiş mekanizmalarıyla toplumsal kontrol stratejilerini uygulama yolları vardır.
Rüzgarın ters yönde esmesi geç olmuyor. Borsanın batışı ve ekonomik çöküşle beraber medeniyet ile insan ayrılıyor. Başta Hitler olmak üzere demokrasi karşıtları peydahlanıyor. Bireyselciliğin yerini devletçilik alıyor. Kitleler yine yönlendirilecekler fakat bu kez devlet eliyle ve bir ulus olarak kontrol edilerek. bozulan serbest piyasa amerika'yı karıştırıyor. Yeni başbakan Roosevelt de demokrasiyi yok etmek değil güçlendirmek için kolları sıvıyor. Roosevelt milli buhran dönemindeki halkı serbest kapitalizmden devlet kapitalizmine geçirmek amacıyla işe koyuluyor. Bittabii Amerika'da işler Hitler rejimiyle aynı doğrultuda işlemiyor. Devlet ve halk arasında rasyonel bağ kurulup, despotizm olmadan yapılmaktadır. artık duygularla oynanarak kontrol edilen bir halk yoktur ortada.
Tüm bunlar olurken şirketler boş durmuyor, atağa geçiyorlar. Çünkü serbest piyasa kapitalizmi tekrar doğmak zorunda. Bernays bu yeni kartında demokrasi ve kapitalizmi içiçe planlıyor.
Psikanaliz, insanların iç dünyasındaki saklı sırları çözme çalışmalarına, bilinçdışına giden ana yol olarak gördüğü rüyalardan başlar. İnanışa göre insan kişiliğinin temelinde yatan bir tür kaos vardır. Kötülük insanın içinde kol geziyordur ve bu duygular kontrol edilmelidir. çünkü demokrasi tek başına bunu sağlayamaz ve demokratik toplum için gerekli olan şey de budur.
Anna Freud, babasının yöntemlerini kullanarak çocuklar üzerinde analizler yapmaya başlamıştı. Bu deneyler ki, amerikan halkının zihin dünyasını kontrol etmek için yapılacak büyük deneyin çıkış noktası olacaktı.
1940'larda, birbiri ardına psikiyatri kliniklerinin açılmasıyla insanlara anna freud'un geliştirdiği yöntemler uygulanır olmuştu. İnsanın içindeki bastırılmış kötü duyguların yerine, olumlu duygulara kanalize olabilecekler ve böylece dürtülerini rasyonel gerçeklere adapte edebileceklerdi. Edward Bernays, insanların bilinçdışı hislerine müdahale ederek onları yönlendirme konusunda yeni yöntemler geliştirmeye devam ediyordu. Bunun için 'motivasyon araştırma enstitüsü' bile kurdu. insanları ürün alırken asıl harekete geçiren; bilinçaltındaki arzular ve duygulardı. Psikiyatristler grup seanslarıyla birçok inceleme ve deney yaparak tüketici kesiminin 'gizli benliği'ni çözüyorlardı. Ürün ve benlik birbirlerini tamamlayan iki öğeye dönüşüyordu. Ürünlerle özdeşip, onlara sahip olma güdüsü edindirilip, onları satın alınca bir çeşit tamamlanma hissiyatıyla terapi sağlanmış oluyorduk ve buna rıza mühendisliği deniyordu.
1950'ler, Amerika için komünizm korkusu ve soğuk savaş yıllarıydı. Bernays'a göre bu korkuları azaltmak yerine iyice yükseltip, besleyerek korkuyu manipüle etmek gerekirdi. Zira halk başıboş bırakılamaz, gizli bir el tarafından yönetilmeliydi.
Kızıl komünizm korkusu ve sovyet güçleri ile yarış halinde olma paranoyası CİA'i harekete geçiriyordu. Daha uysal vatandaşlar için psikiyatrik hastalar üzerinde şok tedavileri adı altında korkunç deneyler yapılıyor, mantıken amaç her insanın içinde var olduğuna inandıkları habisliği ve kötü güçleri yok etmek, yerini yeni duygu ve özelliklerle doldurmak oluyor idi. Öyle başarısız oluyorlar ki, uzun yıllar sonra ilk kez psikanalizm sorgulanır hale geliyor. Tabii psikanalistlerin önüne geçemediği Marilyn Monroe'nun intiharı da üstüne tüy dikiyir. bu kırılma noktasından sonra felsefeciler ve toplumbilimciler çeşitli kitaplar çıkarıp, röportajlar vererek 'içi boş refah'tan uyanışı tetiklemeye "başlarlar". (Zamir değiştirmekten başka çözüm bulamadım, affola.)
Psikanalizin kötü emeller için kullanılışı artık gün yüzüne çıktığında, insanların içsel ve en derin hislerinin aslında kötü olmadığı, ayrıca bastırılmış duyguların kontrol edilerek daha tehlikeli hale geleceği benimsenmeye çalışıyor. Bu nasıl değerlendiriliyor bilmiyorum, fakat daha iyi bir toplum yaratmanın yolunu bireyi serbest bırakma inancında görüyorlar. Psikanalistler yeni yöntemler geliştirerek duyguları bastırmak yerine tam tersi açığa vurmaya odaklanıyor.
