Onca zaman sonra kahvemi içerken anımsadığım geçmişim ile karşı karşıya kalmak ne garip. Akşam serinliği artarken çadırın demirlerini sabitliyorum. Yukarıda asfaltı yaran lastik sesleri belli bir süre sonra sıradanlaşıp siliniyor. Çevreyi daha iyi duyumsuyorum. Kavak ağaçları ince dallarını rüzgara vermiş…devamıOnca zaman sonra kahvemi içerken anımsadığım geçmişim ile karşı karşıya kalmak ne garip. Akşam serinliği artarken çadırın demirlerini sabitliyorum. Yukarıda asfaltı yaran lastik sesleri belli bir süre sonra sıradanlaşıp siliniyor. Çevreyi daha iyi duyumsuyorum. Kavak ağaçları ince dallarını rüzgara vermiş kirli sesli bir pavyon şarkıcısı gibi hışırdıyor arkamda. Sol tarafım da büyük bir çayırlık alan var. Sağımda İzmir-Aydın otobanı Torbalı bağlantı yolu. Yaz bitmek üzere ve hala cebimde ki otuz beş lira dışında bir birikimim yok. Bir de yol boyunca içip kahve ile karışan şarabın midem ile ağzım arasında ki o göğsümü yakan kusmuksu tadı. Yanımda su olmadığı için ara ara soğuyan kahve ile sabahı sabah edeceğim ve işin kötü yanı bütün öğleni berbat edecek bir baş ağrısı taşıyacağım.
Yıldızlar tam da tepe de duruyor işte bütün samanyolunu izleyebiliyorum bu karanlıkta ama ne zaman kafamı kaldırsam engel olamadığım kusma arzusu sebebi ile ağırlaşan başımı yere indiriyorum. İnsan tanrıyı hep kendinden uzakta arıyor. Öyle yüce olmalı ki mutlaka yukarıda bir yerde olsa gerek. Yoksa Ortadoğu da öldürülen çocuklara bu kadar geç kalır mıydı? Tecavüze uğrayan bir kadının çığlığı yetişmiyor olsa gerek. Dua etmek için bile ellerini yukarı kaldırıyordu annem. Oysa şu anda tam da ayaklarımın ucunda işte o zamandan mekandan ayrı olan. Veysel'in sadık yari, tırmık ile karnını yarsan da deste gül veren toprak.
Gözleri kapanıyor ve kafası omzuma düşüyordu sürekli. Sabaha karşı Beylikdüzü'ne giden metrobüste çocukça bir arzuyla camın kenarına geçerdi hep uyuya kalacağını bile bile. Bu artık ikimiz arasında sözsüz ve yazılı olmayan bir anlaşma idi. Bütün çocukça heyecanları o alır ben de onun bu heyecanından doğan anaç sevinçten payıma düşeni. Saçlarının kokusunu hatırlıyorum. Yol boyu ellerini avuçlarıma bırakır sadece köprüyü birleştiren demir tümseklerde ve durak girişlerinde ki sarsıntılar ile uyanıp daha gelip gelmediğimizi sorardı. Pencereye yansıyan silüetini izlerdim, hiç anlaşamadığı kavga dövüş yaşadığı burnunu mesela. Herşey ona öyle yakışırdı ki tarih boyu uğruna medeniyetlerin çatıştığı bir şehirin içinden geçerken izlenebilir olan şeyin yine o olması şaşırtmazdı beni. Güneş doğmak üzere ufuk kızıla çalıyor. Metrobüs durağa büyük bir gürültü ile yanaşıyor. Kapılar açıldığında sabah serinliği doluyor içeri. Her durakta açılan kapı inecek olduğunuz durakta serinletir.
- Uyanmalısın geldik.
- Uyuyamadım ki!
Şartları eşitlemek gerekiyor aşkta zira bir diğerinin daha fazla ödün veriyor olması beklenti yaratabilir. Gülümsüyor işte, yine kapanmak üzere olan turkuaza çalan gözleri ile. Eve geldiğimizde ise yatağın üzerine bırakıyor kendini. 'Kocaman bir yatak alalım horluyorsun ve uykumu sikiyorsun.' diye diye alınan yatakta elbiseleri ve ayakkabıları ile. Ayakkabılarını ve çoraplarını çıkaracağım. Sonra üstündekileri. Uyumuyor olduğunu anlayacağım giydirirken. Hızlı hareketler ile yatağa girmek için can atan halini. Onu giydirirken istemsizce duyduğu mutluluğu seyredeceğim.
Kusuyordum işte, gözlerimi açamıyordum.
Hiçbir şey yemedim gün boyu. Midem ağzımdan çıkacak gibi ama yine de döküyorum içimde ki herşeyi. Hava ortalama soğuk 10-12 derece arasında bu koku şimdilik rahatsız edici değil en azından yeniden uyuyana kadar.
Sıcak vurdukça içeride ağırlaşan keskin kusmuk kokusu ve terden göğsüme kadar ıslanmış tişörtün verdiği rahatsızlık ile uyanıyorum. Ne lanet bir gün Tanrım! Çadırın fermuarını açmadan önce tişörtümü değiştiriyorum. Kuru bir elbisenin verdiği güzel his bile birazdan temizleyeceğim pislik karşısında tatmin etmiyor beni. Başım da muhteşem bir ağrı var. Kafam bir mengenede ve gitgide sıkılıyor mandalı. Yolun üst tarafına çıkıyorum, cumartesi günü Kuşadası'na ve Bodrum'a giden beyaz yakalilarin tatil başlangıcı. Uzun süre yolda olmanın öğrettiği küçük püf noktaları.
Suyum yok, yiyecek tek şey uzun zamandır zor günler için çantamda bulunan köri soslu noodlle. Yola koyulmamak için herhangi bir sebebim yok sanırım.