Spoiler içeriyor
Leonardo Di Caprio ve Johnny Depp'in çok genç olduğu ve birlikte başrolü paylaştığı harika bir aile dramı filmi. Öncelikle filmin konusunun çok doğal bir örüntüyle işlendiğini, gerçekliği su gibi taşıdığını ve aktardığını paylaşmak isterim. Bu konuda başarılı filmler, 'organik' denilebilir…devamıLeonardo Di Caprio ve Johnny Depp'in çok genç olduğu ve birlikte başrolü paylaştığı harika bir aile dramı filmi.
Öncelikle filmin konusunun çok doğal bir örüntüyle işlendiğini, gerçekliği su gibi taşıdığını ve aktardığını paylaşmak isterim. Bu konuda başarılı filmler, 'organik' denilebilir bence, size gerçek hayattaki bir olayı bütün atmosferi, duyguları, renkleri, dokusu ve ortamıyla aktarırlar. Ben sinemanın güçlü bir şey olduğunu gerçekliği böylesine birebir tekrar edebilmesi ya da soyut olanı somutlaştırabilmesinde buluyorum. Bunda insandan çıkan insan üstü bir güç var. Aynı edebiyatta olduğu gibi...
Konuya dönersem, kocası kendisini terk ettiği için kronik depresyona giren bir anne, sürekli yemek yiyerek acılarını bastırmaya çalışmış ve devasa boyutlarda obez haline gelerek, tabiri caizse hayattan elini eteğini çekmiştir. Küçük bir kasabada yaşayan bu aile, annenin asla kalkamadığı kanepesine çakıldığı gibi bu eve çakılmışlardır. Ailenin en büyüğü olan Gilbert, hayallerinden vazgeçerek bütün ailenin sorumluluğunu almak zorunda kalan; annesi ve kardeşlerine bakmak için çalışan ağabeydir. Ayrıca bu kardeşlerden en küçüğü olan Arnie (Leonardo Di Caprio) ise hastadır ve özel ilgiye ihtiyacı vardır. Di Caprio'nun genç yaşta böyle bir karakter için çok çalıştığını ve inanılmaz bir oyunculukla alkışı hak ettiğini de ekleyeyim. Bence Oscarı bu oyunculuğu ile almalıydı 🙂
Gilbert'ın tek hayali bu kasabadan gitmektir. Ancak annesi ve özel ilgi isteyen kardeşini bırakamamaktadır. Bu onun ve kardeşlerinin yazgılı hikayesidir. Gilbert'i izlerken, genç yaşta aldığı sorumluluk ve yükün ağırlığı altında zorlandığı anlarda içimizden borakıp gitsin diye ona sesleniriz ancak bu mümkün değildir.
Film ilerledikçe bişeylerin değişeceğini sezinlemeye başlarız. Mucizeye ihtiyaç vardır ve o mucizeler bir anne kızın karavanları ile bu bölgede kampa gelmeleriyle kendini göstermeye başlar. Böylece Gilbert'ın hayallerinin gerçek olabileceği yönündeki umudu uyanışa geçer. Bunun yanısıra kasabaya gelen anne kızın ilişkisinin sağlıklı oluşu da bir kıyaslamadır. İki aile ve iki farklı sonuç vardır.
Çok trajik sahnelerden birisi, anne ölür ve onun evden çıkarılması sorunu hasıl olur ve onun evden ancak vinç yardımıyla çıkabileceği söylendiğinde, kardeşlerin yaşadığı utanç ve annelerinin anısına karşı saygıları sebebiyle buldukları çözümdür.
Annelerinin ağırlığından sürekli yıkılma tehlikesi geçiren ahşap yapı ise sürekli sallanmaktadır ve adeta çocukların taşıdığı yükü taşıyamamaktadır. Evin inleyen gıcırtıları sanki kardeşlerin attığı yardım çığlıklarıdır. Bu sahneler öylesine sinir bozucudur ki çaresizliği duyumsamamak mümkün değildir. Bir mengenede sıkışmış ve ezilen hayatlarımız gibi...
Vazgeçmiş ve sorumluluklarını bırakmış insanların sebep olduğu çaresizliğe evrensel bir örnektir bu film.
Hayat ne olursa olsun devam etmeyi ve sonuna dek hayatta tuttuğumuz yeri tutmamız gerektiğini hatırlatır bize. Sebebi ne olursa olsun yaşamaya ve diğerlerine karşı ödevlerimizi sürdürmenin bir borç olduğunu anımsatır bize.
Bu açıdan hayattan vazgeçmiş bir insan intihar etmiş bir kişiden farksızdır. Tek fark onun etrafındakiler yaşayan bir ölünün çevresinde var olma mücadelesi verirler.
Pandoranın Kutusu filmindeki bir alıntı tam burada söylenebilir: "Arkanı döndükten sonra bana hayata ne fark eder."
Çok eskiden izlediğim için anımsadıklarıma yorumlarım bu şekilde.
Aşık olduğum filmlerdendir.
Keyifli seyirler dilerim.