Benmerkezcilik Egocentrism olarak da geçer. Piaget'in bilişsel gelişim teorisine göre Preoperational (1- Sensorimotor Stage: 0-2 yaş 2- Preoperational Stage: 2-7 yaş 3- Concrete Operational Stage: 7-11 yaş 4- Formal Operational Stage: >11 yaş) dönemde yaşanır. Bencillikten tamamen farklı bir şeydir.…devamıBenmerkezcilik Egocentrism olarak da geçer. Piaget'in bilişsel gelişim teorisine göre Preoperational
(1- Sensorimotor Stage: 0-2 yaş
2- Preoperational Stage: 2-7 yaş
3- Concrete Operational Stage: 7-11 yaş
4- Formal Operational Stage: >11 yaş)
dönemde yaşanır. Bencillikten tamamen farklı bir şeydir. Kişinin, kendisi dışındaki herkesin dünyayı kendisi gibi algıladığını sanması durumudur.
Mesela saklanmak için gözlerini kapatan çocuk buna örnektir. Gözlerini kapattığında kimsenin onu göremediğini sanmaktadır.
Ya da televizyon ekranının dibine girerek kimseye izleme fırsatı vermeyen çocuğun davranışı da buna örnek olarak gösterilir. Çocuk sanar ki diğer herkes onun kadar net şekilde televizyonu görebilmektedir. Bu örnekten yola çıkarak benim anlamadığım bir durum var.
Küçük yaşımda eve misafir geldiğinde televizyonun önüne geçer öylece otururdum. Çoğu kişi de çekilmemi isterdi. Ben Egocentric olduğumuz için ekranın önünde dururdum, onlar ise benim Egocentric olduğumuzu anlamadığı için bana kızardı. Bu durumda misafirler de Egocentric olmuyor mu? Hadi bu konuyu biraz açalım.
Uta Hess'in benmerkezcilik kitabında yer alan fıkra baya güzel bir mesaj vermekte: Adamın biri akşamüstü gezintiye çıkmış. Ansızın karşısında bir soyguncu belirmiş ve silahını adamın kafasına dayayıp; "Ya paranı ya canını!" demiş. Adam dehşete kapılmış bir halde ellerini kaldırmış ve "Ah! çok üzgünüm, ne yazık ki cüzdanımı evde bıraktım, sadece gezintiye çıkmaktı amacım... isterseniz bakabilirsiniz, gerçekten de hiç para yok yanımda!'" diye açıklamada bulunmuş. Bunun üzerine soyguncu öfkeden kızarmış ve biraz düşündükten sonra kabaca "Peki, o zaman bana bir sigara ver! " diyerek, silahıyla oynamış. Gezintiye çıkmış olan adamın huzuru iyice kaçmış.: “Gerçekten çok üzgünüm, ama ben sigara kullanmıyorum!” sokak soyguncusu bir süre tereddüt ettikten sonra, yeniden düşünmüş ve son olarak: "Peki öyleyse, beni biraz sırtında taşı! diye buyurmuş.
Sonuç olarak; her insanda bir benmerkezcinin işine yarayacak bir şeyler vardır mutlaka!
Hemen her insan çocukken dünyanın merkezindeki kişi olduğuna ve koca dünyanın bir tek kendisi için döndüğüne inanma eğiliminde. Geçmişte yaşayanların ve şu andakilerin sadece kendisinin varlığının mümkün olabilmesi için var olduklarına, gelecek diye bi şeyin aslında olmadığına, hayatın içinden kendisi çıkarılınca, hayatın içinin boşaltılmış olacağına ve bir anlamı kalmayacağına inanır içten içe, belki farkında bile olmadan.
