Öncelikle incelemeye geçmeden, bir düşüncemi sizinle paylaşmak istiyorum. Bir kitabın övülmesini veya klasik olmasını kriter almayın. Küçükte olsa bir araştırma yapın. Özellikle kitabın yazarının hayatını, düşünce yapısını, fikirlerini benimseyin. Ki böylelikle yazar kitaba kendini ne kadar vermiş, kendi yaşantısından size…devamıÖncelikle incelemeye geçmeden, bir düşüncemi sizinle paylaşmak istiyorum. Bir kitabın övülmesini veya klasik olmasını kriter almayın. Küçükte olsa bir araştırma yapın. Özellikle kitabın yazarının hayatını, düşünce yapısını, fikirlerini benimseyin. Ki böylelikle yazar kitaba kendini ne kadar vermiş, kendi yaşantısından size bir şey sunabilmiş mi: bunu daha iyi kavramış olursunuz. Bazı kitaplar Deli Kurt'ta olduğu gibi realizmi yüksek ama aynı zamanda hayal gücünü besleyen yapıda. Bu da hem okurken bir çok konuda doğruluğunu kanıtlayan, daha iyi betimlemenizi sağlıyor. Ben okuduğum bazı (çoğu) eserlerde kendimi fazlaca kaptiriyorum. O hikayenin bir karakteri ben oluyor, sanki fiilleri gerçekleştiriyorum. Böyle olunca kitabın etkisinden çıkamıyor, hatta aynı gün başka bir kitaba başlayamıyorum. :)
Gelelim Atsız'a;
Dedigim gibi: yazarın hayatını düşüncelerini araştırınca, bir çok ön yargınız da kırılıyor. Yazarımızın da eleştirilere maruz kalmasının nedeni Türklüğe verdiği önemden kaynaklanıyor. Bazı okurlar onun Türklüğü islamdan, Müslümanlıktan üstün tuttuğunu düşünse de özellikle Deli kurt eserinde böyle olmadığını anlamış oldum.
Ruh adamı'yla tanıştım Atsız ile. İki eserde de insanüstü olayları akıl almaz, felsefesiyle okuyucuya sunmuş. Olaylara, hayat verdiği karakterlere gerceküstü bir anlam katmış. Ve ilk sayfalarından sizi içine almayi başarmış eserleri. Ve bu romanlarda fazlaca Türklüğü, aşkı ve Osmanlı esintilerini bulacaksınız.
"Asıl ölüm unutulmaktır." "İnsan anıldıkça yaşıyor demektir." Atsız'ın bu sözleriyle onu da anmış olalım.
Şöyle düşünün: bir tren yolcuğuna çıkmışsınız ve olaylar gözünüzün önünde cereyan ediyor. Osmanlıya o Türk obalarına, cenklere şahit oluyor, hayal gücünü zorlayıcı yanıyla da masal dinler gibi hissediyorsunuz. Özellikle Oba bölümünde yaşantı biçimiyle, çocukluğumdan bir kaç bir şey buldum. Nasıl mı? Yörük kızı olmamdan kaynaklı. O kıl çadırı, babaannemin yün eğirişini, Ege'nin dağlarında ki göçebe hayatımızı hatırlattı bana.
Kitabın içeriğinde ise;
Osmanlı'da ki taht kavgaları döneminde İsa beğin, kendi ölümü durumunda kardeşlerinin evdeşine ve doğacak olan evladına bir zarar vermesinden korkup onları Sipahi Çakır'a emanet etmesiyle başlıyor. Gizli kalmış soyuna rağmen büyüyen Murâd'ın Çakır ile tanışmasını, savaşlarda ki başarısını ve nihayet Gökçen' sevdalanmasını konu alıyor.
Bölüm bölüm kısa hikayeler olsa da birbiriyle bağıntılı şekilde ilerliyor. Betimlemelerinde ki başarısıyla, doyuruyor. Hele bir Macar savaşını anlatışı var ki; kılıç seslerini duyar gibi oldum.
Hiç bitmesin dediğim bu yolculuk bana fazlasıyla keyif verdi. Ve siz de yazarının dinsel veya siyasi görüşlerine saygı gösterip hiç vakit kaybetmeden böyle eserleri kütüphanenize ekleyin.
Okur kalın. Kitaplı günler. :))