Şehirde yaşayan üç kardeş ve en büyükleri olan ablanın oğlu genç çocuğun birbirlerinden kopuk ve her birinin kendi içine mücadele ettiği hayatlarıyla başlar film. Bu üç kardeşin her birinin hayatının sıkışmış, dağılmış, kontrolden çıkmış hallerini ve gencin ise bu çevrede…devamıŞehirde yaşayan üç kardeş ve en büyükleri olan ablanın oğlu genç çocuğun birbirlerinden kopuk ve her birinin kendi içine mücadele ettiği hayatlarıyla başlar film.
Bu üç kardeşin her birinin hayatının sıkışmış, dağılmış, kontrolden çıkmış hallerini ve gencin ise bu çevrede kendi arayışında olduğunu ancak bu duruma da isyan ettiğini izleriz. Tam bu noktada köydeki unutulmuş anneanne bunaklı sebebiyle kaybolmasından dolayı hatırlanır ve büyük şehre getirilir. Anneannenin gelişi birçok olayın akışını değiştirecek dahası sürekli nereye kaçtığını bilmeyen ve ne aradığını bilmeden bir şey de bulamayan toruna bambaşka bir yol çizecektir.
Anneannenin İstanbul'da evlatlarının bu perişan hallerini görünce en gerekli anlarda yerine gelen hafızası ve sicim gibi yağan sözleri filmin anafikrini en iyi şekilde veriyor..
Şehir yaşamındaki yersiz yurtsuzluğu, dağınıklığı, insanların içinde ve dışında verdiği mücadeleyi ya da pes etmişliği Yeşim Ustaoğlu'nun kadrajından izliyoruz.
Torunun bakış açısından şunu hissediyoruz öncüleriniz bir mengeneye sıkışmış gibi ezilip duruyorsa ve kaybolmuşsa siz yolunuzu nasıl bulacaksınız? Torun, annenannesi sayesinde bir anlam, yol belki yerleşme umudu buluyor. Köklerine dair hikayeyi takip ederek ve belki bir manada geriye dönerek kaybolmuşluğunda bir nebze nefesleniyor. Birbirinden kopmuş, kaynayan kazanda çırpının 3 kardeş ise ansızın anımsadıkları annenin varlığında yeniden biraraya geliyorlar. Ve kendi ateşlerine odun taşıdıklarını anlıyorlar, çaresiz...
Çocuk bir üst neslin kendi ebeveynleri ile olan ilişkisini izleyerek anneannenin rehberliğinde yolunu bulmaya başlıyor.
Benim için anneanne ve torun hem gerçek hem bir metafor.
Anneanne toplumların, kültürlerin, ailelerin yapıların, kaybolmaya yüz tutmuş hafızası, koparılmaması gereken bağı ve gelecek kuşaklara rehberlik edecek pusula iken; Torun ise bu hafıza ile temas etmezse, ondan koparılırsa, nereye gideceği belli olmayan, haritasız engin çöllere, okyanuslara açılmış acemisi ve büyük olasıklıkla yok olup gidecek ve hüsrana uğrayacak olan geleceğidir.
Filmin ağır, bunaltıcı havası, kasvetli, melankolik atmosferi de filmin geneline gerekli duyguyu son derece başarılı şekilde aktarmış. Mesela şehir hayatının bu boğucu atmosferi karşısında köydeki doğanın bakmaya doyamadığımız ve belki ekran başında bile derinden nefes alarak oksijeni hissettiğimiz aydınlık atmosferi ile şehri hastalıkla, yereli iyileşme ile ilişkilendirmiş yönetmen. Bu zıtlığı filmin kalitesini ayrıca güzelleştirmiş.
Bu film her sekansıyla toplulumuzda ağrısını çektiğimiz sosyal yıkıma içten bir bakış olmuş. Ve film yapı-bozum gibi parçadan bütüne bir puzzle gibi işlenmiş.
Anneanne, dayı ve torun arasında geçen bir diyalog:
-Dedem nasıl öldü dayı?
--Dağda öldü..
---Dağda ölmedi seni bırakıp gitti. Hep bildiğini yaşadı. Sen de.
--Ben kimseyi bırakıp gitmedim anne.
--- Arkanı döndükten sonra bana, hayata ne fark eder!
Kesinlikle izlemeli :)
İyi seyirler.