Descartes'ın şüpheci olduğu zannedilir ama şüpheci değildir. Descartes şüpheyi yöntem olarak kullanır. Kuşkuyu hem felsefesinin merkezine koyması hem de sistematize ederek insanlara nüfuz etmesi onun olayıdır. Descartes "gerçeği arayanın yaşamında bir kez tüm nesnelerden gücü yettiği ölçüde kuşku duyması gerekir"…devamıDescartes'ın şüpheci olduğu zannedilir ama şüpheci değildir. Descartes şüpheyi yöntem olarak kullanır. Kuşkuyu hem felsefesinin merkezine koyması hem de sistematize ederek insanlara nüfuz etmesi onun olayıdır.
Descartes "gerçeği arayanın yaşamında bir kez tüm nesnelerden gücü yettiği ölçüde kuşku duyması gerekir" demektedir. Her şeyden kuşku duymamızı doğru bilgiye ancak bu şekilde ulaşabileceğimizi söyler.
Descartes'a göre biz dış dünyanın bilgisini duyular aracılığıyla edinmekteyiz. Ama duyularımız bizi bazen aldatmaktadir. O halde bizi ara sıra aldatan duyularımız, sürekli aldatıyor olabilir ve bir dış dünyanın varlığı da kuşkulu bir durum alabilir. Ayrıca hemen her gün rüya görüyoruz ve rüyada gerçekte olmayan şeyleri duyumsayıp uyanıkken sahip olduğumuz düşünceleri uyurken aklımıza getirebiliyoruz. O zaman neden tüm yaşamımız aklımıza gelmiş bir düş yanılsaması olmasın?
Descartes kuşkuculuğunu daha da ileri götürür ve nihayet Tanrı'nın varlığından da kuşku duymaya başlar. Neden Tanrı bizi aldatmasın, bizi aldatmaktan zevk duyan bir varlık olmasın diye sorar. "Bizi yaratan Tanrı'nın hoşuna giden her şeyi yapabildiğini duyduğumuz ve belki de en iyi bildiğimizi sandığımız şeyler üzerinde bile, her zaman aldanacak biçimde yaratıp yaratmadığını da bu ana değin bilemediğimiz için tüm bu şeylerden kuşkulanacağız. Çünkü mademki Tanrı daha önce aldanmamıza olur demiştir;o halde neden her zaman aldanmamıza olur demesin?"
Böylece kuşkusunda son sınıra ulaşan Descartes aradığı sağlam, güvenilir bilgiyi buluyor. Tüm bunları yaparken bir şeyin değişmediğini fark ediyor. Düşünüyorum, şüphe ediyorum diyor. Düşünüyorsam ben diye bir şey var. Kendi varlığımı asla inkar edemem ve hayatta en net bilginin kendi varlığı olduğu sonucuna varıyor. ( Yani Descartes'ın 'düşünüyorum öyleyse varım' sözünün düşünmeyle, kafayı kullanmaya hiçbir alakası yok. Tamamen ontolojik bir argüman.)
Descartes böylece varlığın düşünmek olan boyutunu kanıtlıyor ama bu sadece varlığın bir kısmı. Bundan dolayı doğası yer kaplayan boyutunu da dikkate almak gerekiyor. Bunun için bir dış dünyanın varlığının kanıtlanması gerekir. Dış dünyanın var olduğuna duyuların sağladığı verilerle gidemiyoruz çünkü duyular yanıltıyor. O zaman yine dış dünyanın varlığına zihnin kendisiyle ulaşılabilir. Bunun en iyi yolu da zihinde bulunan çeşitli düşünce ve kavramları dikkatlice incelemektir. Kavramları tek tek incelediğinde bir tanesi her şeyi bilen her şeye gücü yeten ve son derece eksiksiz bir varlık kavramı dikkatini çekmiş ve böyle bir düşünceyi nereden edinmiş olabileceğini sorgulamaya sevk etmiştir. Sorgulamasının sonucunda Descartes, bu düşüncenin kaynağının olgular olmayacağını, çünkü olgular içinde mükemmel bir şey olmadığını, kendinden de kaynaklanıyor olamayacağını çünkü insanın mükemmel bir varlık olmadığını daha da önemlisi, mükemmelin mükemmel olmayandan çıkamayacağı sonucuna ulaşmıştır. Dolayısıyla geriye bir tek olasılık kalmaktadır, o da bu düşünceyi zihne sağlayan ancak kendisi de mükemmel olan bir varlık yani Tanrı olmalıdır. Tanrı vardır. Tanrı varsa dış dünya da var olmalıdır. Çünkü Tanrı mükemmel varlıktır. Mükemmel varlık aldatmaz. Çünkü aldatmak mükemmellikle bağdaşmaz. Her ne kadar "aldatabilmek becerisi insanlar arasında bir zeka inceliği belirtisi olsa da, aldatmak istemek, her zaman bir kötülük, düzen, korku ya da düşkünlükten doğar. Dolayısıyla tüm bunlar Tanrı'ya yüklenmez."
Gerçekten buraya kadar okuduysan teşekkür ederim 🫶