İlginç bir iş daha. Tüm seriyi bitirmedim ama sanırım benim için ilk 10’a kesinlikle girecek gibi duruyor. Öncelikle yazar Dan Abnett zaten dikkatimi çekerdi diğer yazarlar arasında. Prospero Burns bittikten sonra bi baktım ve reisin daha önce bazı işlerini de…devamıİlginç bir iş daha. Tüm seriyi bitirmedim ama sanırım benim için ilk 10’a kesinlikle girecek gibi duruyor.
Öncelikle yazar Dan Abnett zaten dikkatimi çekerdi diğer yazarlar arasında. Prospero Burns bittikten sonra bi baktım ve reisin daha önce bazı işlerini de bilmeden okuduğumu fark ettim.
Bazı yazarlar olur fikri çok iyidir, dili çok iyidir, doğuştan yazardır. Seri kitaplarını yazar çekilirler, yerlerini alırlar. Abnett ise adeta bir gazi. Deneyimi ve yazarlık becerilerini aktif olarak hayatını kazanmak için yıllarca kullanmış yazma skillini maxlamış bi adam. Hissediyorsunuz profesyonelliğini. Marvel , Dc ve Dark Horse arada Doctor Who’ya da yazmış bir yiğit kendisi.
Warhammer dahilinde konuşacaksak, Abnett cephanesini kullanmaktan hiç kaçınmıyor. İstediği her karakteri müthiş tecrübesiyle ilgi çekiçi yapabiliyor. Olayları, plot twistleri, süprizleri birbirinin içerisine gizleyebiliyor, sonucunu bildiğiniz, tahmin ettiğiniz şeylerde bile ilginizi canlı tutabiliyor.
Warhammer çok büyük bir evren, burada kimse spoiler yemekten korkmaz tam tersine herşeye yetişemeyeceği için spoiler yemek ister. Şimdiye kadar Warhammerin farklı sagalarını tamamen bitirmiş kimse görmedim herkes ilgilendiği kadar okur ama olaylara hakimdir. Heresy 2010larda yazılmış bir saga. Olaylar belli başlı nasıl oldu bitti herkes bilir. Dolayısıyla yazarların işi herkes spoiler yemiş olduğu için Arthur Conan Doyle gibi bi tarzla ikna edilemeyeceğinden normalden zordur.
Örnek verecek olursak, bu kitapta Kasper Hawser(Ahmed ibn Rustah) isimli bir araştırmacı-akademisyen Fenris isimli ölümcül gezegen kategorisinde bir gezegene gelir. Burası aynı zamanda 6. Lejyon Vlyka Fenryka’nın (insanlar arasında Space Wolves) evidir. Şimdi bu tarz sivil-sanatçı-araştırmacı rememberancer dediğimiz tiplere önceki kitaplardan alışığız. Ignace Karkasy haricinde ilgimi çeken rememberancer olmamıştı ama Abnett’in bir anda cephanesini bırakmasıyla kitabın ortalarına doğru yazılmış en ilginç karaktere dönüştü. (Mutantların, yarı tanrıların, efsanevi savaşçıların yanyana olduğu bi ortamda düz bi adamın böyle yazılması risktir.) Bir plot twist ya da ileride etkili olacak burası önemli olacak dediğiniz bir çok konuşma yaşanıyor. (Normalde bir kitapta 2-3 tane olur) Abnett elini korkak alıştırmayıp bunu hep yapıyor, ilerleyen zamanlarda beğendiğini seçip kullanıyor dolayısıyla sonu belli olsa da kestirilmez bir hikaye kalıyor elinizde. E birazda lore bilgisi dolayısıyla aslında bildiğiniz karakterleri size fark ettirmeden karşınıza çıkartıp iş işten geçince anladığınızda Abnett’in yeteneğine ister istemez saygı duyuyorsunuz. Evrenin kestirilmez, gerçekçi bıçağı adeta Abnett için doğal ortama dönüşmüş. Adeta Warhammer yazmak için skill kasmış bir adam.
Hikayeye gelecek olursak Hawser önceleri asker olmamasına rağmen lejyon tarafından skjald olarak kabul ediliyor. 6.lejyon kuzey kültürünü benimsemiş bir lejyon. Hawser bu düzene uyum sağlayadursun vylka fenryka’yı daha yakından tanımaya başlar. Fikirleri değişir ve artık bağlılık hissetmeye başlar. Hikayenin ortalarında daha önceki kitaplarda (thousand sons) yaşanan önemli olaylara başka bir gözden bakıyor bildiğinizi sandığınız olayların arka planını keşfediyorsunuz. Bir anda ortaya babalar babası imparatorun 6. oğlu Leman Russ ortaya çıkarak Hawserin farkında olmadan casus olduğunu ancak buna rağmen içlerinde tutulduğunu bu işin arkasını görmek istediklerini hawsere söyleyerek iş birliğine giriliyor. Hikaye burdan sonra garip bir hal alıyor.
Yine biraz daha Abnett öveyim Hawserin manipüle edildiği sahneleri bir loopa sokarak sizi herkesten hatta hawserden bile şüphelenecek hale sokuyor. Yaşanan olaylar zaten epik ama siz aynı zamanda hawserin nasıl konumlanacağını merak ediyorsunuz. Nereye varacağını bilmenize rağmen.
Hawser görevini yerine getirip kardeşlerine karşı duyduğu sadakatten son kararını okurken ister istemez “helal lan sana” deyip vardığınız yere, yapacağınız işe değil gittiğiniz yolda manzaraya, yanınızdakilerle geçirdiğiniz yolculuğa bakıp “bu da böyleydi işte” dediğiniz bir uzun yol seyahati gibi bir tatla ayrılıyorsunuz.