Sonra, zamanla, yaş ilerledikçe, hayatın en ufak da olsa olumsuzluklarıyla bir şekilde karşılaştıkça, en basitinden bir otobüse yetişemeyince, ayağı bir taşa takılıp da yere yuvarlanınca veya sevgisine karşılık bulamayınca mesela, "e hani merkezdeydim ben, hani parmakla gösterilen 'o' kişiydim" diye sorgulamaya başlar ufaktan. Aslında o kadar da merkezde olmadığını, diğer insanların da en az kendisi kadar gerçek olduğuyla yüzleşleşmeye başladığında, tam umutlar tükenmişken, bu sefer de hayatına birden bir insanın girmesiyle bu sefer kendinde bulamadığı merkezi, hemen, içinde bi yerde saklanmış olan yine o ben duygusu ile "işte bu o" der, "hayatımın insanı o, bulduğum kişi. İşte onunla birleşince ben, bir araya gelince biz, en özel benim yine. Dünya aslında sadece ikimizin etrafında dönüyor ve diğer herkes kıskanıyor anca, çünkü dünyanın en mükemmel insanını ben buldum ve gelmiş geçmiş en iyi çift de biziz. Şu an yaşayan diğer milyarlarca insan mı? ya da geçmişte yaşamış on milyarlarcası mı? Ulan öyle bi zamanda doğdum ki ben, dünya benim etrafımda dönüyordu ya hani sadece, işte bu sayede onunla aynı döneme denk geldim ve mükemmel bi bütün olduk şu an. Bunların hiçbiri benim kafamda kurduğum ve abarttığım şeyler değil, herkesin yaşadığı aşk-ilişki yalan, çünkü hepsi benim etrafımda dönen dünyada birer kurgusal karakterden ibaret. tek gerçek benim ve bir de ruh eşim dediğim o kişi"
E yine sonra, bazen yeri geldiğinde acı gerçeklerle yüzleşmemize sebep olabilen zaman ilerledikçe, nasıl da hayatımın insanı dediğin o kişiye karşı olan bakış açın olumsuz yönde ilerlemeye başlıyor ve soğuyorsun git gide bu ilişkiden, o kişiden. Bu kadar mükemmelken siz nasıl da zıt olduğunuz şeyler çıkabiliyor, nasıl mesela bazen sana sinirlenebiliyor, bazen kavga edebiliyorsunuz, nasıl oluyor da bazen yeteri kadar sevilmediğini düşünebiliyorsun? hani diğer herkes yalandı da en iyisi sizdiniz? Oysa kendini şanslı sayıyordun ona 'sahip' olduğun için. Bu sefer insan dönüyor yine en başa. O kadar da merkezde olmadığı gerçeğiyle yüzleşiyor bir kez daha.
Sonraları kör topal giden bu ilişkide, artık dünya merkezli olmasa da kendi çapında ilerleyen bu ilişkide, bi anda, içindeki ölmeye yüz tutan benmerkezciliği yeniden canlandıracak bi şey oluveriyor yine ve pat diye bi bebek dünyaya geliyor. Evet, bu sefer de her yönden dünyanın en mükemmel çocuğuna sahip olduğuna inanıyor kişi, hatta o kadar ki kendi kimliğini bi kenara bırakıp İnstagram profiline x'in annesi/babası yazıveriyor hemen. #instamom, #mybaby vb. hashtag çılgınlıkları başlıyor hep bundan, ebevenyler adeta birbiriyle yarışıyor. Bu arada, hatırlarsınız çocuktan önce de ilişkinin henüz başlarındayken tanışma günlerinden evliliklerine kadar olan bütün tarihler sanki bir marifetmişcesine insta bio'ya özenle işlenmişti. Çocukla beraber nasıl da geri plana atıldı bi anda herkesin imrendiği ilişki.
Sonra sanıyorum, çocuk ağlayınca mesela yerli yersiz bazen, bıkkınlık geliyor sana, nadiren de olsa. Bazen kısıtlandığını hissedebiliyorsun, bu sorumluluk boğabiliyor. Üstelik çocuk büyüdükçe sorumluluklar da büyüyor. Bazen kavga ediyorsunuz, sinirleniyor sana, çünkü o artık bir birey oldu. Senin düşüncelerine saygı duymayabiliyor, hatta saçma buluyor bazen. Kaçmak istiyorsun belki bazen şu anki hayatından, her şeyi geride bırakarak. İlk doğduğu gün ne kadar da sevinçliydin halbuki. Hiç merak ediyor muydu acaba en başta en özel kendisiyken, sonra sevdiği kişiye devrettiği ve oradan da bebeğine geçen bu döngünün devamında ne var? Yoksa hiç yok mudur sonu kendini en özel hissetmenin?
Ama sonra bi şekilde anlıyorsun. içinde dur durak bilmeyen, yer yer ortadan kaybolmuş gibi dursa da en ufak bir parıltıda gün yüzüne çıkan bir benmerkezcilik var, asla kurtulamadığın ve sonunda hep seni hüsrana uğratan. Ama alışıyorsun. Hayatın güzellikleriyle ve acılarıyla bir bütün olduğunu anlıyorsun. Merkezinde olduğun o evrene dönüp soruyorsun, "acı da kardeşim, bana da mı?", ve evren tüm vurdumduymazlığıyla "evet, bilader, sana da".