malesef filmin birçok noktasından amatörlük akıyor. önce birkaç metafor gelmiş akla, daha sonra buna bir film çekelim denildiği o kadar belli ki. hikaye sırf akla gelen bu anahtar kelimeler etrafında örgütlenmeye çalışıyor ama tabi ki yetersiz kalıyor. hiçbir derinliği olmayan…devamımalesef filmin birçok noktasından amatörlük akıyor.
önce birkaç metafor gelmiş akla, daha sonra buna bir film çekelim denildiği o kadar belli ki. hikaye sırf akla gelen bu anahtar kelimeler etrafında örgütlenmeye çalışıyor ama tabi ki yetersiz kalıyor. hiçbir derinliği olmayan karakterler, rasyonel davranmayan insanlar, kameranın önünde olması gereken eylemlerin kamera arkasında geçiştirilmesi... festivallerde "gelecek vadeden genç" ödüllük bir film tam olarak. onur saylak ve hakan günday artık neredeyse bir asırlık olan küçük burjuva eleştirisi yapma geleneğini bırakıp, biraz daha ayakları yere basan; "kanka aklıma bi şey geldi" diye başlamak yerine, belki o anahtar kelimelerden yola çıkarak bir hikaye anlatmayı tercih edebilirler. bu haliyle film, "film olmayı" hak etmiyor çünkü. ne yaparsanız yapın, bir hikaye anlatmalısınız; insanların üstüne çeşitli metaforlar fırlatarak geri kalanı onların tamamlasını ummak "çok katmalı hikaye kurmak" değildir; aksine bir beceriksizlik örneğidir. ben bu tutumu tolga karaçelik filmlerinde de görüyorum mesela. o kadar belli ki önce metaforların akla gelip, daha sonra detaylıca çalışılmadan bunun filmleştirildiği...
ha demek değil mi metaforlardan yola çıkarak bir film kurgulanamaz? tabi ki kurgulanabilir. ama "kurgulanabilir." anahtar kelime. bir esere sanat niteliği kazandıran, imgelerin kurgulanarak sunulmasıdır. aksi taktirde zaten gerçeğin ya da imgenin kendisini kullanırız. ne demek istiyorum:
"boğa boğa" ismi. ben hiçbir araştırma yapmadım filme dair, onu belirtmek isterim. "boğa", ekonomik bir tabir; boğa piyasasından geliyor. ama hakan günay'ın müthiş zekası bununla kalmıyor, boğanın yanına bir boğa daha koyuyor, bu onun magnum opus'u. "boğa boğa" yani boğarak boğarak oluyor, cinas. söz sanatları, lale devri. insanları eze eze yükselenler var diyor, bir tarafta av diyor diğer tarafta avcı diyor. diyor mu?
malesef demiyor. ben bu filmin "olmuş versiyonu" olarak jagten'i örnek gösterebilirim. orada da karakter bir iftiraya uğruyor, film boyunca suçlanıyor, bu suçlamalarla başa çıkmaya çalışıyor. orada da yalıtılmış bir şehir dokusu var, insanların uzaylı gibi davranması için sebepler var vsvs. ama bütün film, aslında açılışta ve kapanıştaki o iki av sahnesinde çözülüyor. çok yalın bir metafor. bir avcı aniden av haline geliyor, insanlar onu avlamakta herhangi bir engel görmedikleri anda, hele bir de ahlak arkasına sığınabilecekleri vicdanı zemin de oluşursa, yapabileceklerini gösteriyor. çok boyutlu, insana da pek çok soru sorduruyor bu filmin dışında. filmin haricinde olan olaylar, yani aslında arka planda, bize gösterilmeyen şeyler böyle sorulardan oluşuyor.
ama bu filmde baş karakter aslında çok kötü birisi olmasına rağmen, ağlıyor, zorundaymış gibi davranıyor, vicdan azabı çekiyor, korkuyor? ama aslında korkmaması lazım, finalde görüyoruz ki zaten bir planı varmış. bu sahneler aniden anlamsızlaşıyor. film kendi kendini yutan bir yılan gibi oluyor (haha nasıl bağladım metaforu buraya, hakancığım kıps.)