Bu noktada Wilhelm Reich ve Freud ailesi kapışıyor. Bir yanda cinsel özgürlük başta olmak üzere bireyi libidinal güçlerini tamamen özgür bırakmaya yönlendiren Reich, diğer yanda baskıcı ve Frijit Anna. nitekim Freud lobisi Reich'i tarihten siliyor. Fakat elbette ki fikirler ölmez.
1960'larda, tüketim kültürü karşıtları, toplumsal kontrol sistemine karşı siyasi bir hareket başlatırlar. Bu hareketin adı there is a policeman inside all our heads: he must be destroyed olur.
Amerikan şirketleri; bilinç, bilinçdışı ve bilinçaltını manipüle ederek, nesneler üzerinden insanları koyun haline getirmekle ve bu sistemde vietnam savaşını kolayca sürdürmekle suçlanırlar.
Dönemin sol gruplarını oluşturan gençler bu hareket dalgasını başlatarak maddi dünyaya savaş açarlar. Öğrenci grupları tüm toplumu materyalist sistemi sorgulamaya davet ederek toplumsal kontrol sistemine karşı ayaklanma başlatırlar.
Sonuç hüsran olur. Devlete karşı koyamayan hareket odağını değiştirerek içe döner. Reich'in fikirleri geliştirilmeye başlanır ve artık insanların toplu seanslarda tüm benlikleriyle hükmettiği, meydan okuduğu, kendi dünyasının tanrısı olması öğretilen yeni akım başlar. psikanalizm bir kez daha evrim geçirmiştir.
Bu kişisel özgürleşme seansları toplu olarak karşılıklı yüzleşme şeklinde de yapılıyordu. Amaç sadece hakiki benliği ortaya çıkarmak değil, toplumsal sorunları da çözebilmekti. Karşılıklı içini dökme faslı zenciler ve beyazlar arasında felaketle sonuçlanıyor. Aynı şekilde rahibeler arasında da uygulanıyor ve hepsi istifa ederek cinsel özgürlük hareketine kapılıyorlar.
Kendini keşfetme hareketi akabinde kendini ifade etme ihtiyacı da doğuruyordu. Artık tüketici kesim, fark yaratmak ve bireyselliklerini ortaya çıkarma arzusuyla doluydu ve bu yeni dışavurumculuk denen akımla beraber 'insan potansiyeli' hareketleri başladı. Öncelik toplum tarafından oluşturulan kimlikleri aşıp, insanın gerçek benliğini ve özgürlüğünü bulmaktı. Ama hepsinden önce, bir şey yaratmak için önce hiçlik gerekirdi ve bu seanslarda asıl hedef insanın en derin noktasına yani hiçliğe ulaşmaktı.
Siyasi ayaklanmalar ile başlayan bu akım siyasetten koparak yaşam kültürü olarak kaldı. Büyük şirketler, anket araştırmalarıyla yeni bireyselci kitleyi tanımaya çalıştılar. İnsanları çeşitli gruplara ayırmak hiç de zor olmadı. İşletmeler artık yaşam tarzı pazarlamasıyla hangi gruptaki insanlara neleri satabileceklerini biliyorlardı.
Siyasette bu yeni dalganın etkisiyle bireyci seçmenler gözardı edilemezdi. Kendini keşfetme yolundaki insanları ikna edecek açıklamalarda bulundular. Şirketler, insanları özel hissetirmenin ve onlara kendilerini ifade etmenin yollarını göstermenin işlerine geldiğinin farkındaydı. Yeni kimlik inşa etmek isteyen insanları onlardan bile önce tespit edip kalıplara soktular. Bir varoluş pazarlaması olarak insanlara yaşam tarzı ve değer satmak serbest piyasa kapitalizmin en iyi bildiği işlerdi.
1920'lerde başlayan, Freud'un kuramlarını kullanarak; bireylerin iç dünyasını okuma teknikleri geliştirip onları yönlendirmek benliğin yükselişinin ilk adımıydı. 1980'lerde pazarlamacılar yeni psikoterapi teknikleriyle insanları sınıflandırıp, psikolojik ihtiyaçlarına göre ayırdılar. Dönemin siyasi hareketi amerika ve ingiltere de libarellerin bireyin arzu ve ihtiyaçlarını toplumun merkezine haline getirdi. Nen devri tam olarak budur. hümanist etik "kendinizi nasıl iyi hissediyorsanız öyle yapın" diye öğütler. hümanist talimatlar siyasette "seçmen en iyisini bilir." der. Sanatta bunu "güzellik bakanın gözlerindedir" ilkesi karşılar. diğer bir örnek "müşteri daima haklıdır" mottosu verilebilir.
-
Uzun lafın kısası: izlediğim en iyi belgesellerden biri. İzleyin, çevrenize de gerekirse zorla izletin.